Osmanlı İmparatorluğu 1299 yılında kurulmuştur. İmparatorluk, topraklarını Doğu Avrupa, Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika içlerine kadar genişletmeyi başarmış ve üç kıtada tam 624 yıl hüküm sürmüştür. Devleti, Oğuz Türklerinin 24 boyundan bir olan Kayı boyundan Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman kurduğu için bu devlete Osmanlı devleti denmiştir. Osmanlı Devletini Osman’ın soyundan gelen sultanlar yönetmişlerdir. Sultanlık babadan oğula geçmiştir. Bilindiği üzere sultan dendi mi akla saltanat, saltanat dendi mi de akla saray gelir. Ancak tarih biz bu art arda sıralanan saltanat, sultan, saray kavramlarını hiç de akla geldiği gibi peş peşe sıralanır düşüncesinin doğru olmadığını göstermektedir.
Osmanlı İmparatorluğun tarih boyunca dört başkenti olmuştur: Söğüt (1299-1335), Bursa (1335-1363), Edirne (1363-1453), İstanbul (1453-1922). Söğüt ve Bursa’da saray yoktur. Edirne’de devlet işlerini yönetmek üzere 1450 yılında II. Murat döneminde yapımına başlanan Edirne Sarayı, Fatih Sultan Mehmet döneminde tamamlanmıştır.
İstanbul’un alınmasında sonra 1478 tarihinde Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Topkapı Sarayı 400 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin idari merkezi hem de padişah ailesinin ikametgâhı olmuştur.
Osmanlının anlı şanlı saraylarının yapımı gerileme özellikle de çöküş dönemine denk gelir. İmparatorluğun toprak kaybı ve dış borçlanmaya pareler olarak saray yapımı da hız kazanmıştır. Bugün, İstanbul’u süsleyen saraylar, gerileme özellikle çöküş döneminin eserleridir. Günümüzde varlığını devam ettiren Osmanlı saraylarından biri olan Adile Sultan Sarayı, 1856 yılında padişah Abdülmecit döneminde yaptırılmıştır. Abdülmecit, Osmanlının ilk borçlanmasına onay veren padişahtır. Eserin mimarı Sarkis Balyan, bu eserini Sultan Abdülmecit’in kız kardeşi Adile Sultan için yapmıştır. Padişah I. Abdülmecid tarafından yaptırılan Dolmabahçe Sarayı’nın (1856) mimarları Garabet Balyan ve Nigogos Balyan’dır. Avrupa mimarisinden etkilenilerek barok tarzıyla yapılmıştır. Beylerbeyi Sarayı 1865: Sultan Abdülaziz döneminde yapılan bu sarayın mimarı da Sarkis Balyan’dır. Sultan II. Abdülhamit Balkan Savaşlarından sonra bu sarayda yaşamaya başlamıştır. Çırağan Sarayı, Beşiktaş’la Ortaköy arasında, Lale Devri’nin sadrazamı Damat İbrahim Paşa ile zevcesi Fatıma Sultan tarafından yaptırılan bu köşk de yine Sultan Abdülmecid tarafından yeniden yaptırılmak üzere yıktırılmış (1859), sarayın yeniden inşası Sultan Abdülaziz devrinde gerçekleşmiştir. Sultan II. Abdülhamit döneminde devletin ana sarayı olarak kullanılan Yıldız Sarayı ise padişah III. Selim döneminde (1789-1807), annesi Mihrişah Sultan için yaptırılmıştır.
Dış borç meselesine gelince Osmanlı ilk defa 1853 Kırım Savaşı ile birlikte İngilizlerden, Fransızlardan, Almanlardan, Avusturyalılardan, İtalyalılardan, Hollandalılardan ve Galata bankerlerinden borç almış, daha sonra da 1974 yılına kadar 15 ayrı zamanda aldığı borçları ödeyememiştir. 1881 Eylülünde II. Abdulhamid, “Duyunu Umumiye” ile Osmanlı toprakları içerisinde vergi gelirleri toplama gibi devletin varlık sebebini yabancılara devretmiştir. Bir ülke düşünün ki yabancılar, alacaklılarını tahsil etmek üzere kurdukları teşkilat, Osmanlı maliyesinden daha güçlü hale gelsin ve halktan direkt vergi toplasın.
Osmanlıyı tarih sahnesinden silen en önemli etkenlerden biri dış borçlarıdır. Alınan dış borçlar, yerli yerinde kullanılmamış; gösteriş, şaşaa ve saray yapımına harcanmıştır. Osmanlının kamburu Kapitülasyonlar kaldırılması ve dış borçlarının ödenmesi 1923 yılında kurulan ve 2023 yılında 100. yılını idrak ettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti tarafından gerçekleştirilmiştir. Devralınan dış borcu 1957 yılına kadar bu millet bütün yokluğuna ve yoksulluğuna rağmen kuruşu kuruşuna ödenmesinin yanı sıra yabancı ülkelere verilen ayrıcalıklar da geri alınmıştır Gerçi tarihini bilmeyen okuma özürlü kişilere ne söylersek boş da yine de tarihe not düşeyim dedim. Yazımı İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy’un şiirinden alınan bir bölümle noktalayayım.
“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”