Ruhumuzun uyanıkken bedenimizden ayrılmayacağını yani tarikatın
İslam’da olmayacağını söyleyenlerin en önemli delili Peygamber
Efendimiz ’in zamanında, bu günkü tarikatların usulünde zikir
halkalarının düzenlenmemesi, ruhun seyr-ü sülûk ile öbür âlemlerde
gezdiğine dair sahih hadislerin olmamasıdır. Onlara göre
peygamberin yaşantısı ile tarikat ehlinin yaşantısı farklıdır.
Onlara göre tarikatlar sonradan ortaya çıkmış bidatlerdir ve
şeyh-mürit ilişkisi de şirktir.
Ben konuları irdelerken, öncelikle akli deliller ile fikrimi
savunurum ve daha sonra kuran ve sünnetten delil getirmeye
çalışırım. Çünkü günümüz insanları, aklı ile kavrayamadığı ya da
kabul etmediği durumlarda, kuran ve sünnetten getirilen delilleri
de akli delillerle yani tevillerle reddetmektedir. Bu gün
sosyoloji, psikoloji, felsefe, mantık ve diğer sosyal bilimlerde
gelinen seviye, insanların Kur’an’ı ve sünneti, ön fikirlerini
ispatlamak için, istediği amaca uygun tevil etmesine imkân
vermektedir. Mesela “kısas kötüdür” ön fikrini ispatlamak için
Kur’an’ın tarihselliği meselesini gündeme getirmektedirler.
Tarihsellik meselesini hangi bilimler ortaya koymaktadır? Sosyoloji
ve tarih bilimi tarihsellik konusunu işlemektedir. Teorinin özü
nedir? Her toplum gelişmişlik düzeyine göre kurallar koyar, toplum
düzenini sağlar. Kuranda peygamber dönemine uygun olarak bazı
kurallar koymuştur, bu kurallar toplumlar geliştikçe değişir.
Bugünkü modern topluma göre Kur’an’ın hükümlerini amaca uygun
olarak yorumlayıp uygulama biçimini değiştirebiliriz. Çağımızın
insanlarının kabul edeceği hükümler çıkarılabilir. İşte Kur’an’ın
tarihselliği meselesinin özü bu yaklaşımdır. Ben bu teoriye karşı
çıkarken, yine akıl ve sosyal bilimlerden yararlanarak delil
getirilmesi taraftarıyım. Yoksa sadece Kur’an ve sünnetten delil
getirerek bu düşüncedeki insanları ikna etmenin mümkün olmayacağı
kanaatindeyim.
Yukarıdaki savunma yöntemi ile İslam’da tasavvufun hakikatini
irdelersek, öncelikle akli delillere başvurmamız gerekiyor. Şu
tespiti yapmıştık, tasavvuf yönteminin savunucuları, ruhun bedenden
ölmeden öncede, uyanık iken ayrılabileceğini savunmakta, tasavvuf
karşıtları ise bunun mümkün olmadığını ve buna Müslüman olmak için
ihtiyaç olmadığını ileri sürmektedirler. Her şeyi yoktan var eden
Allah bedenden ayrılabilen bir ruhu yaratabilir. Bu Allah (c.c.)
için mümkün olan bir durumdur. Çünkü Allah (c.c.) kudreti buna
yeter. Bu durum tevhide, yani Allah’ın (c.c.) bir olmasını
hakikatine aykırı değildir. Ruhun bir takım riyazetler ile bedenden
ayrılması imtihan sırrına aykırı değildir. Ruhun öbür alemleri
dolaşması tamamen gaybın ortaya çıkmasını ve gaybe imanı ortadan
kaldırmıyor. Çünkü buna inanmayanlar bu duruma akli bir takım
savlarla açıklama getirerek (halüsinasyon, rüya vb. isimler
vererek) inanmamayı tercih edebilir. Bu durumda gaybe iman etme
yani imtihan sırrı devam ediyor demektir. Biz öldükten sonra ne
göreceksek, ruhumuz bedenimizden çıkınca onları ayni ile göremeyiz,
bütün bunlar zan ifade eder. Ama yaşanılan ruhani tecrübeler, bizim
gaybe olan imanızın kuvvetini artırır. Ruhun bedenden çıkmasının
faydası var zararı yok. İnanmak istediği halde bir türlü kâmil bir
imana sahip olmayan kişiler için güzel bir yöntem. Allah’ın (c.c.)
insanlara kâmil olarak iman etme hususunda verdiği bir fırsat
olarak değerlendirilmelidir. Piri Reis’in çizmiş olduğu dünya
haritası da ruhun yükselerek dünyayı keşfetmesi sonucu ortaya çıkan
bir eserdir. Piri Reis için ruhu ile dünyayı dolaşması Allah’a
(c.c.) olana imanını artıran bir tecrübedir. Bu durum Piri Reis’i
tevhitten uzaklaştırmamıştır. Bilakis Allah’a (c.c.)
yaklaştırmıştır. Ancak bu durum diğer insanlara gaybi olan
hakikatleri, aklını reddi tamamen ortadan kaldıracak şekilde
göstermemiştir. Yani herkesi inanmak zorunda bırakmamıştır. İmanın
gaybiliği halen devam etmektedir.
Sonuç olarak ruhun bedenden ölmeden ayrılması aklen mümkündür,
tevhide aykırı değildir, gaybi hakikatlerin tam olarak ortaya
çıkmasını sağlayarak, aklı reddi imkânsız kılmamaktadır.