İNSAN ihtiyaç ile doğar.

Gözümüzü dünyaya açtığımız andan itibaren ihtiyaçlarımız söz konusudur.

Bizim bu muhtaç halimiz, çevremizde olanların yardımımıza koşturması ile giderilir.

Ancak bu ihtiyaçlı olma durumu sadece bebeklik ve çocukluk devrelerimizle sınırlı değildir. Hayat boyu ihtiyaçlarımız değişerek devam eder.

İHTİYAÇ sahibiyiz.

Muhtaç olan varlıklarız.

İhtiyaç duyduklarımıza arzu duyarız. Onlara iştiyakla rağbet gösteririz.

Eksik olduğumuz için bunu fark etmemiz bizi tamamlanmaya yönlendirir.

Zaruretler hayatımızın ana ateşleyicisi durumunda olduğundan bunları gidermek, daha müreffeh bir yaşam sürmek için çabalama gayretine gireriz.

Ki, hayat bu enerjimizin etrafında şekillenir.

İHTİYAÇLAR hiyerarşisine tâbiyiz.

Uzmanlar bu konuda çalışmalar yapmış ve belirlemelerde bulunarak bunları sınıflandırmıştır.

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre, insanların temel ihtiyaçları fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyaçları, ait olma ve sevgi ihtiyaçları, saygı ihtiyacı ve kendini gerçekleştirme ihtiyacı şeklinde tanımlanmıştır.

Ancak sadece bunlardan ibaret midir, hayır.

YAŞAMAK için yemeye ve içmeye muhtacız.

Varlığımızı devam ettirebilmek için zaruret miktarınca bile olsa bunların temin edilmesi gerekir.

Elbette ihtiyaçlar itibaridir. Kişiye göre zamana ve zemine bağlı olarak farklılıklar gösterir.

İstekler ve ihtiyaçlar dengesinin gözetilerek yol alınması kişiyi rahatlatır.

RAMAZAN ayı bize gerçek ihtiyaçlarımızı hatırlatır.

Diğer aylarda doymayan iştihalarımızın esasen bir tas çorba ile de giderilebileceğini gösterir.

Bir zeytin tanesinin, bir adet hurmanın, bir yudum suyun anlamı değişir. Öncesinde gözümüzün doymazlığı, nefsimizin kabaran iştahı sonucunda donattığımız sofraların anlamı birdenbire daralır ve ihtiyaçlarımızın aslında daha başka alanlarda olduğunu işaret eder.

ESAS ihtiyacımızın doymayan iştahlarımızı sınırlamak olduğunu öğretir.

Hırslarımızın bizi ne gibi insanlık dışı eylemlere sürüklediğini ve buna bir sınır çizmek lazım geldiğini hatırlatır. Başarı tutkumuz nedeniyle başkalarının canını nasıl acıttığımızı önümüze getirir ve buna bir çözüm getirme ihtiyacını hissettirir.

Öfkemizi yenmeye, kızgınlıklarımızı soğutmaya, kabalıklarımızı törpülemeye, bencilliklerimizi daraltmaya muhtaç olduğumuzu iyiden iyiye gündemimize taşır.

EN büyük ihtiyacımız Kur’an-ı Kerim ile hidayet bulmayadır.

Ramazan bizi takvaya eriştirecek bir hidayet ayıdır.

En çok buna muhtacız.

Bu sebeple yüce kitabımızla ihtiyaç ve hidayet ilişkisi kurmaya mecburuz.

EL-HADİ esması üzerinde yoğun düşünmeliyiz. Ramazan- Şerifin bu ilk günlerinde kalbimizin vahiyle gerçek bir hidayete ulaşması konusu ana gündemimiz olmalıdır. Eğer Rabbimizin kitabında tarif ettiği şekliyle hidayete talip olup nimet verilmişlerden olmayı arzu ediyorsak konuyu ciddiye almalıyız. Hidayete erişmek sadece bireysel midir? Hayır. Eğer bizler bu hususta gerekli hassasiyeti gösterebilirsek bu hidayet sancağının altına çocuklarımızda girecektir. Tezahürleri hem bizim hem onların üzerinde açığa çıkacaktır. Biz ne kadar doğruyu bulursak çocuklarımızda aynı olurlar. Manevi kazancımızı da bu yansımadan görmüş olacağız.

HACET namazları kılmak inanç hayatımızda vardır. Şekli ve faziletlerine ilişkin pek çok bilgi mevcuttur.

Ancak en büyük ihtiyacımızın hidayet olduğu gerçeğini unutmadan ve içine girme lütfuna eriştiğimiz şu mübarek ayı buna vesile edersek kazançlı çıkacağız.

Evet, insan olarak ihtiyaçlı varlıklarız. Ama en büyük ihtiyacımız hidayettir. Bu ise Kur’an’la mümkündür. Zaten Ramazan Kur’an ayı değil midir?

O zaman en büyük ihtiyacımız olan hidayeti Kur’an-ı Kerim ile bulmak niyazımız olsun.

Ya Selam!