“NASILSIN?” sorusuna Anadolu insanı genellikle hep aynı cevabı verirdi: “Geçinip gidiyoruz.”

Bu cevap kitap dolu çağrışımı içerir.

İrfan mayasıyla mayalanmış insanlar lafı çoğaltmayı bilmiyordu. İhtiyaç duymuyordu çünkü.

O sebeple hayatın kalbinden konuşuyordu. Gönlüne riya karışmamış bu insanların sözleri sade ve duruydu. Katışıksızdı. Kalpleriyle dilleri arasında ihtilaf olmadığından meramlarını iki kelimelik bir cümleyle ifade etmeleri yeterliydi. Gerçekten de geçinip gidiyorlardı.

TELEVİZYONLARDA “Geçmiş Zaman Olur ki…” tadında yapılan programlara rastlarsanız şartların tüm zorluklarına ve olağanüstü yokluklara rağmen aynı ahlakın izlerini en belirgin haliyle görebilirsiniz.

Geçim ehliydiler. Çünkü geçinmek istiyorlardı. Yaşamın kozasını muhabbetle örerek bu vatana ve millete hayırlı evlatlar yetiştirmek bu anlayışın hayırlı bir sonucuydu.

Kavgayı herkes yapabilirdi. Hırgür çıkarmak zor değildi. Şikayetçi olunabilirdi zira bunu gerektiren durumlar ziyadesiyle mevcuttu. Ancak bu çıkmaz sokaktı. Oraya girilmezdi.

PSİKİYATRİ uzmanlarının ve psikologların ofislerinin bu kadar yoğun olması çıkmaz sokakların çıkmak için zorlanmasından kaynaklanmıyor mu? Suyu tersine akıtmak istemenin verdiği acı neticeler değil mi? Yokuşlarda yorulmanın getirdiği mutsuzlukların olumsuz bedelleri olarak önümüzde durmuyor mu? Duruyor. Günümüz insanının güzel geçinmek gibi bir hedefi kalmadı çünkü.

Az ile veya mevcut olanla yetinmek gibi bir prensip hatırlanmıyor bile. Herkes konforundan birazcık bile olsa vazgeçmesini bırakın, bunu arttırmak için neredeyse birbirinin gırtlağına yapışacak.

Kendi hayatımızı yine kendimiz telef ediyoruz. Kendimizi infilak ettiren yine bizden başkası değil.

Çünkü doğru geçinme sanatından uzak düştük…

BENCİLLİĞİMİZ yarış atı gibi önden koşuyor.

Kendimizi özel ve önemli görmeyi abarttığımız için başkalarını gözlerimiz görmez oldu. Tek gaye kendi hedonik hazlarımız artık. Yorulmayı, emek çekmeyi, fedakârlık yapmayı alt sınıf insanların uğraşısı olarak görmeye başladık ve küçümsedik. İlişkilerde herkes artık “İnceldiği yerden kopsun” anlayışında… İncelen yeri sağlamlaştırma zarafeti ve merhameti yerini hoyratlığa terk etti.

HAYAT doğru geçinme sanatıdır, evet.

Bu rikkat ister. Derin düşünmeyi ve kapsayıcılığı zorunlu kılar. En az kendin kadar diğerini de düşünmeyi ve önemsemeyi mecburi sayar. Empatik esaslar ve şefkatli anlayış üzerinden yürür.

Ayrıca sadece insanla da sınırlı değildir.

Doğduğumuz dünyanın tüm unsurlarıyla aynı ailenin fertleriyiz prensibiyle muhatap olmayı gerektirir.

Kuşu ürkütemezsiniz. Kediyi tekmeleyemezsiniz. Köpeği kovalayamazsınız. Çimlere basamazsınız.

Suyu kirletemezsiniz. Toprağa hoyrat davranamazsınız. Havayı kirletemezsiniz. Size zarar vermeyecek olanlara zararınızı eriştiremezsiniz. Ne kendinize ne de çevrenize nobran zalimlikler yapamazsınız.

Hayatın doğru geçinme sanatı olduğunu tam olarak kavradığınızda seçmeci değil bütüncül ve kucaklayıcı davranmak zorundasınız.

Canlı veya cansız kimseye hor ve hakir bakamazsınız. Candaki canı incitemezsiniz.

Merhum şair ve yazar Abdurrahim Karakoç “İncitme” şiirinde ne kadar güzel ifade etmiş:

Gölgesinde otur amma / Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara / Toprak senden incinmesin.

Yollar uzun, yollar ince / Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce / Bıçak senden incinmesin.

Burdayım de ararlarsa / Doğru söyle sorarlarsa
Tabutuna sararlarsa / Bayrak senden incinmesin.

 

İl göçsün göçtüğün vakit / Yol yansın geçtiğin vakit
Suyundan içtiğin vakit / Kaynak senden incinmesin.

Toz konmasın sakın sana / Hakkı geçer halkın sana
Gücenmesin yakın sana / Uzak senden incinmesin.

HUZURSUZ ve mutsuz olmamak için doğru geçinme sanatını öğrenmekten kaçınmamak gerekir. Toplumsal ilişkilerin sağlıklı olması da yine buna bağlıdır. Birbirini kollamak, yardımlaşmak, merhamet ve şefkati kuşanmak, kimsenin işine karışmayıp kendi işine bakmak, müsamahayı yaygınlaştırıp tatlı dil ve güler yüzü esas kılmak, öfkeye fırsat vermemek ve kibirden uzak durmak hayatı doğru geçinme sanatı haline getirmenin sadece birkaç ön maddesidir.

Açık kalpli olmayı, yumuşak muamele etmeyi, kızgınlık biriktirmemeyi, tevazuyu, iş birliği içinde olmayı, yardımlaşmayı esas almayı, nezaketi elden bırakmamayı, saygıyı, özel alanlara taşmamayı, buyurgan olmamayı, takıntılı davranışlardan uzak kalmayı, kinciliğe saplanmamayı, emanet bilincini geliştirmeyi, kötülüğü iyilikle savmayı da elbette unutmamak icap eder.

Modern hayatın güzel getirilerini kendimizden uzak tutmayalım elbette ama eskilerin hayatın içinden süzüp en billur şekilde bize sunduklarına da gözümüzü, gönlümüzü kapamayalım. Ölüp gidiyoruz işte bu dünyadan. Bunca hoyratlık niye! Doğru geçinme sanatı doğruluğumuzun nişanesi olsun inşallah.

Ya Selam!