ÖZÜMÜZE DÖNELİM!..
İnsan yaratılışındaki dört unsurun ve doğada bulunan diğer taşların birbirlerinden farklı olmasıyla birlikte, etkileşim içerisinde bulundukları alakalı durum yaradılışlarındaki ortak alan olan yeryüzüne dayanmaktadır.
Doğada bulunan değerli taşlardan biri olan yakut, elmastan sonra en sert, altından değerli, eski çağlardan günümüze gelmiş nadide taşlardan biridir.
Yakut, estetik görünümlü efsanevi, edebiyatta benzetme ve manzumlara konu olan zarif ve çekici bir taştır. Kırmızı ve tonları sebebiyle aşkı temsil eder. Aynı zamanda saygınlık ve asilliğin sembolüdür.
Yakuta kırmızı rengini veren ise krom elementidir.
İnsanlarda doğadaki taşlar gibi renk ve yapı itibarıyla birbirinden farklıdır.
Toprak bir karışımdır. İnsanın yaradılışı da karışım olan topraktandır. Toprak renk ve yapı itibariyle karışım olmakla birlikte değişik bölge iklimine ve coğrafyasına göre de farklılık göstermektedir.
İnsanın tabiatındaki yaratılışa işaret eden hadis-i şerifte Rasulullah (SAV ) buyurdu ki; ‘’Allah-ü Teâlâ, Âdem aleyhisselamı yeryüzünün her tarafından alınan topraklardan yarattı. Bu sebeple neslinden, siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bu renkler arasında bulunanlar da oldu. Kimi yumuşak, kimi sert, kimi de temiz oldu.’’ [Ebu Davud]
Tasavvufta hakikatin farkında olan ile olmayan arasındaki fark, yakut örneğiyle benzetilerek şöyle ifade edilir;
Âma birinin eline kırmızı yakut verilir. Yakutun, âma için herhangi bir taştan farkı yoktur. Gözleri görmediği için elindeki yakutu evirir çevirir. Sert olma özelliğini dokunma duyusuyla bilir, lakin güzelliğini bilemez…
Onun bu güzellik ve zerafeti bilememesi, yakuttan bir değer kaybettirmez. Farkında olmadığı için sadece mahrum kalan kendisidir.
Nasıl ki taşların değerleri, taşıdıkları farklı özelliklere göre anlamlanıyorsa;
İnsanlar da inanç ve fikir gibi önem verdikleri olgu ve seçimlerle birbirinden farklı değerlere sahiptir. Bu değerlerle olgunlaşır. Yaşamını yönetir.
Olgun bir insanın değerini bilmeyen, ancak kendisi mahrum kalır. Olgun insan kendi değerinden bir şey kaybetmez.
Üzülerek belirteyim ki her şeyin özünden uzaklaştığı günümüz de;
Değerli taşların yerini imitasyon,
Değerleriyle olgunlaşan insanların yerini yine taklitçiler,
Doğal olan ürünlerin yerini petrokimyasallar alıyor.
Bunlar da madde olarak hem kısa ömürlü kullanışsız, hem de manevi olarak duygusuz, samimiyetsiz, hazdan yoksun bireyleri oluşturuyor.
Bu bireyler, insanı insan yapan unsurlardan uzak, boşlukta oldukları hissiyle gerçek anlam dünyalarından kopuyorlar. Meydana gelen bu kopmalar, onları gerçeği bulmak için çıktıkları yolda anlam arayışına yönelten bir topluluğa ulaştırıyor. Ulaşılan bu topluluk tatmin duygusunu sekülerizmde ararken neler mi oluyor?
Biz bizden iyice uzaklaşıyoruz.
Yapılması gereken ise kolay değil belki sadece basit.
Özümüze dönelim!..
Suzan ÖZÇELİK