DÇ - İttihád ve Teraqqî komitası
Bir zamanlar yazmıştım bu satırları. Lâkin yeniden hatırlatmak lazım bazı konuları ki çıkarılan dersler unutulmasın en azından...
Tarih bilgisi (ham bilgi olarak) çok yavandır. Tarihi, yaşayan şahitlerinin müşahadeleriyle (gözlemleriyle), yorumlarıyla okumak; tarih şuuru oluşmasında mühim bir faktör olmasının yanında bu ham ve yavan bilgiyi pişirir, tâbiri caizse yenmesini (anlaşılmasını) sağlar.
Söylemek zaid (yersiz) ama bendeniz kuru, yavan da olsa gerçek tarih bilgilerinin; doğruluğu teyid edilmiş rivayet (aktarım) ve yorumlarından bahsediyorum. Yalanlardan ve yalakaların düzmece rivayetlerinden, reddi mirâs (ceddini, neslini inkâr) ederek uydurulan ideolojik mitlerden değil..
Tarihin; kâmil, münevver, hamiyyet ve haysiyet sahibi şahitleri geleceğe uzanan yolda karanlığı ziyâlarıyla aydınlatan kandiller gibidir... Rehbersiz, ziyâsız, zifiri karanlık bir yolda karaltılara bakarak ne hakikati görebilir, ne de doğrularla buluşabilirsiniz...
Yakın tarihimizin; görüp duyduklarını en güzel ve en doğru şekilde aktaran hamiyyet sahibi tanıklarından Ahmet Refik (Altınay)’dan, onun “İki Komite, İki Kıtal” kitabından (Bedir Yay, İstanbul, 1999) yapacağım iktibasları (alıntıları) yorumlarken, Osmanlı’nın hazin sonunu getiren ihanette en büyük payın sahibi İttihat ve Terakki komitalarının nasıl da son zamanların (askerî ve sivil) karanlık yapılanmalarına benzediğini göstermek istemiştim..
Elbette uzman bir tarihçi olarak değil, kendi çapında bir okur–yazar düzeyinde olacak bu. Zaten gayemiz tarihî ahkâm kesmek değil, günün meşhur –gündemlerin birinci– hadisesine ışık tutmak, okurun, günceli tarihin ışığında anlamasında yardımcı olmak. Ve elbette okurda bir merak kıvılcımı çakmasına vesile olmak...
Ergenekon ismiyle meşhur edilen davâyı daha güzel ve anlaşılır ifade etmek babından bendeniz ona, DÇ (Derin Çete), DTÖ (Darbeci Terör Örgütü) gibi alternatif isimler önermiştim...
DÇ ile İttihat ve Terakki arasındaki benzerliği, DTÖ’nün ağabeylerinin izinde nasıl gittiklerini –bir yazı hacmine sığmayacağı için– birkaç makalede anlatacağım. Baştan özür diliyorum...
Ahmet Refik, İttihat’çıların altı yılda koskoca bir imparatorluğu nasıl yıktıklarını anlatırken halka nasıl eziyet, zulüm çektirdiklerini, kendilerine karşı olan ya da olma ihtimâli bulunan münevverleri, yazarları da (yakın zamanda Uğur Mumcu’ya yaptıkları gibi) nasıl ortadan kaldırdıklarını misâlleriyle anlatıyor. Anlattıklarını okurken haliyle mim koyacağınız yerler olacaktır. Ama başta söylediğim gibi tarihin tanıklarına hep saygı duyarım ben...
Ahmet Refik’in kitabına yazdığı önsözde Halûk Dursun, “Anadolu halkı Moskof mezâliminden Yunan mezâlimine, Ermeni çetelerinden kendi içinden çıkan çetelere kadar çok geniş bir kesimden, defalarca zulme uğramıştır. Hadiseyi (......) “tarihî devamlılık” içerisinde değerlendirmek gerekir. Uygun tarihî süreçten sadece bir kesiti, bütün cephelerden sadece bir mevzii ele almak bizi yanıltıcı sonuçlara götürecek bir yaklaşımdır” diyor..
Yazılanları bu minval üzere yorumlamaya çalışacağım. (devamı var) 03.09.2018