ÖZAL VE BAŞKANLIK

Gazeteleri tararken bir haber dikkatimi çekti.

“Anavatan Partisi (ANAP) Genel Merkezi’nden” yapılan yazılı açıklamaya dayandırılan haberde şöyle deniliyordu:

“Demokratik cumhuriyete dayalı hiçbir sistemde bir insana bu kadar yetki verilemez. Türkiye’nin böylesine ucube bir sisteme asla ihtiyacı yoktur. Bütün eksikliklerine rağmen bugünkü parlamenter sistem, önümüze konan bu ucubeden çok daha iyi, çok daha emniyetli sistemdir.”

Önce mizahi bir haber sandım.

Benim bildiğim Merhum Özal’ın 1983’te kurduğu Türkiye haritası şeklindeki petek üzerinde bal yapan arı amblemli Anavatan Partisi 2009 yılında Demokrat Parti ile birleşmişti. Ankara’da Balgat’taki genel merkezi de DP’ye devredilmişti.

Meğer iki yıl sonra aynı isim ve amblemle parti yeniden kurulmuş.

Genel Başkanı da Anadolu Üniversitesi mezunu İbrahim Çelebi imiş.

Cehaletimi bağışlayın.

Bu kişinin Vikipedi adlı internet sitesindeki özgeçmişinde yer alan bir ifade ise bana garip geldi.

“Dini” hanesinin karşılığında “Sünni İslam” yazıyordu.

Kendi iradesi ile mi konmuş, yoksa birisi dalga mı geçmiş bilmiyorum.

Yoksa 12 Eylül’ün gerilimli siyasi atmosferinin ardından “4 eğilimi birleştik” diyerek yola çıkan, birlik, bütünlük ve kardeşliği temel alan bir partinin yerine aynı ad ve amblemle kurulan partinin genel başkanının, mensubu olduğu dini bu şekilde adlandıracağına ihtimal vermiyorum.

Hoş… Yazının girişinde belirtilen ifadelerin de merhum Özal’ın görüş ve düşüncelerine uyan bir yanı da yok ya…

***

Milliyet gazetesi, Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın, bugün aramızda olmayan duayen gazeteci Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programında ifade ettiği başkanlık sistemi ile ilgili görüşlerini haberleştirmiş.

Şöyle diyor Özal:

“Başkanlık sistemi diyorum ben, başkanlık sistemi tabi Fransa gibi değil daha çok Amerika'ya yakın. Sebebini şöyle tahlil ediyorum; bakanların -benim kanaatime göre, bizim tecrübemize göre- parlamento dışından olması lazım. Çünkü altı senelik parlamento hayatımda şunu gördüm: Bakanlarla milletvekilleri arasına devamlı problemler giriyor. Çünkü bakanın da seçim kaygısı vardır, milletvekilinin de seçim kaygısı vardır. Aynı yerde veya aynı grupta olmadıkları takdirde birbirlerine zıt hareketler yapıyorlar ve dejenerasyon başlıyor.”

Özal, Birand’ın parlamenter sistemde Mecliste bir denetimin olduğunu hatırlatarak “Bir taraftan da tek adamlık tehlikesi çıkmıyor mu?” demesi üzerine Özal şöyle devam ediyor:

“Hayır, hayır. Bugün denetim yok. Ben tam aksini iddia ediyorum. Bugün denetim yok. Neden ? Çünkü hükümet koalisyon da olsa tek parti hükümeti de olsa meclise hakim oluyor. Meclis hiçbir araştırmayı geçirtmeyebilir isterse. Çok rahatlıkla. Halbuki öbür başkanlık sisteminde kuvvetler ayrımı var kesin olarak. O takdirde meclistir ve Amerikalılar buna 'Check and balance' derler, yani karşılıklı bir denge vardır. Cumhurbaşkanı'nın kuvveti vardır icra olarak; icra odur, buna mukabil Meclis’in de yetkileri vardır. Meclis bu sefer tam kontrol yetkisini yapar.

Sanki Özal değil de Erdoğan konuşuyor.

Yukarıdaki ifadeleri başındaki Özal kelimesini çıkarıp Erdoğan kelimesini koyun.

Hiç yadırgar mısınız?

Temelde bir farklılık yok.

Merhum Özal, bu görüşlerini hayata geçirebilmek için Cumhurbaşkanlığından ayrılıp aktif siyasete geçmeyi bile düşünmüştü.

“İkinci değişik hareketi” olarak nitelenen girişimin içinde yer alanlardan Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in verdiği bilgiye göre Özal, başkanlık sistem konusunda dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’i de ikna etmişti.

***

Özal’ın düşündüğü model ile bugün Meclis’te görüşülen model arasında benzerlikler olmakla birlikte mutlaka farklılıklar da vardır.

Ama geçmişte Özal ile birlikte siyaset yapanların bugün başkanlık sistemine külliyen karşı bir duruş sergilemeleri anlaşılır gibi değil.

CHP’nin, yıllarca eleştirdikleri 1982 Anayasasına kutsal kitap gibi sarıldığını gördükten sonra bunu da yadırgamamak lazım herhalde.