İşin sırrı bilmekte. Bilmeyenlere kızma, sinirlenme ve öfkelenme. Bilmeyenleri yargılama sakın. Bilmeyenler bir hata mı işledi, kusur mu yaptı. Sakin ol, sakin.

İşin sırrı bilmekte.

Bilmeyenlere kızma, sinirlenme ve öfkelenme.

Bilmeyenleri yargılama sakın.

Bilmeyenler bir hata mı işledi, kusur mu yaptı.

Sakin ol, sakin.

Buraya kadar yazdıklarım bilenler için.

Bilenlerin bilmeyenlere bakışını değiştirmek içindir.

Şimdi buradan sonra diyeceklerim, bilmeyenler için.

Gerçi bundan sonra söyleyeceklerim özellikle bilmeyenler için olsa da bilen ve bilmeyenler hep birlikte okusun, dinlesin.

Önce dikkatlerinizi bir ayet-i kerime'ye çekeceğim.

Zümer Suresi 9 ayetin en sonunda belirtilen "hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bunu ancak akıl sahipleri düşünür" şeklindeki ikaz, Dünya'da bizim ya kurtuluşumuz ya da (mazallah) hüsranımızın bir şifresidir.

Bu ikazı dinleyen ve anlayan kurtuldu.

Bu ikazı dinlemeyen ve anlamayan yandı.

Gel bilmeyen kişi bu noktadan düşün.

Gel bilen kişi bu noktadaki halini güçlendir.

Evet Dostlar! "Bilmek ya da bilmemek." İşte asıl mesele bu. İşte bütün mesele bu.

Şimdi size bu Mübarek Ramazan-ı Şerif içerisindeyiz ya.

İnsanız, Müslümanız, oruç tutmayıp da bunu alenen ifşa edenlere, hatta özelikle oruç tutmadığını göstermek istercesine yol ortasında ağzında bir şeyler şapur şupur yürüyen kerli ferli adamlara, koskoca insanlara, süslü püslü bayanlara kızıyoruz ve sinirleniyoruz ya.

'Bunlar hiç mi utanmıyorlar' diyoruz ya.

Kızmayalım, sinirlenmeyelim.

Çünkü bilmiyorlar.

Bilmedikleri için de utanmıyorlar.

Vallahi bilseler, utanırlar.

Şimdi diyeceksiniz ki, 'bilmek, bilmek, bilmek, hep bunu söylüyorsun, koskoca adamlar Ramazan orucu tutanlara saygıyı bilmiyorlar mı, saygıyı bilmiyorlarsa da, korkuyu, Allah'tan korkuyu da mı bilmiyorlar.'

Evet, evet, ne saygıyı, ne de korkuyu bilmiyorlar.

Bilselerdi, yapmazlardı. Bilselerdi korkarlardı.

Evet, asıl önemli noktayı belirteyim.

'Bilmek' derken kastım, 'kendini bilmektir.' Aksi halde 'tüm kitaplar okuyup tüm bilgileri öğrenip kendini bilmiyorsa bir kişi, bilmemek noktasındadır.'

Zaten Zümer Suresi 9. ayette beyan edilen 'bilmek' kavramı da 'kendini bilmektir.'

Yüce Rabbim (cc) bizden ilim ehli olmamızı istediğinden daha çok ve daha önce 'irfan ehli' olmamızı istemektedir.

İşte bu irfan, 'kendini bilmektir.'

Öyle insanlar var ki, ilmen üst noktadadır, ancak irfanen sıfır noktasındadır. Onlar bilmeyenlerdir. İşte onlar kendini bilmeyenlerdendir.

Bilmek ve bilmemek noktasında kendimden örekler vererek yazıma devam etmek istiyorum.

Ben ilim yönünden belli bir noktada ancak irfan bakımından sıfır noktasında iken çok çok hatalar yaptım.

Gençliğimde az da olsa hatalarım oldu.

Oruç tutmadığım, namaz kılmadığım günler oldu. Hatta şahsımın cahiliye dönemi dediğim 17-18 yaşlarında, 'içki içmiş, milli piyango bileti almışlığım var.' Tabi çok çok az bir zaman diliminde birkaç kez oldu o günahlar.

O küçük günahlara ve gençlik yılları hatalarıma şimdi bu yaşlarda bakıp büyük pişmanlık duyuyorum. Hatta utanıyorum. Bundan 42 yıl önce, içki içtiğim için utanıyorum. Bundan 42 ya da 43 yıl önce alenen yol ortasında oruç günlerinde, Ramazan ayında 'oruç tutmadığımı herkese gösterircesine' yürürken bir şeyler atıştırdığım için utanç duyuyorum.

Bilmediğim bir zamanda yapmış olduğum bir densizliğimi düşündükçe şimdi alenen oruç yiyenlere hiç kızmıyorum. Çünkü bilmiyorlar.

Yaşım 15 ya da 16. Ramazan ayı içerisindeyiz. Oruç tutmuyordum. Oruç tutmadığımı da herkesin bilmesini istiyordum. Elimde bir avuç çekirdek açıktan açığa yol kenarında yiyerek eve gidiyordum. Pazarcık'ta Eski Cezaevi'nin yanında Hızarcı Bilal Çakıl'ın işyerinin tam önünden bu densiz vaziyette, Ramazan ayında açıktan çekirdek çitleyerek yürüyordum. Rahmetli Bilal Emmi o halde beni görür görmez yanına çağırdı ve usulünce ikaz etti: "Oruç tutmasan dahi bunu herkese ilan etme. Gizlice ye" dedi.

Allah (cc) razı olsun, Hacı Bilal Çakıl, gördüğüm ve tanıdığım en hasbi ve en ihlaslı Müslüman idi. Hata yapanları, İslam'a aykırı halleri olanları gördüğünde ikaz eder ve uyarırdı. 'Emr-i bil maruf, nehy-i anil münker' vazifesini yaptığına şahid olduğum ender Müslümanlardandır Rahmetli Hacı Bilal Abi. Emr-i bil maruf, iyiliği emretmek, nehy-i anil münker, yanlışları yasaklamaktır. Yanlışların yanlış olduğunu insanların yüzüne karşı söylemektir.

Çağlayanceritli Rahmetli Hacı Bilal Çakıl'a Pazarcık'ta yaşadığı ve 'emr-i bil maruf, nehy-i anil münker' görevini yaptığı o günlerde 'deli' diyenler de vardı.

Ah, ah, ah, zaten bu toplumda bir kişiye 'deli' denilmeden 'veli' olunmaz ki!

Veli idi Hacı Bilal Çakıl. Allah rahmet eylesin.

Evet, tekrar kendi durumuma döneyim. Gençliğimde, kendimi bilmediğim günlerde yaptığım o hataya, alenen oruç yediğim günlere döneyim. Şimdi kendini bilen bir insan olarak aradan geçen 42-43 yıl sonrasında yaptığım o hareketten çok utanıyorum. Ancak o yaşlarda bilmediğim için hiç utanmıyordum. Ve daha da acı olanı o şekildeki bir hareketi densizlik değil, bir halt sanıyordum.

İşin sırrı bilmekte.

Gür sesle haykırıyorum: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Olmaz elbette.

Bilen insan 'veli' olmak yolunda ilk adımını atmıştır.

Yazımın en sonunda Rahmetli Hacı Bilal Çakıl (veli, bilen insan) için bir fatiha rica ediyorum. Ruhu şad olsun.