Okur-Yazar Oranımız Ne? – 2
Kitap okuma oranı ile gelişmişlik düzeyi arasında çok ciddi bir ilişki var. Gerçek manada okur sayısının fazla olduğu, okumaya da hatırı sayılır zaman ayıran toplumların aynı zamanda gelişmiş ve dünyayı yöneten ülkeler olduğunu görüyoruz. Bu toplumlar teknolojiye yön veren, kültürel faaliyetler bakımından da dünyaya önderlik eden ülkeler konumunda. İngiltere, Fransa, ABD, Almanya, Japonya bunların en güzel örnekleri…
Çünkü bu ülkeler daha fazla okuyor, daha fazla araştırıyor, daha fazla keşif ve icat yapıyor, daha fazla kültürel faaliyette bulunuyor ve bunları çok değişik yollarla ihraç ediyorlar. Çünkü bilgi güçtür; bilgi düşündürür ve sizi yeni bilgilere ulaştırır. Takip eden değil, takip edilen konumuna yükseltir…
Hemen aklımıza; “iyi de bu ülkelerin büyük bir bölümü sömürgeci…” şeklinde bir düşünce gelebilir. Buna bir soruyla cevap verelim; “tarihte teknolojik olarak geri bir ülkenin, ileri teknolojiye sahip ülkeleri sömürdüğüne kaç kere şahit oldunuz?” Sömürmek için bile çok okumaya, çok araştırmaya, üretmeye ve bunun getirdiği yüksek teknolojiye sahip olmaya ihtiyaç var…
Bu gün “dünya değişti, artık eski dünya yok” diyebilirsiniz. Ama ne yazık ki sömürü düzeni asla değişmedi, sadece şekil değiştirdi… Bu sömürü, kültür emperyalizmi yoluyla takip edenin takip edilene olan hayranlığı ve tüketim toplumlarının üreten ülkelere muhtaç hale getirilmesiyle çok daha güçlenerek devam ediyor. Formül basit; ileri teknoloji ile ürettiğin mamulleri ver ancak asla teknolojinin kendisini verme, silahı ver ancak o silahın nasıl yapıldığını zinhar öğretme, en gelişmiş telefonu, bilgisayarı, arabayı, uçağı ver ancak bunların nasıl imal edildiği ile ilgili bilgi ve teknolojiyi kesinlikle verme…
Bahse konu formüle kısaca “merkantilizm” deniyor. Kendi gelecekleri için mücadele etmeyen, nesillerini geleceğe hazırlamayan geri kalmış ülkeleri hep “pazar” konumunda tutmak… Onları uyutarak, üretmelerine ve teknoloji geliştirmelerine mani olmak… Bu yüzden tüketen toplumlar, üreten toplumların her zaman sömürgesi olmaya devam edecek.
Peki, bu ne zamana kadar böyle sürecek? Elbette daha fazla okuyana, daha fazla araştırana, bilginin peşinden yılmadan koşana ve nihayetinde ileri teknolojiyi üretmeyi ve bu alanda her daim dünyanın önderliğini yapar seviyeye gelene kadar… Toplumlar bunu başardığında ancak bir üst lige geçebilecek ve takip eden değil de artık takip edilen bir ülke haline gelebilecek.
Okur oranımızın, binlerce yıllık ve bütün dünyayı domine eden şanlı tarihe sahip bir ülkeye hiç yakışmadığı malum da acaba “yazar” oranımız ne durumda? Tabi ki “yazar” dan kastımız da sadece yazmayı bilen değil… Kitap, makale, deneme, hikaye yazan, araştırma sonuçları paylaşan; ülkenin gerek kültürel gerekse bilgi ve teknolojik olarak ilerlemesine katkı sağlayan “yazar” oranından bahsediyoruz.
Ne yazık ki bu oran da hiç iç açıcı değil. Bir araştırmaya göre; bir yılda ders kitapları hariç yayınlanan kitap sayısı Amerika'da 72 bin, Almanya'da 65 bin, Brezilya'da 13 bin, Türkiye'de ise sadece 6 bin civarında… Çünkü okur oranı ile yazar oranı arasında da sıkı bir ilişki var. Okumayan, haliyle bilgiye ulaşmayan ya da bilgi üretmeyen toplumlardan maalesef “yazar” da çıkmıyor. Başka bir pencereden bakarsak, bu ikisi arasında tavuk-yumurta ilişkisinin olduğunu da söyleyebiliriz. Okumadığımız için yazar çıkaramıyoruz, kaliteli yazarlar çıkaramadığımız için de okuyucuyu çekemiyoruz. Hülasa şimdi tekrar sormak gerekiyor; “ülkemizdeki gerçek okur- yazar oranı ne?” diye…