Gün geçmiyor ki, bir aile faciası yaşanmasın. Şiddete maruz kalan kadınlar çaresiz. Canavar koca dehşetiyle yüzlerce kadın yaralanıyor veya hayatını kaybediyor.
Gün geçmiyor ki, bir aile faciası yaşanmasın.
Şiddete maruz kalan kadınlar çaresiz. Canavar koca dehşetiyle yüzlerce kadın yaralanıyor veya hayatını kaybediyor.
Yetim kalan yavruların ahı semayı kaplıyor.
Yine bugün (25.11.2019) haberlerde vardı: Eskişehir'de kocası tarafından balta ile yüzü doğranan kadın 45 günlük hayat-memat mücadelesini kaybetti.
Hayatını kaybeden annenin babası feryad-ı figan ediyor ve diyor ki, 'Bu ne kin, bu ne öfke. Ne oldu bize?'
Evet, aynı soruyu herkes sormalı kendine; Ne oldu bize?
Bu soruyu sorduktan sonra her akl-ı selim vatandaşımız çözümü hükümetten beklememeli.
'Ben ne yapabilirim?' demelidir.
Bu ülke bizim ise,
Bu toplum bizim ise,
Ve aynı gemide isek,
Birbirimize yardımcı olmalıyız.
Ama nasıl?
Bizim mensup olduğum milletin mazisinde devlet-millet bütünlüğü vardı. Bu bütünlüğün kilit taşlarından biri vakıflardı. Vakıflar vasıtasıyla toplumda tesanüt oluşurdu. İnsanlar birbirinden haberdar olurdu. Muhtaç olan imkanlı olandan, imkanlı olan muhtaç olandan haberdardı.
Sosyal nizam muazzam ve muhteşemdi.
İmkanlı olan muhtaç olandan haberdar olurdu ve imkanlarını muhtaç olana intikal ettirirdi.
Nasıl mı?
Sadaka taşı ile.
İmkanlı olanlar, camii avlusunda bulunan sadaka taşına kimsenin görmediği zamanlarda imkanlarını koyardı. Muhtaç olanlar oradan ihtiyacı kadar alırlardı. Böylece 'veren', 'alanı' görmezdi ve 'veren' ile 'alan', her ikisi de Allah rızasını kazanmış olurdu. Böylece millet olmak şuuru güçlenirdi.
Sadaka taşı toplumu birbirine bağlayan binlerce örnekten biriydi. Böyle daha nice örnekler vardı. Zira millet ferdinin ağzında her daim 'Allah devlete zeval vermesin' duası vardı. Devlet de 'kerim' devletti ve her bir vatandaşını Allah'ın bir emaneti olarak görürdü. Halka hizmeti Hak'ka hizmet olarak görürdü.
Yukarıda sayılanlar milletimizin Tanzimat ve Islahat Fermanı öncesi dönemine aittir
Sonra ne oldu?
Çok şeyler oldu, çok.
'Teknik sahadaki eksiklerimizi tekemmül edelim' diye başlanan 'ıslahatlar' sosyal sahaya intikal etti. Batılıdan daha çok 'batılı' olmaya başladık.
Batının her 'şeyini' taklit derekesinde (derece değil. Anlamı için sözlüğe bak) ülkemizde tatbik ettik. Batılı toplumlarda görülen terk edilmiş ebeveynler anlayışı bize 'darülaceze' olarak intikal etti. İlerleyen yıllarda lisanımıza yapılan katliam ile bu kelime 'huzurevi' şeklini aldı.
Islahatlar 'devrim' haline geldi.
'Devirdik' ne varsa elimizde, avucumuzda.
'Devrimcilik' herkesin dilinde şarkı oldu yüz senedir.
Halen 'devirmeye' devam ediliyor.
Aile faciaları böylece uç vermeye başladı.
Evladı, kocası tarafından satırla doğranan Eskişehirli baba feryat ediyor; 'Ne oldu bize!' diye.
Devleti temsil eden bir kısım 'yetkililer', aile kutsiyetinin verildiği, vatan sevgisinin anlatıldığı ve İslam ahlakının nakış nakış işlendiği bir kısım vakıf ve derneklere ait binaları yıkıyorlar.
Kurban bayramına birkaç gün kala bir kısım vakıf ve dernek binalarına ait mezbahaneler bazı belediyeler tarafından kepçelerle yerle bir edildi.
Kurban bayramına birkaç gün kalmış, bütün hazırlıkları yapılmış, yüzlerce Müslüman, usulüne uygun ve hijyen şartlarına haiz kurban kestirmek maksadıyla sıraya girmiş beklerken, 'ansızın' kepçeler mezbahaneyi yıkıyorlar.
'Ansızın' teröriste baskın yapılması gerekirken töreyi Türk gençliğine ilmek ilmek işleyenlere yapılması ne hazindir !
Bu töre İslam'a aykırı olmayan töredir. Her yemek sonrasında devletin bekası için dua edilen töredir bu töre.
Toplumda yaşanan aile faciası hepimizi dilhun etmez mi?
Elbette eder.
Vatandaş olarak herkes elini taşın altına sokması gerekmez mi?
Elbette gerekir.
Ama öyle olmuyor işte.
Halkımızdan kuruş kuruş toplanan hayırlar, bir kısım 'yetkililer' tarafından kepçelerle yerle bir ediliyor.
Hiç kimse uyduruk mazeret aramasın.
Herkes biliyor ki, ülkemizin her yerinde bir kısım vakıf ve derneklere karşı başlatılan baskıların sebebi teknik değil, siyasidir.
Tamamen 'intikam' duygusudur.
'Ne oldu bize?' sorusunu herkes sormalıdır kendine.
Bundan 80 sene önce direnç noktalarımıza (din- dil ve tarih) cepheden saldırılıyordu, şimdi aynı siperde görünenlerden geliyor bu saldırı.
Sorarım size, hangisi daha tehlikeli?
Soruya dikkat: 'Hangisi daha tehlikeli?'
İkisi de tehlikeli ama hangisi daha tehlikeli?
Aynı gemideyiz.
Farklı kanaatlerimiz olabilir, farklı siyasi tercihlerimiz olabilir.
Birbirimize tahammüllü olmak mecburiyetindeyiz.
Kimse, kimseyi Vahhabi olmayı zorlamamalıdır.
Kimse kimseyi ateist veya deist olmaya da zorlamasın.
Ben şahsen insanların ehl-i sünnet İslam'ını tercih etmesini arzu ederim, fakat zorlayamam.
Bilirim ki, bizim ecdadımız bin yıldır ehl-i sünnet İslam anlayışıyla bu topraklarda huzur ve barışı temin etmişlerdi.
Lütfen germeyin milletimizi.
Hukukun üstünlüğü olmazsa olmazdır.
Hukuk herkese lazımdır.
Devletin varlığı ve mevcudiyeti adaletle mümkündür.
Devlet-millet bütünlüğünü sarsmamak lazımdır.