Almanya başbakanı Angela Merkel, Türkiye'ye kısa fakat muhtevalı
bir ziyaret yaptı. Önce başbakan Ahmet Davutoğlu'yla Başbakanlık
Dolmabahçe Dairesi'nde bir görüşmeleri oldu. Sonra Cumhurbaşkanı,
Recep Tayyip Erdoğan, kendisini Yıldız Sarayı Mâbeyn Köşkü'nde
kabul etti...
Burada zaviyeyi bir miktar malumat vermek lâzım:
Osmanlı Devleti'nde devletin idare edildiği 3 Saray vardır. Topkapı
Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı. Yıldız, son 3 padişahın,
Abdülhamid, Reşad ve Vahideddin Han'ların ikametgâhıdır.
Alman-İttihatçı "stratejik ittifakı"yla Türkiye, Almanya saflarında
"Harbi Umumi"ye girdiğinde karar mercii Yıldız Sarayı idi. Geçmiş
yazılarımızda İstanbul'u "Yazlık Başkent" olarak teklif ederken
Cumhurbaşkanlığı Sarayı için de Yıldız Sarayı'nı göstermiştik.
"Devlette devamlılık" fikrinden hareket ediyorduk. Nitekim sn
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Almanya başbakanını Yıldız'da kabul
etmesi, Devlet-i Ebed Müddet ve devlette devamlılık fikrinin
mânidar bir tezahürüdür. Şansölyenin Yıldız Sarayı'nda ağırlanması
bir tesadüf değil, tarih şuuru ve devlet vakarının ifadesidir.
Tarihe ve müzakere edilmedik gerçeklere atıftır.
Almanya'nın Karadeniz'e sevk ettiği Türk bayrağı çekilmiş Goeben ve
Breslau adlı iki kruvazörünün Rus limanlarını topa tutmasıyla harbe
dahil olduk. Dünya Harbine girerken, mesele Yıldız'daki Sultan
Reşad'a arz edilmemişti, Meclis-i meb'usan'ın haberi ve kararı
yoktu. Buna mukabil erkânı harbiye-i umumiye reisliği/genelkurmay
başkanlığı, 1. Kurmay Başkanlığı'na Alman Alb. Bronsart Von
Schellendorf getiriliyordu. Çanakkale Harbi'nin komutanlığına ise
Yahudi asıllı bir Alman olan Tümg. Liman Von Sanders daha evvel
tayin edilmişti. Bizim tarih fukaralarımız ise Çanakkale komutanı
olarak Mustafa Kemal'i bilirler. Almanya savaşta mağlup olunca,
Türkiye de hükmen mağlup sayılıp parça parça edildi. Bugünkü
Suriyeler, Iraklar, Filistinler, Yemenler vs bu hikâyenin
mahsulüdür. Almanya ile böyle bir cephe arkadaşlığımız vardır.
Biz, Almanya sevdası uğruna bir imparatorluğu feda etmiş bir
milletiz. Buna rağmen aynı Almanya, II. Cihan Harbi'nden yıkılmış
olarak çıkınca, işçilerimiz 1960 başlarında oraya giderek onları
ayağa kaldırdılar.
Hakikat bu iken biz Türk milleti, Türk devleti, izahı mümkün
olmayan meçhul sebeplerle Almanya'dan hep çektik. Birtakım vakıflar
içeriyi karıştırdı. Daha ağırı ise Türkiye'ye karşı el altından
PKK'ya destek oldu.
18 Ekim 2015 Pazartesi günü Büyük Türkiye Başbakanıyla
Cumhurbaşkanının Suriye, Suriyeli mülteciler dramı, Türkiye'ye
musallat edilmiş terör ve terör örgütleri, Avrupa Birliği... gibi
konuları görüştükleri başbakanın temsil ettiği devletle bizim
devletimizin böyle bir mâzisi vardır.
Hâdiselerin yaşandığı ân, kesişme noktasıdır. O noktanın bir de
mâzi diye geriye doğru ve istikbal diye de ileriye doğru kanatları
bulunur. Biri eldeki malzemedir, diğeri, üzerinde çalışılacak
malzemedir. Bunlar bilinmeden ânlık vaadleri esas almak yanıltıcı
olur.
Daha 3 ay evvel, bir Filistinli çocuk sn Merkel'e gözyaşları içinde
"ana dilim gibi Almanca biliyorum, beni dışarı göndermeyin!"
diyordu. Çaresiz yavru sığındığı yerde kalmak istiyordu. Şansölye,
yalnızca çocuğun yanına kadar giderek çenesini okşadı ve "yapacak
bir şey yok!" dedi. O Filistinli kız çocuğunun gözyaşlarını da
unutmayacağız.
Suriye'ye sinsi Arap Baharı gelip de iç harp çıkalı 4 sene oldu.
Milyonlar Suriye dışına hicret ettiler. Yüz binler öldü. Dehşetli
bir insanlık felaketi yaşanıyor. Türkiye, 2.5 milyon mülteciyi
bağrına basmış vaziyette. Bu zaman zarfında ne Almanya'nın ne hiç
bir "medeni" devletin kılı kıpırdamadı. Akılları, fikirleri petrol
için Orta Doğuda yer tutmakta.
Ne zaman ki Suriyeli mazlumlar, boğulmayı, kovulmayı, açlığı,
dayağı göze alıp AB kapılarına dayandılarsa AB liderleri, dramı
yeni gördüler. Onlar da ikiye ayrıldılar biri Macar başbakanı
Viktor Orban gibi insafsız, diğeri de Alman başbakanı gibi
diplomatik olanlar.
Angela Merkel, İstanbul'da her konuda çok güzel konuştu. Fakat
cümlelerini "bu tabiî sadece bizimle bitmez; AB devletlerinin de
kabulü gerekir"le ihtirazi kaydıyla bağlamakta.
Şüphe edilmesin; bu ümit verici taahhüt ve vaadler burada kalır.
Bahsi geçen 3 milyar avronun Ankara'ya ödenmesini de uzak ihtimal
görüyoruz. Bir miktar para yardımıyla işi kotarmaya çalışırlar. 4
mevzu da zaman içinde unutulmaya terk edilir. Biz yanılalım isteriz
ama... onlarca senedir zaten bu sözleri duya geldik. Ortada yeni
olan sadece Suriye ve onunla irtibatlı problemlerdir.
Bu sebeple inanmakta zorlanıyoruz.
Gerçekler acı olur...