Din, bizi dünya ve ahiret saadetine erdirmek için gönderilmiştir. Dini korumak hatta yaymak mü’min olmanın en tabii gereklerindendir. Her mü’minin, dinine neler kazandırdığı konusunda kendini muhasebe etmesi kadar tabii bir değerlendirme yoktur herhalde. Okunan ezanlara icabet ederek, sesinin yayılmasına destek vererek, Kur’an’ı okunan ve amel edilen bir kitap haline getirerek, onu başka insanlara da ulaştırmaya çalışarak dine destek olmak iman gereğidir.

Dinin bize ulaşması böyle olmuştur. Kendi açımızdan ve dinin bütünü açısından, dinimiz için neler yapabildiğimizi kesinlikle muhasebe etmeliyiz. Yeryüzündeki mü’min insan sayısının artması veya iman eden insan sayısının azalması bizim için oldukça yoğun ilgilendiğimiz işler olmalıdır. Elbette önce kendi imanımızı düşünür, değerlendiririz; ama bir kişinin daha mü’min olarak yaşaması çok önemlidir.

Yeryüzündeki her mü’minin en tabii hali bu olmalıdır. Bize dünya ve ahiret saadeti kazandıracak olan dinimizi seccademizle beraber düremeyiz. Dinimizin bize kazandırdığı ile bizim dinimize kazandırdığımız arasında bir mukayese belki mümkün olmaz şeydir; ancak bizim dinimize verme konusundaki arzumuz oldukça önemli bir göstergedir.

Müslüman’ın dini için düşünmesi gereken bu iken, bunun ötesinde dini üzerinden dünyevi menfaat edinmeye çalışması, dinini hırsına köprü edinmesi nasıl yorumlanabilir? Müslüman dinine zarar verebilir mi? Ya da dinine zarar veren nasıl Müslüman olur?

Ka’b radıyallahu anh hadisinden anlaşılan odur ki, bir Müslüman’ın mal ve makam hırsı onun dinini hırpalamaktadır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iki şeyi öne çıkararak Müslüman’ın dinine zarar verme noktasındaki tehlikeye dikkat çekmektedir: Mal ve makam.

Bu da gösteriyor ki, Müslüman’ın evinde veya köyünde takva bir hayat yaşaması ile mal ve makam sınavına tabi tutulacağı bir zemindeki takva düzeyi aynı değildir. Mal ve din, makam ve din bir araya geldiğinde büyük bir risk söz konusu olmaktadır. Bu riskin varlığı bir açıdan kaybetmeye, öbür açıdan da daha büyük ecir kazanmaya neden olmaktadır.

Başka bir ifadeyle mal ve makam söz konusu olduğunda daha büyük bir kazançla karşılaşmış olmaktayız. Kazanılacaklar büyüdükçe tehlike de beraberinde büyümektedir. Hayatın bütününe imtihan gözüyle bakan bir Müslüman için burada anlaşılamayacak bir durum yoktur. Nefsin daha çok öne çıkmak istediği ne varsa orada imtihan ağırlaşmaktadır. İmtihan ağırlaştıkça da beraberinde kaybetme riskini ve kazanınca da büyük kazanma umudunu getirmektedir.

İslam’a düşman cephelerin ona zarar vermesi, bir zarar olarak alındığında nasıl Müslüman o zarar vermeye karşı kendini savunma görevinde görüyorsa, burada dine zarar vermekten söz edilen hususlarda da dinini savunma mesuliyetini dikkate almalıdır. Buradaki savunma, zararın nasıl oluşabileceğinden başlayıp savunma için neler yapabileceğine kadar uzanmalıdır.

Kâfirlerin dine saldırmaları halinde dinini savunan Müslüman, kendisi veya başka bir Müslüman’ın mal ve makam eksenli bir hırstan kaynaklanan zararına karşı duyarsız kalamaz. Eğer zarar gören dinse, bu zararı bir kâfirin vermesiyle bir mü’minin vermesi arasında bizim dinimizi korumamız açısından fark görmüyor olmamız gerekir.

Kâfirlerin saldırısında camiler ve minareler zarar görürken, mü’minin mal ve makam hırsından kaynaklanan zararından direkt cami zarar görmüyor, minareler yıkılmıyorsa da en azından o mü’minin cami bağı, minare bağı zarar görmektedir. Meseleye dışarıdan saldırma veya içten çürüme mantığıyla bakıldığında da konu açık bir zeminde anlaşılır olacaktır.

Mal Makam Hırsı

Mala yabancı değiliz. Allah Teâlâ’nın bünyemize yerleştirdiği şehvetlerden biri de mal şehvetidir. O bizi sevmese de biz malı çok severiz. Malı seviyor olmamız da bizi ‘kötüler’ listesine sokmaz. Çünkü tehlikeli olan malı sevmek değil, malı hedef haline getirmektir. Mal düşkünlüğü çığa dönüşüp mü’minin dinini ezmeye başladığında sakınca da başlamıştır. Bunun dışında mal, diğer şehvetler gibi bir şehvettir. Değil kötü olması, daha iyi bir Müslümanlık için gereklidir de.

Gözü kör eden bir mal hırsı helak eder. Karunlaşma sürecine giren bir mü’minin, gitgide dinini ezmesi mümkündür. Şüphesiz böyle bir mü’min, dinini inkâr ederek onu ezmiş olmaz. O zaman zaten mü’min değildir. Dininin malla ilgili hükümlerini yok saymaya başladığında mal hırsı dinine zarar veriyor demektir. Faizle ilgili hükümlerde gevşeme belirtileri bunun bir örneği olarak ele alınabilir.

Fıkıh hükümleri açısından hesabı verilemeyen her kuruş buna bir örnek olarak görülebilir. Kuruşun bir birim olarak küçüklüğü veya büyük kabul edilen bir birim olması da çok önemli değildir. Önemli olan şudur: Allah’a kulluk sözü veren mü’min bir insanın, bu sözünde gevşeme anlamına gelebilecek bir meyil gösterip göstermediğidir. Damlaların göl oluşturduğu gibi kuruşlardan da haram bir servet, kulluğu hırpalayan bir yaşam tarzı oluşabilir. Devam edecek inşallah…