Mahlûk, yani bir damla Su’dan var edilen, belli belirsiz bir çiğnemlik et parçası, bakıma, korumaya, kollanma, yedirilme, içirilme ve temizlemeye uzunca bir müddet gereksinim duyan mahlûk; sahip, yani RAB’lık iddiasında olduğunu fark edemiyor bir türlü.
O’ benim, bu benim, şu benim demenin bir sahiplik, RAB’lik olduğunun farkına varamayıp savurup duruyor edepsiz mahlûk!
Sözlükte "Rabb" kelimesi Mâlik, yaratıcı, sâhip, bir şeyi ıslâh eden, terbiye eden, efendi anlamlarını ifade etmektedir. Yani Malik ve yani sahip olmak demek tasarruf yetkisine sahip olan, istediği gibi kullanma yetkisi elinde olan, kudreti altında olanlara istediği gibi davranma yetkisine sahip-malik ve idareci anlamlarına gelmektedir.
Bak şu mahlûka!
Bir saniyesine bile hâkim olamadığı bir dünya üzerinde duraksız, limitsiz ve edepsizce tasarruf yetkisine sahip olduğunu iddia etmek ve genişçe bir kitleyi de bu ilizyonist gösterinin akılsız havarileri kılarak uçuk kaçık şarkıya eşlik etmelerini sağlamak…
Oysa bir sineğin kendisinden kaptığını almaktan yana hor, hakir ve çaresiz kalan mahlûkun sahip ve üstelik malik ve durduramayıp, tutamayıp, tutmak istemememin şehvetine kapılık RAB’lik iddiasına soyunması nasıl bir edepsizlik!?
Oysa İnsan ve İslam olmak herkesi ve her şeyi yerli yerine koymak değil miydi!? Kul ile Allah arasında ki farkın Halik ile Mahluk, Mahluk ile Malik arasında ki fark kadar olduğunu bilmek, kanıksamak ve öylece teslim olmak demek değil miydi!?
Kuran’ın bütün emirlerini bir cümle içine sığdırmak istersek eğer Rab ile Kul, Mahluk ile Sahip arasında ki çalışma sistematiğine tabi olmak ve sınırlar içerisinde kalmak olduğunu söylesek itiraz edecek kaç Kuran ehli çıkar ki!?
Madem ki O’ Alemlerin Rabbi, sahibi, Halik’i, yöneten, tasvir ve takdir edeni; Geriye ne kalıyor senin, benim ve diğerinin sahip olacağı!?
Üç kilogram et dağıtmayı kurban kesmek zanneden, kendisine ait olanı, sahip olduğunu iddia ettiği şeyin dağıtımında ki kibri, küstahlığı ve enaniyet gösterisini kurban etmesi gerektiğini bilmeyen kişinin dağıttığının murdar olduğunu söylemek bile israf değil midir!?
Mahlûk, mahlûk ile kurduğu Rabıtayı Rabbi ile kurmak zorunda olduğunu boşlamış, had, hudut ve sınır kavramlarını kavrayamamış ve dolayısıyla edepsizliğin içerisine gırtlağına kadar gömülmüş ve dolayısıyla RAB olduğunu ilan ettiğinin şehveti ile nasıl da genleşiyor üç gün sonra terk edeceği hayata karşı…
Her gün ve üstelik çok büyük sayılarda ölümün yaşandığı bir dünya da SAHİPLİK iddiası, inanç ve aldatmacası değil midir dünyayı yaşanılmaz kılan!?
Kimdi şu evin, şu arsanın, tarlanın, bağ ve bahçenin ilk sahibi!? Sahip olmak için çıldırasıya paraladığın şeye kısacık bir zaman dilimi içerisinde tapu denilen bir başka uyuşturucunun etkisinde kalarak ‘’ Benim, sahibi benim ‘’ demenin dayanılmaz küstahlığının el, ayak ve zihinlerimizde ki prangaları değil mi dünya ve ahiretimizin katili!?
Özgürlük, haddi bilmek, prangalardan kurtulmak, tasasız, endişesiz, sakin ve huzurlu bir hayat sürmek ve sahip oldum zannı ile bağımlılığın, köleliğin sayı ve çeşidinden kurtulmak değil miydi!?
Çırılçıplak geldiğimiz bir hayattan yine çırılçıplak gideceğimizi unutmak, sahip olduğumuz gafletine bodoslama dalmak ve günün sonunda hiçbir şeyin sahibi olmadığımız ve olamayacağımız gerçeğini her gün ve üstelik sayısız kez şahit olup ders alamamak nasıl bir edepsizlik!?
Nasıl da tatlı değil mi şu sahip olmak!?
Ev aldım!
Araba aldım’
At, yat, kat aldım derken ki iç dünyamızda ki şehvetin debdebesi, egomuzu müthiş bir ton da kaşıya durduğu zaman CEHENNEME BİLET KESTİĞİMİZİN FARKINA VARAMAMIŞ OLMAKTAN DAHA BÜYÜK BİR FAKİRLİK…!