Bir küçücük soba, üzerinde bir çaydanlık ve fokur fokur kaynayan su etrafında, birkaç ahbap, birkaç eş dost ile mutlu olurduk, “zemheri kış gününde çayın demini almasını beklerken.” Hiç umurunuzda değildi, borsa, döviz ve “lanetlenmiş faiz.”
Bir küçücük soba, üzerinde bir çaydanlık ve fokur fokur kaynayan su etrafında, birkaç ahbap, birkaç eş dost ile mutlu olurduk, 'zemheri kış gününde çayın demini almasını beklerken.'
Hiç umurunuzda değildi, borsa, döviz ve 'lanetlenmiş faiz.'
Esasında anlamazdık da ekonomiden, mevzu değildi hiçbir vakit asgari ücret, memur maaş artışı da ne ola, bilmezdik, düşünmezdik.
Ekonomik tedbirler yoldaymış, 'faizler düşerse şu olur, döviz yükselirse bu olur, borsa düşerse o olur,' hiçbiri bize bir sohbet gündemi olamazdı.
Küçücük soba etrafında kırılmış ve yakılmaya hazır odun parçaları varsa, pencerelerdeki cam sağlam ve dışarıdan içeriye soğuk sızmıyorsa ve karnımızı doyuracak yufka ekmek var ise yanında birkaç zeytin ve beyaz peynir ile birlikte, 'bizden kralı yoktu.'
Bizim memlekette yufka ekmeğine 'ev ekmeği' derler. Yufka ekmeği konuşma sırasında 'yuka' ekmeği olarak telaffuz edilirdi. Rahmetli Babam 'yuka ekmeği' diye söylerdi ev ekmeğini.
Ev ekmeği adından da anlaşıldığı üzere evde yapılır. Hamurlar hazırlanır, bahçeye ocak yakılır. Ocağın üzerine sac konur. Oklavalarla açılan hamurlar geniş ve daireye benzer bir şekil aldığında ve ipince bir hale kadar oklava ile üzerinden gidildiğinde, o hamur sacın üzerine özenle yerleştirilir ve evraaç dediğimiz bir başka tahta alet ile sağa-sola, alta-üste sürekli çevrilerek hafif kızarana kadar pişirilirdi. İşte böylece onlarca pişirilen ev ekmeği üst üste konarak büyük tepsiler içerisinde ya da bir tahta tel dolap içerisinde muhafaza edilirdi.
Bir de eskiden tel dolap vardı. Eskiden buzdolabı olmadığı günlerde, insanların yiyeceklerini, gıdalarını içerisine koydukları tel dolabı mevcuttu. Babam aynı zamanda tel dolabı ustası idi. Çocukluk günlerimde Babamın birçok tel dolabı imal ettiğini ve o dolabı sahiplerine teslim etmek için çok taşıma yaptığımı hatırlarım. Tel dolabı siparişi veren kişilerin evleri uzakta ise tel dolabını bir at arabası üzerinde taşırdık, eğer ev yakınsa bir ucundan Babam tutar, diğer ucundan da ben tutarak terleye terleye, zorlana zorlana tel dolabını götürürdük. Şimdiki çocuklar ve gençler tel dolabını bilmedikleri gibi, taşıma maksadıyla kullanılan at arabasını da bilmezler.
Eskiden evinde bir tel dolabı olan ve içerisinde de yiyecekleri bulunan mutlu idi.
Bir toplumda mobilya eşyaları dediğimiz eşyalar ne kadar çoksa, o evde mutluluk o kadar azdır.
Evlerin içerisi sade olmalıdır. Şimdiki evlerde insan kendisini sanki Firavunların piramitlerinin içerisine girmiş gibi hissediyor. Heykeller, vazolar, gerekli-gereksiz sehpalar, onlarca koltuklar-sandalyeler, cilalı-boyalı dolaplar, daha neler neler var. 'İnsanın bu kadar eşya içerisinde küçülmesi sözkonusudur.'
Eşyalar insanları küçültür mü? Evet küçültür. Ne kadar fazla eşya var ise bir odada, insan o odada o kadar küçülür. Hele bir de eşyalar kocaman kocaman ise insan sanki bir cüceye dönüşür o dev gibi eşyaların yanında.
Evet, yazımın konusu 'küçük şeylerden mutlu oluyorsanız mutlusunuz.'
Eşyalar aldıkça aldırır kendisini. 'Şuyum da olsun, buyum da olsun' diyerek evdeki eşyaları çoğaltan insan mutluluğunu çoğaltmaz. Tam tersi mutsuzluğunu çoğaltır. Çünkü her aldığı ev eşyasından sonra başka bir şey ister. O da insanı hep arayışa iter.
'En mutlu insan, evde en az eşyaya ihtiyaç duyan insandır.' En az ve en basit eşya ile yetinen insan en mutlu insandır.
Şimdi yazımın bu noktasında bir hatıram canlandı.
Yıl: 2016
Gaziantep'in bir köyünde yaşadığımız bir anı:
Bir genç kız 20 TL diye söylediğimiz börek tahtasının fiyatını çok buldu.
Biz kıza "sen kaç lira dersen o olsun" dedik. 'Hatta istersen hiç para verme, bu börek tahtası sana hediyemiz olsun' diye belirttik.
Kız, "10 liraya olur mu" dedi. Biz de "tamam" dedik.
Zaten biz de para kazanmak ve ticaretten çok yaşlı Babamın hoşnutluğu olsun ve evin yanındaki küçük tezgahta elleriyle yaptığı ekmek, börek tahtaları, iskemle, evraaç, oklava gibi ürünler işe yarasın diye hafta sonları köy köy geziyoruz.
Asıl anlatmak istediğim bu değil.
Kız börek tahtasını aldıktan sonra etrafındaki köylü kadın ve kızlara "bunu çeyizime koyacağım" diye gözlerindeki büyük ışıltı ile seslenişi vardı ki, asıl önemli olan buydu.
Babalarından dolayı şehirlerde trilyonluk servete sahip zengin kızları çeyizine trilyonluk eşya koysalar öyle mutlu olamazlar
'Küçük şeylerden mutlu oluyorsanız mutlusunuz. Yoksa hiçbir şeyden mutlu olamazsınız.'
Vesselam.
Bu vesile ile Rahmetli Babamı bir kez daha sevgi ve özlemle anıyorum. Babam Marangoz Mehmet Usta 5 Kasım 2022 tarihinde rahmet-i rahmana kavuştu. İyi bir usta idi. Yaptıkları ahşap tahta ürünlerini elleriyle yapardı. Hızarı olmadı hiçbir zaman. Elinden emektar idi. Helalinden yer içerdi. Elhamdülillah mutluyduk, zengin değildik, eşyalarımız az idi, ancak çok mutlu idik.
Yazımın en sonunda Marangoz Mehmet Usta isimli şiirimi sunuyorum.
MARANGOZ MEHMET USTA
Bir elinde keser, bir elinde bıçkı.
Ekmeği için çalıştı Mehmet Usta.
Nice nice kapı, pencere ve çatı.
Binlerce eser bıraktı Mehmet Usta.
Köy köy helal rızkının peşinde koştu.
Çalışmaya giderken cebi bomboştu.
Az kazansa da gönlü huzurlu, hoştu.
Yalnız Allah'a şükretti Mehmet Usta.
İsa Peygamberin mesleğini seçti.
Hızarı olmadı, kol gücüyle biçti.
Yalnız helal yedi, yalnız helal içti.
Hep en güzelini yaptı Mehmet Usta.
Marangoz Mehmet Usta'dır benim babam.
Saygı, sevgide baştadır benim babam.
Şu an, seksenli yaştadır benim babam.
Tam yedi çocuk yetiştirdi Mehmet Usta.