Allah, ilk insan Hz. Âdem’i (as) yarattığında ona eşyanın isimlerini öğretti. İslâm terminolojisinde bu olaya “Talim-i Esma” adı verilir. İlim öğrenmenin diğer bir manası da eşyanın isimlerini öğrenmek demektir.
Allah, ilk insan Hz. Âdem'i (as) yarattığında ona eşyanın isimlerini öğretti. İslam terminolojisinde bu olaya 'Talim-i Esma' adı verilir. İlim öğrenmenin diğer bir manası da eşyanın isimlerini öğrenmek demektir.
Eşyanın hakikati; Allah'ın esma-i İlahiye denen güzel isimlerinin ortaya konulmasından ibarettir. Hz. Âdem eşyanın isimlerini öğrenerek İlahî isimler ile Allah'ı tanımak gibi derin ve geniş bir bilgiye erişmiştir. Zaten insanın arzın halifesi olarak yaratılması ancak ilimle mümkün olabilirdi. Etrafımızda gördüğümüz her şeyin şeklinden, yapısından, mahiyetinden, duruşundan, hareketinden, tabiatından, büyümesinden, ölümüne kadar meydana gelen olayların açıklanması işte ayetlerde geçen talim-i esma hakikati ile izah edilebilmektedir.
İşte 'Hazreti Âdem Babamızın en büyük mu'cizesi ve mesleği 'talim-i esma' hakikatidir. Bu hususu insanın diğer canlılardan niçin üstün tutulduğu sorusunun cevabıdır. Kuran'da bu konu hakkında ayetler bulunmaktadır. Hadis-i Şeriflerle de mesele açıklığa kavuşturulmuştur.
Allah, yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklere bildirdiğinde, onlar bunu anlayamazlar. İlahî iradenin hikmetini, kendilerine mahsus bir lisanla sorarlar. Bunun üzerine Rabbimiz, Âdem peygambere bütün isimleri öğretir ve melekleri bir imtihana tabi tutar.
İşte Âdem babamızın mesleği olduğu gibi bütün canlılardan üstün tutulmamız 'talim-i esma' iledir. Kuran'da geçen ayetlerde ve dini kitaplarda bu konuya geniş yer ayrılmıştır.
İnsanın yaratılan bütün varlıklara karşı üstünlüğü 'talim-i esma' ile mümkün olmuştur. Bakara Suresi 31. Ayet'te; 'Ve allemel Âdeme esmae külleha' geçen 'Ve Âdem'e bütün isimleri öğretti' meselesi bunun en büyük delilidir.
Bu ayet bütün insanların pederi olan Hazreti Âdem'in en büyük mu'cizesidir. Talim-i esma ile insanoğlu; melekler de dahil olmak üzere bütün hayat sahipleri arasında en üstün mertebeye çıkmıştır. Bunun mahiyetini 'Âdem'e secde edin'. Âyeti ile anlıyoruz.
Fakat İblis, Allah'ın emrine karşı gelerek isyan etti ve dedi ki; 'Ben çamurdan yarattığın kimseye secde eder miyim!' İşte bütün melekler: 'Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederiz! Senin bize öğrettiklerinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Muhakkak ki sen Âlim ve Hakîmsin' diyerek bu talim-i esma hakikatini tasdik etmişlerdir.
Kendi nevinin üstünlüğünü dava eden İblis ise talim-i esma hakikatini anlayamamıştır. Çünkü öyle güçlü bir kibri vardır ki; kendisini ebedî olarak azaba sokmuştur. Allah, Şeytanı lanetlemiştir.
Ne yazık ki; insanoğlunun büyük bir kısmı dahi bu ayetlerin manasını anlayamamış idrak edememiştir. Allah'ın güzel isimlerini öğrenme konusunda çok cahildir. Aynı İblis gibi kendini büyük görerek; talim-i esmayı ve Kuran'ı öğrenmek için çaba sarf etmemektedir. Halbuki insan, bütün mahlûkatın üzerinde bir makama çıkaracak olan Allah'ın güzel isimlerine yapışsa; hem bu dünyada hem de sonsuz ahirette saadete erişecektir.
Psikolojinin temel kuramlarını ele alarak, esma-i hüsnanın derin anlamlarına doğru bir tefekkür yürüyüşü yapabiliriz. Allah'ın güzel isimlerinin sınırsız anlamlarını, içimizde açılmayı bekleyen duygulara dokundurarak, heyecanlı bir yolculuğa çıkmak mümkündür.
Kuran'ın esma talimi, insanın tüm zamanlara ve mekanlara uzanan duygulanımlarını kucaklayan, geliş gidişlerine refakat eden, duygularının en uzak noktalarına uzanabilecek bir tefekkür dünyası sunar.
Esma-i hüsna, dünyanın fuzuli işlerinde boğulmuş, arzın darlığına mahkûm olmuş insan ruhuna eşsiz bir fırsat sunar. İnsan aklı ve duyguları bu sayede güzel isimlerin tecellileri ile aydınlanmaya başlar.
Allah, insanı dünyanın halifesi olarak yaratmıştır. Hayvanlardan cinlerden ve meleklerden farklı ve daha yüksek kabiliyetleri vardır. Mahlûkatın en şereflisi olduğu halde hayvanlardan daha aşağıya düşecek özellikleri de bulunmaktadır. İşte Şeytan gibi kendisini üstün görmeye başladığı anda isyan etmeye başlamış olmaktadır.
Eğer insan, kibir ve enaniyetinden vazgeçmez, af dilemez ise kendisini çok kötü bir son beklemektedir.
Belki de insanoğluna düşen görevlerden en önemlisi Allah'ın güzel isimlerini öğrenmektir. Fakat insanın diğer bir yönü ise tembel ve cahil olmasıdır. İblis gibi kendini büyük görerek; büyük bir tehlikeye düşer. İnsanda mevcut benlik duygusu ile Allah'ın güzel isimleri hissedilebilir ve kısmen anlaşılması mümkün olur. Gerçek manası ile anlaşılması ise Cennette ve huzuru İlahide olacaktır. Bunun için de Allah'a iman etmek ve Hazreti Muhammed Aleyhissalatü vesselama iman etmek şarttır.
Hazreti Muhammed Aleyhissalatü Vesselam'a mahsus kılınan Miraç mucizesinin insanlık alemine getirdiği hediyeler saymakla tükenmez. Bu konuya açıklık kazandırması için sadece beş tanesine değinmeye çalışalım:
Miraç ile imanın önemli hususlarını yani melaikeyi, cenneti, ahireti, hatta Zat-ı Zülcelal olan Allah'ı göz ile müşahede etmiş ve bize bildirmiştir. Bu haber; insanlığa ebedi bir hazine ve hediyedir. Çünkü kainatı o vehmedilen perişanlıktan, fani ve karmakarışıktan kurtarmıştır.
İnsan, Miraç nuru ile yaratılan varlıkların en güzeli olduğunu anlamıştır. Çünkü insanlar, ezeli ve ebedi olan Allah'ın muhatabı ve has kullarıdır. Beşer, sonsuz olan cennete namzet ve aziz misafirlerdir.
İşte bütün bu güzel hususları Hazreti Muhammed (asm) bizzat görmüş ve insanlığa hediye olarak getirmiştir. Böyle bir hediye, insan olan bütün insanlara, nihayetsiz bir sürur, hadsiz bir şevk verir elbette…
İnsanlar ikinci hediye olarak Allah'ın insanlardan ne istediğini Miraç ile idrak etme imkanını bulmuştur. İslamiyet'in başta namaz olarak esaslarını dahi hediye getirmiştir. Çünkü her insan Allah'ın rızasını kazanmak için O'nun bizden ne istediğini anlamak ister ve bunu bilmekten memnun olur. Temenni eder ki: 'Keşke bir iletişim imkanı olsa da doğrudan doğruya Allah ile konuşsa idim. Benden ne istiyor, anlasa idim. Benden onun hoşuna gideni bilse idim.' der.
İşte Zat-ı Ahmediye (asm) yetmiş bin perde arkasında Allah'ın biz insanlardan istediklerini doğrudan doğruya Miracın bir meyvesi olarak bizzat işiterek getirmiş ve beşere hediye etmiştir.
İnsanlar Ay'daki veya Mars gezegenindeki hali anlamak için milyarlarca dolar masraf yapıp uydu gönderiyor ta ki; bilip öğrensin diye… Halbuki Ay ve gezegenler, Allah'ın mülkünde bize göre bir sinek kadar bile değildir. Güneş Allah'ın yarattığı kainat içinde bir mum kadar bir değer sahibi ancak olabilir. İşte Hazreti Peygamber (asm), Allah'ın muhteşem sanatını ve sonsuzluk alemindeki rahmet hazinelerini görmüş, insanlara söylemiş ve hediye getirmiştir.
Üçüncü hediyesi ise sonsuz saadetin anahtarını bizlere getirmesidir. Hazreti Muhammed Aleyhissalatü vesselam, Miraç vasıtasıyla kendi gözüyle cenneti görmüştür. Cennetin sonsuz ve baki görüntüsünü müşahede etmiştir. Ebedi saadeti bizzat idrak etmiş ve müjdesini insanlara hediye etmiştir.
Bu müjdenin kıymetini anlamak için şöyle bir misal verebiliriz: 'Bir adam tam idam edileceği bir anda, Cumhurbaşkanının affını kazanıyor ve ayrıca bir saray veriliyor'. İşte aynı bunun gibi bütün insanlara yok olmaktan ve ebedi bir idamdan kurtuluş müjdesi ve cennet sarayları hediye getirilmiştir.
Dördüncü hediye 'Rü'yet-i cemalullah' yani Allah'ı bizzat görebilme imkanıdır. Nasıl ki Miraç ile Hazreti Peygamber (asm) bizzat bu nimete müşerref olmuştur; işte bütün insanların elinde böyle bir imkan vardır. Allah'a ve resulüne iman sayesinde her mümin için Allah'ı görmek ve müşahede etmek mümkündür.
Beşinci hediye ise şudur: İnsan; kainatın en kıymetli varlığı ve Yaratıcımızın muhatabı ve sevgilisidir. Küçük bir mahlûk, zayıf bir hayvan ve aciz bir varlık olan insan; bu hediye ile o kadar yükselmiştir ki kainatın en değerli varlığı olmuştur. Bu makam; insanı öyle bir makama çıkarır ki; kainatın üstünde bir gurur verebilir. Öyle bir sevinç ve sürur veriyor ki tasvir etmek mümkün değildir. Rütbesi onbaşı olan bir askere 'mareşal oldun' demek gibi harika bir müjdedir.
İşte daha bunun gibi nice güzel müjdeler, Miraç vasıtası ile insanlığa hediye getirilmiştir. Bu müjdelere muhatap olduğumuz için ne kadar şükretsek azdır, vesselam…