İstanbul Üniversitesi, 27-28 Şubat 2016 tarihleri arasında “Dünyada ve Türkiye’de Darbe Yargılamaları” başlıklı bir uluslararası sempozyuma ev sahipliği yapmıştı.
İstanbul Üniversitesi, 27-28 Şubat 2016 tarihleri arasında 'Dünyada ve Türkiye'de Darbe Yargılamaları' başlıklı bir uluslararası sempozyuma ev sahipliği yapmıştı. Hukukçular derneğinin düzenlemiş olduğu bu organizasyona ülkemizin seçkin katılımcılarının yanı sıra Şili, Yunanistan, Arjantin, İspanya, ABD ve AB ülkelerinden darbe konusunda değerli çalışmaları olan birçok akademisyen, gazeteci ve yazar katılıp düşüncelerini söylemiş bende bu vesile ile bazı acı gerçekleri dile getirmiştim.
Sempozyumun son bölümünde darbelerden ağzı yanmış ve ordudan atılmış birisi olarak 'Darbeler yargılanırken Resmi Kemalist Söylemin sorgulanması gerektiğini' söylemiştim. İlginçtir darbe yargılamaları hala ciddiyetle yürütülmemekte ve 28 Şubat 1997 yargılaması sonucunda müebbet hapis cezası alan darbeci generaller ellerini kollarını sallayarak serbestçe gezmektedirler.
Şimdi Cumhuriyetimizin 98. Kuruluş yıldönümünde de bu konuyu dile getirme lüzumu vardır. Aksi takdirde 'Cumhuriyet' ve 'Özgürlük' kavramlarının içi boş kalır. Hatta anlaşılmaz hale gelir. Konuşmalarda şahit olduğumuz gibi sadece slogan ve hamasi nutuklardan geçilmez. İyi de bunun kime yararı var. Birbirimizi aldatmayalım. Vicdanımız bu yalan ve uydurma sözlerle yeterince yaralandı. Artık bu slogandan öteye gitmeyen konuşmalardan dolayı, midem kaldırmıyor kusacak gibi oluyorum.
Şimdi gerçek hayata dönelim zira 'Tek Parti Diktatörlüğünü' halkımıza ve özellikle de gençlerimize 'demokrasi' diye yutturmaya çalışıyorlar. Ayıptır günahtır. Hem kimi kandırıyorsunuz ki! Bu söylediklerinizin çoğunun yalan olduğunu artık çocuklar dahi biliyorlar.
İşte meşruti monarşinin yani saltanatın kaldırılmasınakarar verilen meclis tutanakları ortada. Hatta 'Nutuk' adı verilen Türkiye Cumhuriyetinin gerçek anayasasında da yer alan ifadelerle nasıl baskı ve diktatörlük kurulduğu ortadadır.
'Mızrak çuvala sığmaz' diye bir atasözü vardır. Şimdi 'ihtimaldir ki bazı kafalar kesilecektir' sözünü söyleyen bir kişinin bu sözünü nasıl örtüp gizleyeceksiniz. Basbayağı cebir ve şiddet kullanılarak bir milletin kaderini çizmeye çalışmış. İnsan hakları, fikir ve vicdan hürriyeti nerede var bunun?
Bakın nokta ve virgülüne dokunmadan Meclis kürsüsünde Nutuk isimli kitapta şu sözler yer almaktadır:
'Önümdeki sıranın üstüne çıktım. Yüksek sesle şu beyanatta bulundum: Efendim, dedim; hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşayla verilmez. Hakimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretleve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatına vaziülyed (el atıcı) olmuşlardır. Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdi Şimdi de Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emr-i vaki (oldu-bitti)dîr. Mevzu-u bahs olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız, meselesi değildir. Mesele zaten emr-i vaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu behemehal (mutlaka) olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes, meseleyi tabiî görürse fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde yine hakikat, usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal, bazı kafalar kesilecektir!' (Nutuk – 1927. S. 422)
İşte yukarıda apaçık belirtildiği gibi 'ben söyledim, oldu' mantığı ile hareket eden jakoben anlayışın darbelere sebep olduğu artık bilinmek zorundadır. 15 Temmuz 2016 darbesi de bu mantıkla yapılmadı mı? 'Yurtta Sulh Konseyi' ilhamını kimden alıyor? Bu gerçekleri artık konuşmamız gerekmez mi?
Yeni anayasa çalışmalarında bazı siyasi partilerin 'kırmızı çizgilerimiz' olarak belirledikleri değiştirilemez hatta 'değiştirilmesi teklif edilemez' maddelerin bulunması, hangi seviyede olduğumuzun açık bir delilidir. Siyasi partiler bu noktada kendilerini sorgulamak zorundadır. İşin ilginç tarafı bu değiştirilemez maddelerin başında 'CHP'nin ilkeleri' adı verilen ve 1937 yılında idareciler tarafından anayasaya iltihak edilen CHP'nin altı ilkesi gelmektedir. Bu ilkelerden ilk üç tanesi Faşist İtalyan hükümetinin temel esaslarıdır. Diğer üçü ise Mussolini'nin ötesine geçilerek dini ortadan kaldırmak maksadı ile ilave edilen maddelerdir.
Bu çağdışı ve baskıcı anlayış ile hareket eden gerçek irticacılarla bir yere varılmaz. Aslında rakı ve alkol ile beyni sulanmış insanlarla uzlaşma çabasına girmek dahi beyhude bir çabadır. Bunları ciddiye alıp konuşmak, tartışmak bilimin namusunu kirletmekten başka bir şey değildir. Papağan gibi aynı nutuklarını sayıp döken, bundan başka hiçbir şeyin doğruluğunu kabul etmeyen, tornadan çıkmış gibi davranış gösteren insanlara ne anlatırsan anlat, yararı olmaz. Peki, niçin bu insanları ciddiye alıp muhatap oluyoruz ki?
Yapılması gereken icraatların başında askeri bir darbe sonunda Orhan Aldıkaçtı isimli bir profesörün faşist ilke ve dayatmaların yer aldığı anayasanın temelden değiştirilmesi gereklidir. Hala sivillerin bir anayasa yapamadığı bir ülkede yaşadığımızın farkına varmamız gerekiyor, vesselam…