Ekonomi tartışmalarında “orta gelir tuzağı” adı verilen bir kavram çok sık tartışılmaktadır. Bu tartışmalarda; yaklaşık 10 bin dolar kişi başı gelire sahip ülkeler orta gelirli ülkeler sınıfına dâhil edilmekte ve eğer yapısal reformları yapılmaz ise Türkiye gibi ülkelerin bu gelir seviyesinde takılıp kalacağı ifade edilmektedir.
Ekonomi tartışmalarında 'orta gelir tuzağı' adı verilen bir kavram çok sık tartışılmaktadır. Bu tartışmalarda; yaklaşık 10 bin dolar kişi başı gelire sahip ülkeler orta gelirli ülkeler sınıfına dahil edilmekte ve eğer yapısal reformları yapılmaz ise Türkiye gibi ülkelerin bu gelir seviyesinde takılıp kalacağı ifade edilmektedir. Bu konuya farklı bir bakış açısı ile yaklaşarak bazı tespitlerimi sunmaya çalışacağım. Bu konuda ilginç bir kitaptan haberim oldu.
'The two income trap' yani 'iki gelir tuzağı' isimli kitabı ile Elizabeth Warren, ilginç tespitlerde bulunuyor. Kitabın tam başlığı 'The Two İncome Trap: Why Middle-Class Mothers and Fathers are Going Broke' şeklinde. Warren'ın, kızıyla birlikte yazdığı bu kitabında, kılı kırk yararak yaptığı araştırmalar ve analizler sonucunda, kısaca şu tespitleri yapmış:
Geçmişte ailede tek bir kişi, yani evin reisi konumundaki erkek, çalışırken bir yandan da tasarruf etmek mümkündü. Fakat günümüzde hem erkek hem de kadın çalıştığı halde negatif tasarruf, yani ailenin belini bir türlü doğrultamaması, durumu söz konusudur. Warren, bu paradoksal durumu incelediği kitabında ve konuyla ilgili verdiği söyleşiler ve konferanslarda ABD özelinde cevap arıyor.
Bu kitapta geçen Amerikan toplumu ile ilgili olarak 'tüketim hastalığı' konusu; doktora tezimin olan 'Kapitalizm Sonrası Dönem: Malikiyet ve Serbestiyet Devri' çalışması ile çok yakından alakalıdır.
Tezimde kısaca; kapitalizmin tüketim alışkanlıklarını maniple ederek insanları bir çeşit 'ücretli köle' haline getirdiği ve insanlığın bu tuzaktan kurtularak 'Malikiyet ve Serbestiyet devrine' geçeceği işleniyor. Bu konu ile ilgili olarak çok sayıda makale yazdım ve yazmaya devam edeceğim. Fakat burada konuyu biraz dar kapsamlı tutarak bu sayede işin özüne inmeye çalışacağım.
Ekonomik büyümenin, sosyal gelişmenin anahtar kelimesi tasarruftur. Tasarruf kelimesine karşılık gelebilecek en doğru yaklaşım 'iktisatlı olmak' kavramıdır. Bu konuya Kuran'da Araf Suresi 31. Ayette geçen 'kulû veşrebû ve la tusrifû, innehu la yuhıbbul musrifîn' yani 'Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez' emri ve yaklaşımı ile cevap arıyoruz.
İktisadî mevzuların Kur'an ve sünnete dayalı olarak izah, tahlil ve ifade edilmesi günümüzde 'İslam iktisadı' adı altında yapılmaktadır. Şu halde iktisadî mevzularda beyan ettiği fikirler, İslam iktisadının tetkik ve tahlili çerçevesi içinde bulunmaktadır. Mevzuu, bu manada ele alındığı takdirde; İslam iktisadının bir bölümünü yani İslam'da tüketici davranışları modelini ele almaktadır.
Tez çalışmasında İslam iktisadı ile ilgili muhtelif mevzulara da temas edilmiş ayet ve hadislere dayalı tefsir ve izahatta bulunulmuştur. İslam iktisadının esası ve özü; tüketici davranışlarında yatmaktadır.
İsrafın haram oluşunun hikmeti ve müspet ve menfî tesirleri ile izah edilebilir. Bu konu esasında dünyamızda insanlığın temel meselelerinden birini teşkil etmekte ve orta gelir tuzağı adı verilen ve ekonomilerin büyüyememe sebeplerinden birisidir.
Tüketici davranışında israf, hem mikro iktisat açısından, ferdin tüketim ve tasarruf dengelerini bozar, hem de makro iktisat açısından kaynakların dağılımını ve ekonomideki tasarruf ve tüketim oranlarını etkiler. Milletlerarası sahada da gelir dengelerinin bozulmasına yol açar.
Bugünkü dünyada bir israf ekonomisi hüküm sürmektedir. İnsanlar devamlı tüketime teşvik edilmektedir. İhtiyacının üstünde tüketime yöneltilmektedir. Lüks tüketim artmakta, reklam yoluyla sun'i ihtiyaçlar ortaya çıkartılmaktadır. Kullanılan eşyaların tamir edilebilir ve dayanıklı olması yerine, hemen kullanılıp atılması yolu yaygınlaştırılmaktadır. Plastik malzemelerin kullanımı ile "kullan at" formülü neticesinde hem çevre ve tabiat kirlenmekte, hem de kaynaklar tüketilmektedir. Bugünkü çevre meselesinin temelinde tüketimdeki israf yatmaktadır.
Faiz gelirinin çoğalması, zekatın azalması ile bozulan gelir dengeleri neticesinde, aşırı zengin rantiye sınıfların lüks ve israf temayülü artmakta, üretim kaynakları onların talebini karşılayacak yöne sevk edilmekte, üretim arzı bu yönde gelişmektedir. Buna mukabil, geliri düşük büyük insan kütlelerinin zaruri ihtiyacını karşılayacak zaruri ihtiyaç mallarının üretimine yeterli kaynak ayrılmamakta, bu mallarda arz ve talep dengesi bozulmakta, üretim yeterli olmadığından fazla talep karşısında fiyatlar artmaktadır.
Çünkü zaruri ihtiyaç mallarında talep elastikiyeti düşüktür. Buna rağmen ilk zaruri ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Halbuki devamlı reklam, kredi, banka kartı vs. imkanların geliştirilmesiyle tüketim devamlı teşvik edildiğinden, reklamlarla insanlar daima, daha çok, daha gelişmiş ve daha yeni malları tüketime teşvik edildiğinden büyük halk kütlesinin aile bütçesinde gelir-gider dengeleri bozulmaktadır. Bunun sonucunda fertler ve devletler borca girmekte, sonuçta iktisadî hürriyetlerini de kısmen kaybetmektedir.
Tüketim meylinin nefsani baskısına boyun eğenler, izzetinden, gereğinde namusundan ve hatta dinî ve manevî duygularından fedakarlık yapmak zorunda kalmaktadır. Rüşvet, iltimas, irtikap, zina bu yüzden çoğalmakta, aile yapısı bozulmaktadır. Bütün dünyaya musallat olan enflasyon ve dış ticaret açıklarının temelinde bu davranış bozukluklarının tesirini aramak lazımdır.
Kadınların çalışma hayatına atılmaları tasarruf seviyesini arttırmamış bilakis israfı çoğaltmak sureti ile iktisadi hayatın daha da zor şartlarda devamını zorunlu kılmıştır. Warren'ın kitabında tespit ettiği husus işte tam da bu noktada kendisini göstermektedir. Kadınlar yuvalarını terk edip çalışma hayatına zorlandıkça ahlaki değerler zayıflamakta en değerli varlık olan çocuklar kreş ve anaokullarında perişan olmaktadır. Anne sevgisi ve eğitiminin yerini hiçbir kurum karşılayamamaktadır. Tüketim ekonomisi bu sayede aile facialarına yol açmakta, boşanmaların sayısı her geçen gün daha da artmaktadır.
Sosyalist sistemde zoraki tedbirlerle lüksü ve israfı yaygınlaştırıp dengelemeye çalışmışlardır. Bu sefer de üretimde başarısız olduklarından toplumun bütünündeki makro dengeler cari planlamaya rağmen sağlanamamıştır. Hülasa bu bozuklukların temelinde israf alışkanlığı, şükür ve kanaat yoksunluğu yatmaktadır.
İşte İslam'ın getirdiği prensipler, tüketici davranışını Kur'an ve sünnete dayalı kaidelerle düzenlemeye çalışan bir Müslüman insan modelini geliştirmektedir. İnsan, Halikının verdiği nimetlerden istifade ederken ve onları kullanırken şükretmekle görevlidir. Şükreden insan Allah'ın kendisine verdiği nimeti, onun kadrini bilerek ve diğer hem cinslerini de düşünerek, ihtiyacı ölçüsünde ve ihtiyacı nispetinde kullanır.
Şu halde bir toplumda inançlı fertler, ihtiyaçlarını karşılarken, kendi ihtiyaçlarını makul ölçülerde karşılamak, artan imkanlarını, bu imkanlara sahip olamayan hemcinslerinin istifadesine sunmakla mükelleftir. Bir toplumda kaynakları üretime yönlendirirken insanların zaruri ihtiyaçları tamamen karşılanmaya çalışılmalı ikinci ve üçüncü kademedeki ihtiyaçların tatmini sonraya bırakılmalıdır. Çünkü komşuları aç iken, tok insanlar onlara bigane kalmaktadır. Peygamberimiz (asm), "Bir kimse, komşusu sefalet içinde aç iken ve kendi elinde imkanları varken buna bigane kalırsa, bizden değildir" diye buyurmaktadır. Bu hususun izahı şu şekilde tefsir edilmiştir:
"Fakr u zaruret zamanında aç ve muhtaç olanların elemlerinde ehl-i vicdana rikkat-ı cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm, o gayr-ı meşru bir surette kazandığı para ile aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırır. Böyle acip bir zamanda, şüpheli mallarda zaruret derecesinde iktifa etmek lazımdır. Yüz aç adamın huzurunda kemal-i lezzet ile fazla yenilmez. "
Şu halde para verip, satın alarak soframıza getirdiğimiz ekmeği yerken, bu nimetin, toprağa tohumun ekilmesi safhasından başlayarak, biçilip buğday haline gelmesi, öğütülüp un yapılması, fırında pişirilip ekmek olduktan sonra evlere nakline kadar, birçok insanın işbirliği ve işbölümü ile gerçekleştiğini düşünmelidir. Bu şuur içinde onu yiyerek Allah'ın lütfettiği bu nimete karşı "ticaretli bir ihtiramda" bulunmak gerekiyor. Yani onu hasara uğratıp horlayarak, yarısını tabağımızda bırakarak, çöpe dökerek hafife almamalı, hürmetsizlik etmemeliyiz.
Halbuki günümüzde bizim gibi orta zenginlikteki toplumlarda bile her gün binlerce ekmeğin yenmeyip, tabaklarda bırakılan yemeklerin çöplere atıldığını görmekteyiz. Tasarruf etmek yerine israf edilmekte bu sebeple ekonomik büyümenin temeli olan tasarruf alışkanlığı ortadan kaldırılmaktadır. İşte bunun adı israftır ve nimetleri hafife almaktır. Yapmamız gereken şey bu nimetleri kullanırken onlara karşı hürmet göstermek israf etmemek gerekir.
İsraf alışkanlığı ve tasarruf edememenin yol açtığı sorunlar oldukça fazladır. Orta gelir tuzağı adı verilen problemin aşılması için yapısal reformların yapılması gerektiği ifade edilmekte fakat israfın yol açtığı sorunlar ıskalanmaktadır. Üstelik kadınların çalışma hayatına atılması öne sürülmekte adeta ateşe körükle gidilmektedir. Bu sayede tek gelir yerine iki gelir hesabı yapılmakta bu durum ise tam bir tuzağa dönüşmektedir.
Orta gelir tuzağından kurtulmanın diğer bir yönü de kayıt dışılığın önlenmesinde yatmaktadır. Ayrıca iddia edilenin aksine inşaat sektörü geliştirilmeli ve kadastro çalışmalarının yapılması ile birlikte bütün insanların kayıt altına alındığı mafya ve kayıt dışı sektörlerin önüne geçilmelidir. Bürokrasinin yol açtığı sorunlar ortadan kaldırılmalı girişimciliğin önündeki engellere son verilmelidir. Bu hamur çok su götürecek olup konu ile ilgili tespitleri bir başka yazıya havale edip şimdilik bu kadarı ile yetinelim, vesselam…