3 Kasım 2002-7 Haziran 2015 tarihleri arasında birçok seçim yapıldı. Onlardan hiçbiri erken seçim olmadı. Sandığa zamanında gidilmesinden netice itibariyle hazine ve içtimai huzur kazandı...

20 Kasım 1961-28 Mayıs 1999 arası erken seçimlerle doludur. Anarşi ve terörün gerdiği havayla politik gerginlikler iç içe yaşanırdı.

4 yıllığına Ankara'ya yollanan vekillerin, 23 Haziran 2015 Salı günü TBMM'de and içmeleriyle "25. Yasama Dönemi" resmen başlamış oldu. Bu defa mecliste bağımsız milletvekili hiç yok. Kadın vekil sayısı ise 100'e yakın. İki düzineye yakında da başörtülü hanım meclise girdi. Tabiî aslolan yetişmişlik ve kalitedir. Kimin 4 yıl içinde ne üretecek olmasıdır. Cinsiyet farkı ve kıyafet tek başına kifayet sebebi değil. Ama tesettür, aynı zamanda omuzlara ciddi bir mes'uliyet de yükler. Ortaya konacak çalışma ve tavra göre bu işlerin bilmezlerine "meğer biz ne kadar hata etmişsiz, bu güzel insanlara neden kapıları daha evvel açıp da onlardan memleketin faydalanmasına imkân vermedik" dedirtmek mümkün olduğu gibi "biz, bu üslupsuzluk için mi o kadar mücadele ettik?" hayıflanması da mümkün. Her cinsten ve her kıyafetten her iki şekilde de insan çıkması mümkün. Temennimiz bütün vekillerin iyilikte yarışmasıdır.

TBMM, ilk gün geçici başkan Deniz Baykal'ın riyasetinde toplandı. Oraya oturmasının sebebi, 76 yaşında en yaşlı vekil olmasından dolayı. Çok kültürlülük içinde birbirimize muhtaçlıktan hareketle dayanışma ve iş birliği halinde olmamıza dair yaptığı konuşma gayet birleştiriciydi. O tecrübe ve bu yaşa da öyle bir konuşma yakışırdı. Kendisini dinlerken hakkındaki bir itham aklımıza geldi. 27 Mayıs 1960'ı hazırlayan "talebe nümayişleri" olduğunda o zaman üniversitede okuyan Deniz Baykal'ın Başvekil Adnan Menderes'in yakasına yapışarak "hürriyet isteriz!" diye dikleştiği, merhum Menderes'in de "evladım, bir Başvekilin yakasına yapışıyorsun; daha ne istersin?" dediği eskiden çok söylenirdi. Biz, bunu Entellektüel Boyut programında kendisine sormuştuk. "Hayır, dedi, ben böyle bir şey yapmadım!.."

Daha ilk gün TBMM'de cereyan eden iki hâdise, vekâlete de meclise de yakışmayan ve özünde protesto sertliği taşıyan davranışlardı. Bunlardan ilki muhalefet partilerinin Cumhurbaşkanı meclise girdiğinde ayağa kalkmamalarıdır. Bu hiç güzel olmadı. Kimse Recep Tayyip Erdoğan'ın önünde ayağa kalkmak zorunda değildir. Fakat, velev ki çocuk yaşta bile olsa Cumhurbaşkanı, geldiğinde herkes ayağa kalkmak zorundadır. O sıfat milleti ve devleti temsil eder.

1989-2015. Çeyrek asır geçmesine rağmen muhalefetin siyaset yapma değerlerinde değişiklik olmadığı görülüyor. Turgut Özal, Cumhurbaşkanı seçilirken de CHP demek olan SHP ve DYP meclis fabrikaymış gibi seçimi boykot ederek genel kurula girmemişlerdi. Devrin Çanakkale belediye başkanıysa 18 Mart Çanakkale Zaferi merasiminde hem Cumhurbaşkanının önünde ayağa kalkmamış ve hem de konuşmasını yaparken Başbakan Yıldırım Akbulut ve protokoldeki herkesin ismini saydığı halde Cumhurbaşkanı Özal'ı yok sayma münasebetsizliğini işlemişti. Bu kabadayıyı bugün kim hatırlar? Ama merhum Turgut Özal'ın muhabbeti kalblerde yaşamaya devam ediyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yapılan bu hakaretin O'na söz birliği halinde taarruz eden Alman medyasının pespayeliğiyle müştereklik teşkil ettiğini o hakareti yapanlar eğer fark etmedilerse biz hatırlatmış olalım.

Diğer hırçınlıksa HDP grubunun İstiklal Marşı'nın okunmasına iştirak etmemesidir. Mümkündür marşta geçen “Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celal!” ile “Ebediyyen sana yok ırkıma yok izmihlal!” gibi mısralardaki “ırk” kavramından dolayı bunu yaptılar. Hâlbuki o marşı bir Osmanlı Arnavut’u olan Mehmet Akif yazmıştır. Irktan murat millettir. Oradaki millet de bir ırktan ziyade bu bayrağın altındaki herkes, dahası ümmettir. Leyla Zana, and içerken "Büyük Türkiye milleti" dedi. Esasında İstiklal Marşında kasdedilen de budur. Eğer; İstiklal Marşı "kahraman ordumuza" diye orduya ithaf edildiği için bunu yaptılarsa yine yanlıştır. O ordunun içinde bu vatanın her mensubiyetten evlâdı vardı. İstiklal mücadelesi verilirken Türk, Kürt, Arnavut her nefer ya şehîd oldu veya gazi...

Ön teker daha ilk gün iki yerden patlak verdi. Atalar, "ön teker nerden giderse arka teker de oradan gider!" derler. Bu anlayıştaki bir muhalefetle birinci parti olan AK Parti'nin sağlıklı bir iktidar kurması çok da mümkün görünmemekte. Muhalefetin kendi içinde hükümet olamayacağı da meclis daha toplanmadan belli oldu. Sn. Ahmet Davutoğlu'nun bütün iyi niyetine rağmen koalisyon teşkili temenniyi aşamayacak gibi. Haydi hükümet kuruldu diyelim; bu hükümetin ömürlü olması, dertlere çare üretmesi, büyük devlet projelerini devam ettirmesi öylesine zor ki.