27 Mayıs 1960 Cunta Darbesi yapıldığında darbeciler, yalnızca bir
iktidarı devirmediler. Devlet, ordu, üniversite...nerede ne kadar
yerli ve millî yetişmiş insan varsa emekli ederek evlerine
gönderdiler. Darbeciler, icraatlarına meşruiyet kazandırmak için
1924 Anayasasına dayandılar. Gerekçe, iktidarın anayasayı ihlal
ettiğine dair iddiaydı.
DP/Demokrat Parti iktidarı, anayasayı ihlal etti diye isyan
çıkartarak üç devlet adamını astıktan başka bir çok devlet adamını
hapseden, bir çok yeri zor doldurulur insanı emekli eden darbeciler
bir süre sonra dayandıkları anayasayı toptan lağvederek 1961
Anayasasını hazırlattılar. Sonraki her şerre kaynaklık yapacak olan
bu ısmarlama anayasanın hikâyesi gülünçtür:
İstanbul Hukuk 1. Sınıftaydık. Anayasa profesörlerinden T. Z.
Tuna'ya sınıfa anlattı. "O zaman doçenttim, dedi, Ankara'dan bir
haber geldi, fakültedeki biz hukukçu hocaları bir uçağa bindirip
darbecilere götürdüler. Ankara Hukuk'un hocaları da oradaydı.
Bizimle muhatap olan subay, şunları söyledi: Haydi iki saat içinde
bir anayasa yapın da getirin!"
Anayasa, elbette iki saatte yapılmadı. Yapıldığında da tıpkı 1924
Anayasası gibi yapıldığı yıla izafeten "1961 Anayasası" dendi.
1961 Anayasası, yürürlüğe girince bazı hukuk hocaları, o günden
sonraki döneme "II. Cumhuriyet" dediler. Bu yakıştırmada ısrar
edenler de oldu ama tutmadı. Tabir de anayasanın kendisi gibi
kopyaydı. Fransa'da 1 ve onu takip eden yarım düzineye kadar
sayılarla ifade edilmiş cumhuriyetler olduğu için bizde de buradan
hareketle çağ atlanmak isteniyordu. Halbuki rejimi numaralayarak
çağ atlanamazdı. İş o kadar basit değildi. Çağ atlamanın şartları
ülkenin muhtevasıyla alakalıydı. 27 Mayıs hangi faydaları
getirmişti ki devlet büyüsün, vatandaş refaha ersin? 1961 Darbe
Anayasasının 1924 Anayasasına nazaran getirdiği en dikkate değer
değişiklik, Senato idi. Halbuki bu da ilk değildi. Osmanlıda "âyân
meclisi" ismiyle senato vardı.
Buna rağmen II. Cumhuriyet unvanında hayli ısrarcı olundu. Tabir,
hukuk kitaplarına, makalelere vs girdi ama tutmadı. Benzeri tezler,
Turgut Özal'dan sonra kendilerine "liberal" diyen bazı aydınlar
tarafından da dile getirildiyse de tutmadı. Bir tezin tutması için
altyapısının çok kuvvetli olması gerekir.
Bu seyirden bakılırsa 10 Ağustos 2014'le birlikte esas itibariyle
II. Cumhuriyet Dönemi'ne girilmiştir. Halk, ilk defa sandığa
giderek cumhurbaşkanını kendisi seçti. Bu şu demektir. Türkiye'de
millet, serbest iradesiyle milletvekilini, topyekun meclisi ve
cumhurbaşkanını seçmektedir. Bir çok parti mevcuttur. Her parti
seçime girebilmektedir. Vatandaş dilediği partiye oy vermektedir.
1946'daki "gizli oy, açık tasnif", 1970'lerdeki "mükerrer oy",
Cunta Darbeleri, 7 Haziran 2015'de seçmenin terör zoruyla oy
kullanma mecburiyeti ve yüzde 10 seçim barajı bir tarafa
bırakılırsa Türkiye'de demokratik usullerle seçimler yapılmakta,
iktidarlar değişmektedir.
Halbuki erken cumhuriyet döneminde 1923-1950 arası, hele 1923-1938
arasında çok katı bir tek parti rejimi ve tek adam idaresi vardır.
İlk meclis, Türkiye renklerini ifade eder. "Muhalif Grup" meclise
demokratik kimlik kazandırmıştır. Fakat Mustafa Kemal, bu meclisi
fesheder. Sonraki meclis muvafık meclistir. Mebusları, Gazi, masa
başında kendisi tayin eder. Seçim şeklîdir. TBMM'de
cumhurbaşkanlığı için de şeklen seçim olur. Yaşasaydı, ömür boyu
reisi cumhur seçilirdi. O dönemde iki muhalif parti denemesi
hüsranla bitmiştir. Partiler yoktur. Matbuat ancak denileni
yazabilirdi. Vatandaş, sefalet içindeydi.
Şimdi hem çok partili hayat var, hem kuvvetler ayrılığı var, hem
basın alabildiğine muhalefet yapabilmekte. Kişi başına gelir 10 bin
dolar. Cumhurbaşkanını vatandaş kendisi seçebilmektedir. Bütün
bunlar dünyada söz sahibi olmuş bir
Türkiye'de kıymetlidir. Ağırlığı olmayan Türkiye'de kim nasıl
seçilirse seçilsin!
Yeni Türkiye'deyse yükseliş şartları, kimsenin aklında öyle bir
fikir olmasa bile Türkiye'yi II. Cumhuriyet dönemine taşıdı. Bu
defa bu ifade öncekiler gibi slogan değil. Bu dönem halkla daha
barışık.
Bu dönemde fildişi kule yok!.
Halkla iç içe yaşanıyor.