Öğretmenim, canım benim canım benim, seni ben pek çok severim, sen bir ana sen bir baba…
Öğretmenim, canım benim canım benim, seni ben pek çok severim, sen bir ana sen bir baba…
Evet, yarın büyük gün, uzun bir eğitim ve öğretim proğramının ardından öğrencilerimiz yine karne sevincini yaşayacaklar. Bir yıl boyunca göstermiş oldukları emek ve gayretlerinin karşılığını iyi ya da kötü bir şekilde alacaklar. Kimileri sevinecek kimileri de üzülecek ama sanırım sınıfta kalmanın zor olduğu bu sistemde çoğunluk sevinecek..! Böylece okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lisede okuyan 17 milyon 535 bin 236 öğrenci ve 985 bin 362 öğretmen ’de üç ay boyunca sürecek yaz tatiline başlamış olacaklar.
Allah bereket versin! Okulda 100, TEOG’ da 30 alan özel okullarımızın bol hormonlu notlarıyla takdir teşekkür, hatta onur belgesi alan öğrencilerimizde bu sevince ortak olacaklar… Bilemem artık ‘babam sağ olsun ’da yazdırırlar mı karnenin tamponuna o da onların vicdanlarına kalmış.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, verdiği bir röportajında “Öğretimde çok şeyler yaptık ama eğitimde başarılı olamadık” dedi. Helal olsun açık sözle samimi bir itirafta bulundu. Oysa ‘Eğitim ve Öğretim ‘ konusu Ak Partili hükümetlerden önce ki hükümetlerce hep “Problemi halının altına süpürme” taktiği ile yıllarca kamufle edildi. Canının derdine düşen hükümetler bırakın kaynak ayırmayı öğretmen maaşını ödeyemez haldelerdi. Ayrıca okullar birçok kez de ideolojilere kurban edilirken haksız rekabetinde merkezi olmuşlardı.
Velhasıl mevzu hassas! Lakin her ne kadar zülfü yâre dokunsa da ünlü teolog ve tarihçi Ivan Illıch’i anmadan da geçemeyeceğim. 1926 yılında Viyana'da Hırvat bir baba ve Sefarad bir annenin oğlu olarak dünyaya Avusturyalı ünlü filozof Illıch, katılırsınız yada katılmasınız bilemem lakin her daim ‘Okulsuz Toplum’ dan bahsederdi. Ona göre okullar öğrencilere tek doğru fikrini aşılamakta, onları koşullandırmakta , önceden hazırlanmış bir takım bilgi paketlerini dayatmakta, müfredatta öngörülen bu bilgileri öğrenmeleri ve yaşamlarını buna göre düzenlemeye zorlamaktaydı. Oysa insanların öğrenmelerinin çoğu okul dışında olmakta olup, okul sadece diploma veren bir kurumdu.
Okulu belge dağıtan kurumlar olarak gören Illıch, yaşamda sadece diploma ve sertifika gibi belgelerin önemine vurgu yapıyor, bu haliyle okulları paketlenmiş bilgileri peyderpey pazarlayan işletmeler öğretmenleri de bunları pazarlayan, bilgileri aktaran profesyoneller olarak yorumluyordu. Öğretmenlerinde bu paket bilgileri öğretmek için belge almak zorunda olduklarının altını önemle çiziyordu.
"...şimdiye kadar hayata dair bildiklerimizin çoğunu okulun dışında öğrendik. Öğrenciler de bildiklerinin çoğunu öğretmensiz, hatta öğretmenlere rağmen öğrendiler... Okullar, öğretmenler için meslekler oluştururlar aslında öğrencilerinin onlardan öğrendiği başka bir şey yoktur." Okullaşma dünyanın her tarafında gayri safi milli hasılanın üstündedir. Öğrencilerin öğrendikleri şeyler pek önemsiz olsa da, öğretmenler için iyi bir iş alanıdır. Çocukların neler öğrendiğini kimse umursamaz. diyordu.
Evet, sevgili dostlar işte Illıch böyle diyor. Siz ne düşünüyorsunuz bilemiyorum ama bizde de her yıl Milli Eğitim Bakanlığı, bütçeden en büyük payı alan bakanlıktır. Bütçe artarken doğal olarak öğrenci sayısı ve eğitimin ihtiyaçları da artıyor. Ancak MEB bütçesinin belki inanmayacaksınız ama yüzde 78'i maalesef personel giderlerine harcanıyor..!
YGS, LYS, KPSS… ve benzeri sınavlarda Fizik, Kimya, Matematik, Türkçe, Tarih, Coğrafya .. vb bilgilerinize göre hakim, savcı, doktor, mimar, mühendis olabiliyorsunuz, olmadı mı..? Üzülmeyin hemen! Diploması olan iyi bir bakkal, kasap, manav yada çiğ köfte satan tezgahtar olabilirsiniz.! Tezgahtar demişken ‘‘Asgari ücretle çalışacak üniversite mezunu iki dil bilen tezgahtar’’ arayan esnaflarımızı da burada anmadan kulaklarını çınlatmadan geçmek olmaz.! Neyse… Velhasıl dostlar anlayacağınız kurtuluşu yok bunun..! Türevi, integral’ i bileceksiniz, Homerosu yada Victor Hugoyu mutlaka bilmelisiniz… Hatta kurbağanın anatomisini, sindirim sistemini iyice bellemeniz gerekiyor. Mesela ünlü doğa kanunlarından Isaac Newton'un ‘’klasik mekanik teorilerini’’ bilmez iseniz, sizden başarılı bir vali yada kaymakam olamaz be kardeşim..!
‘’Benim yarın en kara günüm. Gözümün nuru biricik evladım okula başlıyor. Artık yüzünde ne yaşama sevinci kalacak nede gözünde bir pırıltı…’’ Diyordu Ünlü sosyolog Kadir Cangızbay… Evet, öyle ya hepimizin hayatında en güzel anılarımız çocukluğumuzda saklıdır. Ne zaman çocukluk yıllarımızı düşünsek, yüzümüzde tatlı bir tebessüm belirir. Oyunlarımız, çamurdan yaptığımız bebekler, arabalar ve en sevdiğimiz oyun arkadaşlarımızı anlata anlata bitiremeyiz. Sosyal kuralları, saygı ve sevgiyi, sırasını beklemeyi, karşındakini dinlemeyi, kendi sorumluluklarını , empati kurmayı hep oyun içerisinde öğrenilir.
Daha gelişme çağında iken annesinden koparıp bu elim rekabette yerini alsın diye sabah ezanı ile sıcacık yatağından kaldırıp yarı aç yarı tok okullara gönderiyoruz çocuklarımızı. Sevgimi Allah hak getire.. Oysa annenin çocuğa vereceği sevgi, sıcaklık ve şefkat hiçbir bakıcı veya kurum tarafından verilemez..! Böylece sevgisiz, acımasız, alakasız çocuklar ve gençler, birbirinden kopuk anne babalar, yalnızlaşan evler kalıyor bizlere de..
Her çocuk dünyaya Allah’ın ona bahşettiği eşsiz yetenekler ve onu biricik yapan değerlerle gelir. Minik beyinlerdeki cevherler sönmemesi için ebeveynlere ve eğitimcilere düşen en önemli görev, iyi bir gözlemci olmak, çocuğa yol açmak, o yolda ona rehber olmak, gerekli olan imkânları ona sunmaktır. Unutulmamalıdır ki her çocuk içinde koskocaman bir dünya taşır. O dünyayı şekillendirmek ise bizlerin tutum ve davranışlarına bağlıdır. Düşünün hele İçimizde ne kadar ressam, şair, filozof, sporcu heba olup gitti… Çocuğun kıymetini çocukken bilmek gerek! Çocuğa yeteneği konusunda destek olmak ve yeteneklerini geliştirmek hiç aklımıza gelmedi ki! Çünkü bu mevzuu genel geçer değil ve dahi para etmiyordu değil mi?
Benim Üniversite yıllarımda bir hocam vardı.. Bir gün bize dedi ki ‘’Arkadaşlar Doktorların neden yüzleri gülmez hiç düşündünüz mü ? Neden hep asık suratlıdırlar bilir misiniz hiç? Bilemediğiniz değil mi? Evet onlar hep mutsuzdurlar çünkü onlar hiçbir zaman kendi gibi olamadılar, istedikleri bölümü okuyamadılar hayallerindeki kişi olamadılar da ondan. Daha çocuk yaşta iken ebeveynlerinin ‘’Oğlum büyüyünce doktor olacak’’ telkinleri ile büyüdüler… Onlarda, Anne ve babalarının istediği bölümü okuyup onları mutlu, kendilerini de mutsuz ettiler. İşte bütün meselenin özü bu…
Ezcümle, Illıch’e katılırsınız ya da katılmazsınız bilemem, lakin yeteneklerimizi bir bir heba ediyor evlatlarımıza yazık ediyoruz. Öte taraftan gelecek nesilleri kurtarmak adına yıllardır hep ihmal ettiğimiz ‘Eğitimde İhtisaslaşma ’ya da artık geçmemiz zinhar önemlidir. Bu anlamda YÖK Başkanı Prof. Dr. Saraç’ın "Üniversitelerin Bölgesel Kalkınma Odaklı Misyon Farklılaşması ve İhtisaslaşması’ projesini geç kalınmış lakin yine de olumlu bir gelişme olarak görüyor ve önemsiyorum. Evet, artık bu kansere dönüşmüş kısır döngüden biran öce kurtulmalıyız. Dolayısıyla kanserden değil geç kalmaktan korkmalıyız…