Nasrettin Hoca, yatağından doğruldu.

Nasrettin Hoca, yatağından doğruldu. Gözlerini yorganın üzerindeki küçük siyah yaratığa dikti. Bekledi. Küçük siyah yaratık sıçradı. Evet, evet yanılmamıştı. Bu bir pire idi. Ani bir kararla yatağından fırladı. Yorganı öyle bir çekti ki yatmakta olan karısı irkilerek uyandı. Kocaman gözlerle bir Nasrettin Hoca’ya bir de Hoca’nın elinde tortop olan yorgana baktı. Nasrettin Hoca, ocağa yöneldi. Karısı: “Hoca ne yapıyorsun?” diye çığlığa yakın bir sesle bağırmasını duymazdan gelerek koca yorganı attı ateşi közleşmiş ocağa. Kadın çaresizlik içerisinde: “Hoca, Hoca! “, diyebildi sadece. Nasrettin Hoca, karısının yüzüne baktı dik dik, sonra da: “Az önce yorganın üzerinde bir pire gördüm. Sıçrayarak yürüyordu. “ E, ne var bunda, bir pireden ne olur ki! Bir pire için yorgan yakılır mı Hoca? Nasrettin Hoca: “Ne yapaydım yani, bekleyeydim ki bu pireyi gören diğer pireler yorganı yolgeçen hanı mı yapsınlar? İşte; “Yol olur” darbı meseli bizim kültürümüze ve hayat anlayışımıza Nasrettin Hoca’nın bu yorgan yakma hikâyesinden sonra yerleşti.

Şimdi bana ‘neden anlattın bu bilinen Nasrettin Hoca fıkrasını’ diye soracaksınız. Şöyle bir bakın günümüz Türkiye’sine; içinden çıkamadığımız nice devasa olaylar ve durumlar zamanında umursanmayan, yeterince tedbir alınmayan, küçük ve masum sayılan ilklerden kaynaklanmamış mı? Söylenen küçük bir yalan, çocuğunun yaptığı hatayı; “ aman bunda da ne var! “,diyen ebeveyn veya öğretmenin kayıtsızlığı, basit hatalar, küçük günahlar, ihmaller, duyarsızlıklar, aldatmalar… “Canım bundan ne çıkar!”; “Aman bunun ne önemi var!”; “Yahu çapı küpü ne ki yaksa yaksa cürümü kadar yer yakar!”, deyip de küçümsenen, görmezden gelinen, göz yumulan olaylar, durumlar… Ciddiye alma ihtiyacı dahi duyulmayan nice küçük ilkler, başlangıçlar. “Boş ver!”, “Aman sen de!”, “Bana dokunmuyor ya bana ne!”; şeklindeki sözler ve onun ardından gelen yaklaşımlar… Küçümsenen ama yol verdikçe büyüyen; büyüdükçe kalınlaşan, kavileşen; dağdan yuvarlanan kartopu örneğinde olduğu gibi çığlaşan, daha sonra da nereden çıktı bu dedirten, yeri göğü tutan felaketler…

Öyleyse 'küçük' dediğimiz, ‘masum’ dediğimiz her kötü durumu, her nahoş olayı her davranış bozukluğunu çok iyi değerlendirmek ne denli büyük sonuçlar doğuracağını hesap etmek zorundayız. Büyük ve kocaman makineleri küçük dişlilerin çalıştırdığı gerçeği hiç bir unutulmamalı. Yıllarca gayret gösterip çalışarak elde edilen ürünün de küçük bir kıvılcımla tutuşarak kül olacağı gözden uzak tutulmamalı.

Aklımıza gelebilecek bütün kötülüklerin temelinde mutlaka küçük dediğimiz, önemsemediğimiz ilkler, başlangıçlar yatmaktadır. Bugün şikâyet ettiğimiz hemen her konu dün: “Aman sen de!” , diyerek küçümsediğimiz bir başlangıcın, bir ilkin eseridir.

Toplumun karşı karşıya kaldığı bu tür olumsuzlukların kaynağında şüphesiz ki yetersiz eğitim vardır. Dikkat ediniz okullarımızın eğitimden uzaklaştırıldığı , sadece dört veya beş çeldiriciye mahkûm birer öğretim hane haline sokmaya çalıştığımız süreden bu yana fert bazında olsun toplum bazında olsun içimizi acıtan her olay veya durum katlanarak hayatımızı olumsuz etkilemektedir. Adam sendecilik, neme lazımcılık, “bana dokunmuyor ya!” düşüncesi topluma hâkim olduğu sürece daha çok acı çekeceğimizin sinyalleri yüksek perdeden verilmektedir.

Şimdi kimileri: “Efendim, demokrasi!”, diyecekler. Efendim insan kişilik ve özgürlüğü diyecekler. Sormak lazım bu muhteremlere: Demokrasi kuralsızlıklar rejimi midir? İnsan hak ve özgürlüğü başkalarının hak ve özgürlüklerine engel olmak mıdır?

“Bir defa delinmekle bir şey olmaz” dediğimiz pek çok olay, dönüp başımıza çorap örmedi mi? Böylesi bir anlayış yalnız demokrasiyi değil onun uygulayan toplumu da yatalak yapmaz mı? Bir bakın Allah aşkına kuzeyden güneye, doğudan batıya şu ülkenin haline, memnun olanınız var mı?

Evet, yanlışı hafife almak, hatayı görmezden gelmek büyük felaketlere davetiye çıkartmaktır. Kuran’da Yüce Allah; “Yapmaya alıştıkları kötü işler, gitgide kalplerini paslandırdı.”, diyor. O halde yapmayı alışkanlık haline getirmemek için ilk yapılanın çapına, küpüne bakılmaksızın cezalandırılması gerekir. Yoksa, yoksası yok: Hoca’nın dediği gibi “Yol olur.” Sonuçta; suç ayrığının -velev ki kıraçta olsun- boylanmasının önüne geçilemez.