“De ki: Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, hayatım da, ölümüm de, âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am: 162)
Okuyucularımızın dikkatini belki de çekmiştir:
İstiklal Gazetesindeki köşemizde veya sosyal medya hesaplarımızda, lüzum hissettikçe, yazı ve konuşmalarımıza hâkim olan istikamet çizgimiz, niyet ve maksadımıza dair bazı açıklamalar yapıyoruz.
Bugünlerde yine böyle bir ihtiyaç hâsıl olmuştur.
Asıl konuya geçmeden evvel, yazılarımızın açık, anlaşılır ve müdellel bir üslupla yazılıp, “bâtılı iptal, hakkı ispat” metodunu esas alması sebebiyle okuyucularımızın takdirine mazhar olduğunu, Rabbime bir şükür vesilesi olarak ifade etmek isterim.
Bu çalışmalarımız vesilesiyle bize telefon açan, mesaj çeken, sosyal medya yoluyla ulaşıp dua eden kardeşlerimizden; keza arama imkânı olmayan ve fakat gönül rızalığı ve muhabbetlerini hissettiğim diğer bütün kardeşlerimden Allah razı olsun. Onların bu teveccüh ve manevi desteği bize azim ve şevk vermektedir. Davamıza hizmet, temel hareket noktamızdır ve bu büyük kitleye layık olmaya çalışmak da bu çerçeve dâhilindedir.
Şimdi, yazılarımızda ve diğer hizmetlerimizde esas aldığımız prensip, ölçü ve üsluba dair beyanlarımıza geçelim:
1- Evveliyetle şu temel gerçeği belirtelim ki, Cenâb-ı Hakk, noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıftır. İslam, vahiyle sabit, Muhammed Mustafa (s.a.v.) tarafından tebliğ edilen Allah’ın nizamı olduğuna göre, vazedeninin mükemmelliğine nispeten, o da kusursuz ve ekmeldir. Nitekim Mâide: 3 ve Âl-i İmran: 19. Ayetler bunu anlatmaktadır.
Dünyada huzur, ahirette ebedî bir saadet dileyen ve arzulayan herkes, hayatını bu mükemmel İslam binasına vakfederek, ona hizmet etmelidir. Çünkü huzur ve saadete ulaşmanın, bundan başka yolu yoktur.
2- Ama İslam’a tâbi olmak ve ona hizmet etmek, huzur ve saadet arayanların tercihine bırakılmış da değildir. Çünkü İslam aynı zamanda kurtuluşun da tek yoludur. Birçok eksiği, kusuru, hatası ve cürmü olan biz insanlar; ancak Allah’ın vazettiği bu hidayet yoluna iman eder ve takatimiz nispetince de uyar isek kurtulabiliriz.
3- İslam; bize yaratılış gayemizi, dünyadaki vazifelerimizi, istikbalde nelerle karşılaşacağımızı, ahiret hayatının nasıl olacağını haber veren ilahi bir müessese; bu yönüyle de, kendisine hizmet etmemizi gerektiren kâinattaki en büyük davadır.
İslam davasının, hususi olarak Kitap ve Sünnet ölçüleriyle kaim Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat yolunun aciz bir ferdiyim. Gereği gibi temsil edemesem de, bu yolda sabit-i kadem olmak niyet ve kararındayım.
Hiçbir fert veya toplum, İslam’ı; onun istikamet ve hidayet çizgisini teşkil eden Ehl-i Sünnet’i ihata edemez. Bunun yerine her insan, her oluşum, hata ve noksanlarıyla yüzleşerek, bu ilahi nizama uymaya çalışır, çalışmalıdır. Hiç kimse kendi şahsı adına mükemmellik iddia edemeyeceği gibi, lider kabul ettiği birini de (haşa) noksansız görüp başkalarına mutlak doğru gibi takdim edemez. Bunu yapan, o şahsı putlaştırmış olur.
4- Dinî / siyasi manada, kurumsal olarak hiçbir teşkilat veya partiye mensup değilim. İslam’a, hususi ifadesiyle Ehl-i Sünnet yoluna samimiyetle bağlı olup hizmet edenleri takdir eder, biz de severiz. Tersi istikamet tutanlara, Mücadele Suresinin 22. Ayetinde geçtiği gibi, babamız, oğlumuz, kardeşimiz veya akrabamız/ sülalemiz de olsa sevgi göstermez, itibar etmeyiz.
5- Kendime ait -çok da aktif kullanmadığım- sosyal medya hesaplarım ve muhterem kardeşim Mükremin Karaağaç’la birlikte faaliyet yürüttüğümüz İlim - Hikmet Platformu dışında, ortak hareket ettiğim herhangi bir grubum yoktur. Hizmet maksatlı kurulmuş pek çok whatsapp grubunda yönetici göründüğüm doğrudur. Bunların hiçbirini kendi irademle almadım. Kardeşlerimiz “Hocam sizi yönetici kaydetmek istiyoruz” diyerek güven gösterip iltifat ettiler; biz de onların bu arzularına hayır demedik. Ama yukarıda belirttiğimiz ölçülere mugayir hareket eden her kim olursa olsun, tavrımızı koymaktan asla çekinmeyiz; hiçbir yanlışa evet demeyiz. Bizi tanıyıp, bu yazıyı okuyanlar içinde bunun örneklerine şahit olanlar az değildir.
6- Biz, hiçbir yazı ya da kitabımızı, birilerinin telkin yahut talimatıyla yazmadık, yazmayız. Mümin her işini “ihlas”ı, yani sadece Hakkın rızasını esas alarak yapar. Biz de âcizane, takatimiz yettiğince bu ihlas hedefine kilitlenmeye çalışıyoruz. Şu ayette tarif edildiği gibi:
“De ki: Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, hayatım da, ölümüm de, âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am: 162)
Çalıştığımız konularda bilgisine güvendiğimiz, araştırmalarından istifade etmek istediğimiz dost, arkadaş ve kardeşlerimizin görüş ve kanaatlerine müracaat etmek ise asla çekinmediğimiz, bilakis bereketini gördüğümüz bir tavırdır.
7- Okuyucularımız bilirler ki, bizim yazılarımız ekseriyetle itikâdî konular üzerinedir. Çünkü bugün en büyük tehlike, yüce dinimiz İslam’ın mahiyetinin bozulmak/ başkalaştırılmak istenmesi; tahrifat ve reform gibi beşeri müdahalelerle karşı karşıya bırakılmasıdır. Bu sebeple, bu zamanda öncelikle bu sahaya önem verilmelidir. Ama elbette bu müdafaa ve mücadele kuru lafla, ağız kavgasıyla olmaz; İslam’ın safiyetine kast eden menfur zihniyetlerin ilmî metodlarla çürütülüp teşhir edilmesi gerekir. İşte biz “bâtılın iptali, hakkın ispatı” diye özetleyebileceğimiz bu vazifeyi, -yine takatimiz nispetinde- yapmaya çalışıyoruz.
8- Hiçbir şahsın, kurum ve /veya kuruluşun emrinde yahut en azından himayesinde olmayışımız, bizi kibir ve ucuba sevk etmez. Hak yolda yürüyen bütün kardeşlerimize gönlümüzü sonuna kadar açar, tevazu ile kendilerinden istifade eder ve muhabbetlerinden feyizyâb oluruz. Bunun şahitleri de bu satırları okuyanlar arasında mevcuttur.
Biz, sadece ve sadece edille-i şeriyye ile sabit hakikatlerin emrindeyiz; bu çerçevede sadece Ehl-i Sünnet yolunun hizmetindeyiz. Kim bizi bunun dışında bir yerlere yamamaya çalışırsa boşuna uğraşır, avcunu yalar. Bizi, kabul etmediğimiz, evet demediğimiz bir yolun ya da misyonun adamı göstermeye çalışanlar, buna asla muvaffak olamayacakları gibi, bilakis kendilerine yazık ederler.
Onlara tavsiyemiz, katıksız bir niyetle hakkın emir ve hizmetinde olmalarıdır. Birilerinin hatırı için ya da bir yerlerden gelecek yakın veya uzak vadedeki menfaatler için kıymetli ömürlerini heba etmemeleridir.
Yine onlara Kuran’da birçok yerde geçen “muhlisine lehü’d din / dini ihlasla tutmak” emrine sadık kalmalarını tavsiye ederiz.
İslam ya da Ehl-i Sünnet davası “Hak yücedir, ondan yüce bir şey yoktur” temel umdesini esas almıştır. Bu dava “i’lâ-yı kelîmetullah” diye de adlandırılır.
Bugün i’lâ-yı kelîmetullah davasının adı var; fakat gerçek manadaki davacıları azdan da az… Bir kimse bu davayı sloganlaştırıp, arka planda başka hesaplar adına çalışırsa, ind-i ilahide eli boş kalır. İslam bir slogan olmadığı gibi, basit maksatlar için harcanabilecek bir meta da değildir. O; icap ettiğinde can, mal ve bütün her şeyin hiç düşünmeden uğruna feda edileceği en ulvi gaye, en büyük davadır.
9- Bugüne kadar yazdığımız yazılar, buraya kadar tarif etmeye çalıştığımız çizgide oluşumuzun fiilî ispatıdır. Allah ömür verirse, bundan sonra da bu ilkelere sadık kalacağımızı kardeşlerimiz göreceklerdir.
10- İslam ve Ehl-i Sünnet davasının mensupları hiçbir zaman kınayıcıların kınamalarından korkmazlar, çekinmezler. Tenkit edilseler de, edep, üslup ve hukuk sınırları içinde hakikatleri söylerler. Biz de takatimiz yettiğince bunu yapmaya çalışıyoruz. Ancak bu hususta ileri derecede iddialı olduğumuzu söyleyemeyiz.
11- İtikâdî ihlaller karşısında sağır ve dilsiz olanların İslam’a hizmet iddiaları inandırıcı değildir. Hakkın açıkça ihlal edildiği ve ezildiği yerlerde, dünyevi bazı mülahazalarla sessizliğe bürünmek hiçbir mümine yakışmaz; dahası ahirette bunun hesabı zor verilir. Bu münasebetle biz itikâdî ihlaller karşısında hakikatleri elimizden geldiğince gür bir sesle haykırmaya çalışıyoruz. Böylece Kuran’da bizzat kendisinin “oyun ve oyuncak” olduğu haber verilen dünya hayatı içinde, bir de başkalarına “oyun ve oyuncak” olmaktan uzak kalmak istiyoruz.
12- Hakka hizmet yolunda kişi kendini şöyle test etmelidir:
Gaye Allah’ın rızası ve Rasûlünün hoşnutluğu mudur, yoksa birilerinin hatırı mıdır?
Birilerinin hatırını, Allah ve Rasûlünün önüne geçirenlerin yaptıkları “hebâen mensûrâ” nev’inden, toz ve kül olup savrulup gider. Allah bizi böyle bir felaketten korusun. O halde yapılması gereken, ihlas ve samimiyetle hizmet etmeye çalışmaktır. Gazali’nin de beyan ettiği gibi ihlas, Allah’ın rızasını yegâne gaye kabul etmek, başka hiçbir maksat gütmemektir. Biz de böyle olmaya çalışıyoruz. Allah hepimizi muvaffak eylesin.
13- Önemli bir başka gerçek de şudur: İslam, birlik ve beraberliği emreder. Bu çerçevede biz Ehl-i Sünnet yolunda bütün kardeşlerimizi çok seviyor, dertlerimizi zaman zaman onlarla paylaşıyoruz. Hepsine de saygımız, sevgimiz vardır ve biz bu hususta samimiyiz. Ancak bu samimiyeti istismar edenlere tahammülümüz yoktur. Bu çerçevede kibir, riya, ucub, kin, hased vs. gibi her türlü ahlak-i zemime unsurundan uzak olmak, hizmetin en önemli şartlarındandır. Biz bunun şuurunda olarak hareket etmeye çalışan kullardanız.
14- Yukarıda da değindiğimiz gibi, hak ezildiğinde susmamalı ve tavrımızı ortaya koymalıyız. Emr-i bi’l maruf, neyh-i ani’i münker yapmak, ümmet-i Muhammed olarak Kuran’a vâris olmamızın olmazsa olmaz şartıdır; bunun altını önemle çiziyorum.
15- Ne itikaden ne ahlaken ne de fıkhî olarak hiç kimseye çifte standart uygulanamaz. Müminim diyen herkes hakka uyacak ve onu üstün tutacaktır. Bu, dağdaki çobandan, en yüksek makam ve mertebede bulunanlara kadar bütün herkese tatbik olunacak değişmeyen bir esastır. Milletin velisi konumunda olanlar ise, hem kendi mesuliyetlerini hem de vekâletini üstlendikleri milletin mesuliyetini taşırlar. Hz. Ömer’in (r.a.), hilafetin yükü altında sarf ettiği nice hikmetli söz, bu makamda olanların kulaklarına küpe olmalıdır.
İnsanlar üzerinde hâkim, idareci mevkiinde olanlara adap ve usulüyle, ama hakikatten ve ilmî ölçülerden taviz de vermeden, uyarı, teşvik ve tavsiyelerimizi çekinmeden yapabilmeliyiz. Bu, her şeyden önce onların iyiliği içindir. Zira makamı, mevkii, mesleği, unvanı ne olursa olsun, en nihayetinde bütün insanlar mükellef birer kuldur. Yanlışlarını düzelttikleri zaman, birer kul olarak onlar da ahiretlerini korumuş ve kurtarmış olurlar.
Bu mühim vazifeyi toplumda birçok kişinin aynı anda, aynı ciddiyetle, aynı kararlılıkla yaptığını düşünelim. İdareciler buna kayıtsız kalabilirler mi? Elbette kalamazlar. Çünkü hiçbir idareci, millete rağmen makamını koruyamaz. Kaldı ki biz müminlerin meşru istekleri, zaten hukuki manada da bir haktır. Hak verilmez; istenir ve alınır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, bizim “gayemiz, davamızdır.”
Yazılarımızı yazarken ve davamıza hizmet olarak sürdürdüğümüz diğer bütün faaliyetlerimizde dikkate aldığımız ölçüler, elbette bunlardan ibaret değildir; daha fazlası vardır. Ama bu yazının yazılış sebebi istikametinde maksadın hâsıl olduğu kanaatindeyim.
Allah ömür verdikçe burada saydığımız umdelere sadık kalacağımızı muhterem okuyucularımıza ve milletimize taahhüt ediyoruz.
Hidayet ve muvaffakiyet Allah’tandır. Velimiz de, vekilimiz de O’dur.
Allah bütün müminleri sırat-ı müstakim üzere sabit-i kadem eylesin.