Ertuğrul Bey merhaba,

29 Haziran 2013 tarihli “başörtülü kadın yazar arkadaşlar” başlıklı yazınızı hayretle okumuş bulunmaktayım. Müslüman yazarlardan bir cümlecik cevap istemişsiniz. Niye bir cümlelik yazalım ki, sizin yazdıklarınıza aslında bir kitap yazmak lazım. Düşünmüyor da değilim. “Birileri yazarsa” diye bekliyorum. Yazınızda hayret ettiğim çok şeyler oldu. Ben attığınız başlıktan başlamak istiyorum. Estetik olarak sıradan bir başlık gibi duruyor ilk etapta. Fakat başlığın kritiğini yaptığımızda ilginç bir başlık olduğunu anlıyoruz… “içinizde bize karşı o kadar doluluk var ki başlığı bile masumane atamamışsınız” diyesim geliyor. Yazı başlığınız şöyle:

“Başörtülü kadın yazar arkadaşlar” şimdi kritiğini yapalım.

1. Neden “Başörtülü kadın..” kullanma gereği duydunuz. Bizde, bu tür yazılarda; “Başı açık kadın yazarlar mı” demeliyiz?

2. Neden kadın yazarlar? Bahsettiğimiz konunun kadını erkeği olur mu sizce? Pardon “sizce” yi siliyorum. Sizce bir ayrım var ki, böyle yazdınız, aksi halde tuhaf bir durum olur.

3. Neden başı örtülü kadın yazarlar diyorsunuz, “İslami kesim” de (bu ifade sizin cenaptan doğma) başı açık olduğu halde bizim fikrimizde olan yazarlar yok mu? Başı açık olduğu halde hayat tarzını İslam’a göre yaşamak isteyen Müslüman kadın yazarlar yok mu sizce?

Biz böyle bir yazı yazmış olsak (ki aklı başında olanımız asla yazmaz) adım kadar iyi biliyorum ki, bunu kutsal fırsat gibi kullanır “Ayrımcılık bu .. Ötekileştirmektir bu… Toplumu bölmektir bu… Veya benzerleri başlıklarla, her limana uğrayan ama sadece bizim limanımızdan alacak bir şey göremeyen geminizde kıyameti koparırdınız. Şahsınız değilse bile yandaşlarınız. Yanılıyorsam, özür dilerim.

Evet, başlıkla ilgili şaşırdığım üç maddeyi yazdım. Şaşırmamın sebeplerinden biri, sizin bizden istediğinizi böyle bir başlıkla ifade etmeniz. Belki gerçekten iyi niyetle cevap bekliyor olabilirsiniz. Fakat başlığın hissettirdikleri bende böyle başkasına nasıl yansır bilmiyorum….

***

Gelelim yazının içeriğine.

Aslında sizin yazınıza kısa bir cevap yetmez ama biz mecburen yetineceğiz… çünkü konsantre bir yazı yazmışsınız. Ne kadar ötekileştirmeden, bize ılıman ifadeler kullansanız da, satır aralarında kullandığınız kelimeler özür dileyerek söylüyorum, sizi ele veriyor.

Siz bizden yazınızın kriterini yapmamızı istemediniz fakat bizden istediğinizin samimi bir yürekle istemediğinizi düşünerek (çok açık yüreklilikle söylüyorum) size bir yazınızdaki çelişkilerinizi söyleyip, beklediğiniz cevabı vereceğim inşallah. Dediğim gibi, bir kitap yazılabilecek yazınıza enstantane bir bakışla değineceğim.

1) “ ‘Muhafazakâr kadın yazarlar’ diye saygıyla anlattığım arkadaşlar.” Diye bir cümle kullanmışsınız.

Baştan söyleyeyim, muhafazakâr kavramından nefret ediyorum. Sizin bile bu kavramdan hoşlanacağınızı sanmam, bunu bize laik kesim yaftaladığı halde.

Bunu geçelim uzun konu.

“saygıyla andığım” sözü beni çok düşündürdü. Zihinsel, anlık bir kaos yaşadım. Eğer bizden saygıyla bahsediyor iseniz (ki olabilir de), eğer öyleyse satır aralarındaki nahoş ifadeler ne ile açıklanabilir? Gazetenizde çarpıtılan demeçlerimin dostluk adına, saygı adına söylendiğine inanılır mı? Belki siz o zamanlar yönetimde değildiniz, sizi suçlamıyorum, fakat aynı fikirlerdeki kişiler olduğunuzdan karıştırdığımı var sayalım. Peki, “alo dozer geliyor Timur” “duran adam o, durdurulamaz” gibi başlıklı yazılarınıza ne diyelim? Samimiyetinize inanırdım oralarda enteresan fikirlerinizi okumasaydım. Gayet ustaca: “Durmayın, yolunuza devam edin” şeklindeki mesajınızın, üç beş ağaç konusuyla ilgisi olmadığını anlamasaydık…

Sizden bize saygı varsa, ya saygıdan maksadınızı anlayamıyorum, ya ben size iftira ediyorum. İftira ise o yazdıklarınız ne?

“Masum bir eylem, hiçbir siyasi yanı yok” mesajlarınız ne? Siz, tanımadığınız, fikrini bilmediğiniz eylemcileri mi savunuyor, onları mı destekliyorsunuz? Çok merak ediyorum, bu konuda size inanmış kaç kişi vardır, bunu gerçekten merak ediyorum.

Yazılarınız o kadar net ki.

2) “Yok mu içinizde mü’min şerefini kurtaracak bu insana destek verecek?” bu ne biçim ifade Sayın Özkök. Biraz bunu düşünür müsünüz lütfen.

Yani o kişiye, sizin yönlendirmeleriniz doğrultusunda sahip çıkmazsak, ya da hiç konuşmazsak şerefsiz mi oluyoruz? Sizler, biz zulüm altında inim inim inlerken sustunuz, birkaç nalına mıhına dokunmadan yazdığınız savunmalar hariç. Siz susarken şeref kurtarma konusu nerelerde demleniyordu o zaman? Kaldı ki, daha yazıyı okur okumaz: “ben Müslümanım, benden yalan söylememi beklemeyin” ifadesini uydurma diye söyledim. Kim o kişiden yalan söylemesini beklemiş ki? “Burada bile malum senaryolardan biri bu” dedim kendi kendime.

Sizi anlamakta bazen acı çekiyorum. Nedir bu eylemcilerin camiyi gasp etmediklerini ispat çabanız? Sizin tarafta, camiyi gasp etmeyi mubah gören yok mudur sizce? Sizin zihniyetinizde, zekât parası gasp edilerek, faizle çalıştırılmak üzere İş Bankası açılmadı mı? Onu yapan zihniyet için camide her türlü haramı işlemekte ne sakınca görecek ki? Her şeyden önce adamların günah kabul ettiği hiç bir şey yoksa cami ne ki. Siz belki o yanlışı yapmazsınız diye başkası da yapmaz sanıp savunmaya geçmeniz acaba ne derece doğru olur, onu tartışmıyorum. İnsan yapısını tanımadan önce “Müslüman bunu asla yapmaz” diyordum ama Müslümanlığı henüz içselleştirmemiş biri bakıyordum ki o hatayı yapıyor. Yıllar sonra anladım ki, düzgün çizgide eğri gidenlerde var. Binde bir bu kişiler ama dokuz yüz doksan dokuzu lekeleniyor.

Siz, çizginizi doğru kabul edip gerçekten yirmi ağaç için çırpınmış olabilirsiniz. Fakat çizginizin toyları, piyonları, hainleri vardır (bizde de vardır, hainler sızarlar çünkü.) Hepsini kendiniz gibi savunursanız, sizin “ben otobüs yakmaya karşıyım” gibi sözlerinize inanmamız zorlaşır.

Hâlbuki bizler, yani biz insanlar, yani, biz dünyadaşlar, yani biz vatandaşlar birbirimiz gibi inanmasak da birbirimizin samimiyetinden emin olmamız lazım. Aksi halde, ortak akıl kullanamaz, dış güçlerin oyunlarını gençliğe anlatamayız, derdim bana fikir sorsaydınız.

Ben şu anda içki içildi mi içilmedi mi bilmiyorum. Resmi makamdan bir açıklama oldu mu olmadı mı bilmiyorum. Araştırma imkanı bulamadım. Medyaya bakarak kesin bir şey de söyleyemem.

Fakat siz aynen ordaymışsınız gibi koruyor, savunuyor, bir de sahip çıkılmazsa işi şerefsizliğe kadar götürüyorsunuz.

Şerefsiz sözü yazınızda olduğundan söyledim fakat çok utanarak söylediğimi biliniz Ertuğrul Bey.

Bizim şerefimiz ucuz değildir. Birilerinin istediğini yapmadığımızda şerefimiz leke almaz. Bizde, herkes ancak kendi şerefsizliğinden ve şerefsizliği kabul etmekten dolayı leke alır. Başka hiçbir şey bizim anlımıza leke olarak konamaz!

“Silahsız kuvvetler” diyorsunuz gaz vermek istediklerinize. Yani, etkinizin altından çıkan orduya karşılık ordumuz demek istiyor ve tehlikeli sularda yüzüyorsunuz. Misilleme için bir de, karşı sahilde silahsız kuvvetler oluşturmak istenebileceğini düşünmüyorsunuz. Türkiye, sahilinizdeki tahrikleriniz yüzünden, ateş bekleyen fitillerle dolu. Toplum önünde olanların kalemi çok dikkatli kullanmaları lazım.

Sakın akıl veriyor gibi algılamayın, bunları siz de biliyorsunuz. Ancak yeniden bir hatırlatma olarak kabul ediniz lütfen!

***

Ertuğrul Bey, size bir vatansever olarak bu satırları yazıyorum.

Sizin, yeniden sahilinize göz atmanız gerekiyor. İnsanlara gaz vermek, onları ayaklandırmak kolaydır ama sonra durdurmak asla kolay değildir.

Konuyla ne ilgisi var demezseniz bir eleştiri daha yapmak istiyorum. Siz öyle üslup kullanmışsınız ki, sorulsa toplumda kargaşa istemiyorsunuz, fakat sözde gizli olan, ne ki hiç gizli yanı kalmayan “Tayyib’i indirmeye…” teşebbüs eyleminde şunları da söylemişsiniz: “gezi bu mahallenin hem önyargı duvarlarını hem de korku duvarlarını yıktı. Sizde yıkın da görelim artık birbirimizi.”

Yemin ediyorum ki, bu sözlerinize bir kitap yazarım.

Ne çok şey söylemişsiniz böyle. Sonunda “… Siz de yıkın görelim artık birbirimizi” cümleniz, yukarıyı asla aklayamıyor. Hangi korku duvarlarını yıktılar Sayın Özkök? Bu nasıl bir cümle? Bu cümlenin açılımını yapmıyorum.

Bize gelince,

Biz yıllardır sizi görüyoruz, sorun bizi görebilme sorunudur.

***

Gelelim sorunuza, tabiki bir cevabım var. Önce, Ekrem Kızıltaş’ın size yazmış olduğu 1 Temmuz 2013 tarihli “‘Başı örtülü kadın yazar arkadaşlar' ne yazacaklar?..” başlıklı yazıyı okuyalım, sonra, çoktan ne diyeceğimi anladığınız cevaba geçelim:

‘Başı örtülü kadın yazar arkadaşlar…' başlıklı yazısında bazı başörtülü hanım yazarlara çağrıda bulunan Ertuğrul Özkök, ‘Dolmabahçe Müezzini için birkaç cümle' beklediğini söylüyor…

“Hani o “Ben Müslüman'ım, benden yalan söylememi beklemeyin” diyen düzgün insan var ya... Hani o Türk filmlerinde yıllarca radikalize edildiği için şikâyet ettiğiniz din adamına, hepimizin gözünde en saygın itibarı veren müezzin...” için istiyor bunu. Tahmin edebileceğiniz gibi, ‘başı örtülü kadın yazar arkadaşlar'ın Dolmabahçe Camii'nde yaşandığı iddia edilen şeylerin aslında yaşanmadığını söylemelerini bekliyor Özkök.

Ama Özkök'ün beklediği, onu ve onun gibi düşünenleri memnun edecek türden o birkaç cümleyi; Ertuğrul Özkök hatırına gerçekleri görmezden gelmeyi düşünmüyorlarsa eğer, başörtülü hanım yazarlar da dahil hiç kimsenin yazabilmesine imkan yok...

Müezzin'in bir cümlelik cevap için 6 saat sorgulandığı, hatta işkence gördüğü kanaatinde Özkök. Oysa ifade oldukça uzun ve satır aralarında işkence yapıldığına(!) dair emareler de yok. Üstelik, detaylı bir şekilde verilen ifadenin sonunda, ‘şikayetçiyim' demiş müezzin.

Dolmabahçe Camii Müezzini Fuat Yıldırım'ın emniyette verdiği ifadenin özeti şöyle:

“Gezi Parkı olaylarının başlama tarihi olan 31 Mayıs 2013 günü ben camide görevli idim. Akşam saat 22.00 sıralarında cami önünde toplanan ve polisle çatışan gruplar polisten kaçıp camiye girmek istedi. Ben de camiyi bu gruptan korumak için cami kapısını kapatıp kilitledim… 01.06 2013 günü saat 09.00 sıralarında camiye namaz kılmak için gelen şahıslar olduğu için biz caminin kapısını açtık… Bu esnada polisten kaçan grup cami önünde toplanmaya başladı. Bu gruplar daha sonra camiye girmeye çalıştılar.

Kalabalık oldukları için bu şahısların camiye girmesini engelleyemedik…

Caminin dışında 60-70 bin kişi vardı. Can güvenliğimizin olmadığını düşünerek geri çekilmek zorunda kaldık. Caminin dışında bulunan kalabalık, gözümüzün önünde polis aracı yaktı. Yangını söndürmeye gelen itfaiye aracını linç ettiler. Sağlık Bakanlığı'na ait ambulansları taşlayarak alana sokmadılar. Bunları yapan gruba karşı benim ve cami güvenliğinin yapacak bir önlemi yoktu…

Pazar günü saat 17'de gruplar tekrar kalabalıklaşmaya başladı… Cami içinde bulunan şahısların ayakkabıları ile cami içinde dolaştıklarını, caminin kontrolden çıktığını gördüm. İçlerinde, hareketlerinden sarhoş olduğunu anladığım insanlar vardı. Olaya müdahale etmek istedim. Can güvenliğim yoktu. Linç edilmekten korktuğum için olaya müdahale edemedim.

03.06.2013 günü saat 02.30'a kadar bu şahıslar cami içerisine ayakkabıları ile girip çıktılar. Dışarıda bulunan binlerce insan camiye girmek isteyince caminin kapısı kapatıldı. Dışarıda kalan grup ise camiye zarar vermeye başladı. Caminin tüm kameralarını, kapının önünde bulunan iki adet tenteyi, bankları, caminin demir parmaklıklarını söküp polise karşı barikat olarak kullandılar. Mikrofonla "dışarıda bulunan polisi ikna edip sizin buradan çıkmanızı sağlayacağım" diyerek eylemci grubu ikna ettim. "

Göstericiler tamamen çıktıktan sonra camiyi kontrol ettiğimde cami içerisinde tüm halıların kirletilmiş olduğunu, yerlerde yiyecek içecek artıklarının olduğunu, yoğun olarak da sağlık malzemelerinin ve kullanılmış atıkların olduğunu gördüm. Ayrıca boş vaziyette ezilmiş bira kutuları ve sigara paketlerinin bulunduğunu gördüm. Camiyi kilitleyip çıktım. "

Cami içerisinde 80 bin TL değerinde hasar meydana geldi. Daha sonra olay yeri inceleme ekipleri camide incelemeler yaptı. Ben camiye girip camiye zarar veren şahıslardan şikayetçiyim."

‘Vicdanı', ‘ inancı' olduğu için ‘teslim olmadığını' ve dahi ‘yalan söylemediğini' tasdik ettiği Müezzin'in ifadesi böyle olduğuna göre, ‘başı örtülü kadın yazar arkadaşlar'ın ne yazmalarını istiyor olabilir E. Özkök?.. Bu ifadeden hareketle, o camide yanlış hiçbir şey olmadığını savunmalarını mı?

Tanık sıfatıyla emniyete gidip ifadesini veren bir kişinin durumunu ‘ikna odaları' ile mukayese etme uyanıklığı da, yüzü kızarmadan o meseleyi anmaması gereken Özkök'ün pek de lehine olmayacaktır herhalde.

***

Cevabım:

Ben size sorayım:

Müezzin diyelim ki yalan söylüyor. Siz güvenlik kamerasına yansıyanları görmediniz mi?

İfadesinde, yukarıda okuduğumuz sözleri söyleyen insan ile: “Bana yalan söyletemezsiniz, ben bir şey görmedim” şeklinde konuşan insan sizce aynı insan olabilir mi?

Son söz:

Olay ortada. Ben bir şey görmedim. Tanımadığım o müezzine resmiyetteki ifadesinden dolayı inanıyorum. Yalanı varsa ben kimseye onun sözüyle zulmetmediğim için, sorumlu olmam. Yetkililer, delilleri varsa gereğini yapar ya da yapmazlar, inisiyatifimin dışında bir olay. Doğru söylüyorsa, doğru söyledi diye de kimseye bir şey yapmıyorum. Zaten siz de, tanıdıklarınızdan bahsetmiyorsunuz.

Zahiren, müezzine inanıyorum, fakat hakim olsam delil arardım, hakim değilim, bu kadarla yetiniyorum.

Çok şükür, şerefim de zedelenmiş değil ama sizden özür bekliyor!

Konuyu vicdanlar, zaten sonuçlandırmış durumdadır efendim.


***ERTUĞRUL ÖZKÖK NE YAZMIŞTI? İŞTE O YAZI***