İslam toplumunda genel olarak Hıristiyan nüfus bazı şehirlerde Müslüman nüfustan hep fazla olmuştur. Bu Osmanlı devleti için veya Müslüman toplumlar için rahatsızlık verici bir durum olmamıştır.
İslam toplumunda genel olarak Hıristiyan nüfus bazı şehirlerde Müslüman nüfustan hep fazla olmuştur. Bu Osmanlı devleti için veya Müslüman toplumlar için rahatsızlık verici bir durum olmamıştır. Gayet normal durumdur. Bugün dünya siyasetine galip olan 18. yüzyılın ırkçı ve toplumları bölücü siyaseti çerçevesinde illa bir ulus, bir mezhep veya bir din yönetecek düşüncesiyle hareket edilmemiştir. Osmanlı bütün aleme talip olmuştur ve hedefleri de hep 'nizamı alem' olmuştur. Bundan dolayı Osmanlı sultanları kendilerini sadece Müslümanların 'Halifesi' değil aynı zamanda kendilerini bir Roma Kayseri / imparatoru olarak görüyorlardı. Bunu sebebi Roma'nın hükmettiği bütün coğrafyaya da hükmetmesinden dolayıdır. Onların da İslam'ın adaletine ve özgürce yaşamaya hakları vardır prensibidir.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u feth etmesinden sonra Ermeni Gregoryanlarının yani Ermeni kilisesinin özgür hale getirilmesi sağlamıştır. Tıpkı Ortodoksların Katoliklere olan bağlılıklarından kurtarılması gibi. Osmanlılar, iki farklı mezhebin diğerinin kontrolünde olmasını kabul etmemiştir. Bu anlamda Ermeniler, dini inançları anlamındaki özgürce hareket etme imkanını Fatih'in İstanbul'u fethinden sonra elde etmişlerdir. Ayrıca Fatih dağınık şekilde duran Ermeni kilisesinin İstanbul'da biraraya gelmesinde ve güçlenmesinde önemli rol oynamıştır.
Tarih boyunca Ermenilerle Müslüman yönetimler arasında asla sorun olmamıştır. Çünkü Ermeniler, tarihlerinin ilk dönemlerinde Sasanilerden Bizanslılardan hep darbe yemişlerdir. Dağınık bir şekilde yaşayan Ermenilerin, bu sıkıntılardan kurtuluşları Müslüman yönetimlerin altına girmesiyle olmuştur. Özgürce yaşama imkanlarını Müslüman devletler döneminde, özellikle Hz. Ömer (ra)'ın Kudüs'ü fethinden sonra kurulan ilişkiler sonrasında rahatça yaşama imkanı bulmuşlardır. Bazen Müslüman yöneticiler onlarla ilgilenmediğinde elçiler gönderip, 'Bizler sizinlerin şemsiyesi ve egemenliği altındayız. Bizimle neden ilgilenmiyorsunuz' demişlerdir.
Müslümanlar ile Ermenilerin asıl kaynaşması, Selçuklular zamanında, Anadolu topraklarında başlamıştır. Türklerin Anadolu'ya resmi olarak girişi Malazgirt muharebesi ile başlamıştır. Tabi ki daha önce küçük gruplar halinde gelip Anadolu'nun bazı yerlerine yerleştiklerini tarihçiler ortaya koymaktadırlar. Fakat Türklere, Anadolu'nun kapıları Malazgirtle tamamen açılmıştır. Malazgirt Muharebesine yakından baktığınızda, Bizans ordusu içinde tüm Balkan uluslarını görebildiğimiz gibi Uz, Peçenek ve Kıpçak Türklerini de görürsünüz. Ama Selçuklu komutanı Alparslan'ın ordusuna baktığınızda Müslüman Türkler, Müslüman Kürtlerin yanı sıra üçüncü büyük bir güç olarak Ermenileri bulursunuz. Yani Ermeniler, Müslümanlar, Anadolu'ya ve Biladı Şam bölgesine hükmetmeye başladıkları zaman Müslüman Türkler, Kürtler ve Araplarla kader birliği yapmışlardır.
1878 yılına kadar Müslüman topluluklar ile Ermeni topluluklar arasında hiçbir ciddi sorun yaşanmamıştır. Bu yakın ilişkiden dolayı tüm Müslüman yöneticiler, geçmişte Ermenileri 'Milleti Sadıka' olarak adlandırmışlardır. 1878 yılından sonra Ruslar, İngilizler ve Fransızların, Ermenilerin içerisindeki bazı küçük gruplar (Hınçak ve Taşnak) ile kurdukları ilişkilerle bu coğrafyanın tabi dokusuyla oynamaya başladılar.
Bugün de Batılı Emperyalistler, aynı oyunlarını oynamaya devam ediyor. Ermenilerle Türkleri hala sık sık karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Ya da Rumlarla. Batının bununla hedefi, Türklere sizin düşmanınız İngilizler, Fransızlar değil asıl Ermenilerdir ve Ermenilere de sizin düşmanınız Batı değil sizin düşmanınız asıl Türklerdir demeye getiriyorlar. Büyük bir imparatorluk kurmuş ve onlarca etnik ve dini gruba hükmetmiş Türk aklını bu coğrafyada küçük bir azınlık gruba hapsetme girişimidir. Nizamı alem ülküsündeki Türkleri küçük bir düşünceye hapsetmektir aslında bu. Bugün Ermeni konularının gündeme getirilmesi ya da Arap medyasında bazı Ermeni gazetecilerin Türkler aleyhine konuşturulması veya Rumların Akdeniz'de Türklere karşı kıştırtılmasının arka planında Türkiye'nin ufkunu daraltma gibi bir durum sözkonusudur. Bu coğrafyanın çocukları yüzyıl önce bu oyuna bir kez düştü bugün yeniden bunun bilincinde olup bu tuzağa düşmemelidirler.
Osmanlı coğrafyasının üzerinde bugün 50'nin üzerine devlet yaşıyor. Osmanlı'nın Rumeli'ye (Balkanlara) girişi 1352, çekilişi ise 1912 yani 550 yıl yönettiği bir coğrafyadan bahsediyorsunuz. Şimdi Türkleri, oradaki küçük bir ulus veya mezhep ile karşı karşıya getirmek en büyük oyunlardan biridir. Aslında o büyük ufku daraltmaya yöneliktir. Halbuki bu coğrafyadaki yöneticilerin ufku 'nizamı alem' yani tüm etnik ve dini grupları kucaklamak olmalıdır. Küçük ufuklu olunmamalıdır. Yani bütün insan topluluklarına ve tüm inançlara kucak açan ve adaletli yönetimini herkese olmalıdır.
Hasılı kelam, bugün Mısırla, Suudla ve BAE ile yaşananlar da aynıdır. Türklerin ve bölge halklarının ufuklarını daraltmaya yöneliktir. Çünkü Türkiye'nin sahip olduğu potansiyeli bugün bu coğrafyanın çocukları unutmuş olabilir ama emperyalistler bunu çok iyi biliyorlar. Yani Türkiye'nin ayağa kalkmasının karşılığının ne olacağını çok iyi biliyorlar. Çünkü tarihsel gerçekliği halen ortada duruyor. Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bazı Batı ve Arap medyası tarafından hedef alınmasının asıl nedeni de Erdoğan'ın emperyalistlerin mazlum halklara uyguladıkları adaletsizliğe gösterdiği tepkidendir.