“DUYMAK”
Bir üniversitede henüz edep konusunda eksikleri olduğu anlaşılan bir öğrenci hocasına “sana saygı duymuyorum” demiş. Aslında bir öğrencinin hocasına hürmet etmemesinde hocada kusur aranır. Zira Ahilik sisteminde çırakla bir kusur varsa ustadan sorulur. Demek ki, öğrenciye ahi terbiyesi öğretilmemiş olmalı ki, öğrenci “saygı” duymadığını ifade ediyor, edebiliyor. Diyeceksiniz ki, ahi terbiyesini hocalar alıyor mu ki, öğrenciye versin. Biz, her akademisyenin (branşı ne olursa olsun) ait olduğu kültür hususunda asgari bilgiye sahip olduğunu kabul ediyoruz.
Hocanın cevabı ilginç.
Hoca, kendisine “saygı duymadığını” ifade eden öğrenciye diyor ki,
“Saygı duymadığını ifade ediyorsun bana. Haklısın, duymazsın, duyamazsın. Zira duymak, işitmek demektir. Senin mensup olduğun çizgi Milli şefin çizgisidir. Milli Şef de işitme engelliydi”.
Hocanın öğrencisiyle alakalı olarak “milli şef” çizgisinde olduğunu nasıl tespit etmiş bunu bilmiyoruz. Ama “milli şef” çizgisinde olanların Türk milletinin temel değerleriyle barışık olmadığını biliyoruz.
Milli Şef çizgisinde olanlar Türk milletinin temel değerlerine saygı “duymazlar”, “duyamazlar”.
Hakikaten öyle olmuştu 1940’lı yıllar.
Milli Şef döneminde Türk milletinin kök değerlerine “sağır” olunmuştu.
Memlekette hem “sağırlık” vardı hem de “sağırlığı” ima eden semboller yasaktı.
Öyle yasaklı bir dönem yaşanmıştı ki, sağırlığı ima eden her şey yasaktı.
Mesela merhum Necip Fazıl, çıkardığı derginin kapağında kulak resmi var diye dergi kapatılmıştı.
O günler geride kaldı. Bir daha açılmamak üzere o defterler kapanmıştır.
Defter kapanmıştır ama o defterlerin açılmaması için hatırlanması gerekiyor.
Artık devlet, milletiyle bütünleşiyor. Devlet milletinin hizmetkârı, millet de devletine güveniyor.
Şair demiş ki,
“Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!”
Yarınlar bizimdir, bizim.