Talih, aynı ânda Selahattin Demirtaş'ın kardeşinin aleyhine,
kendisinin lehine döndü. Böylece belki de hiç ihtimal vermediği bir
şekilde kardeşinin yerine bir partinin genel başkanı oldu.
İlerleyen zaman içinde bir şey daha oldu. O parti, belki yine
ihtimal dışı olarak meclise 80 milletvekili gönderebilme
muvaffakiyetini gösterdi. Bu neticede iki temel sebepten biri sn
Demirtaş'ın Cumhurbaşkanlığına aday olması, ikinci sebepse HDP'nin
parti olarak seçime girebilme cesaretini göstermesidir. Daha
kuvvetli olan birinci şıktır. Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanlığı
yarışında partilerin önündeki engel olan yüzde 10'a yakın oy aldı.
Bunu yakalayınca 7 Haziran 2015 Seçimlerine parti olarak girme
kararı verildi.
Ve böylece 80 milletvekili kazanıldı.
Bunun da iki ana sebebi bulunmakta:
Birincisi Türkiye'de sol parti boşluğunun bulunması, ikincisi de o
günlerde kullandığı ılımlı dille "Türkiye partisi" olma takdimi.
Bundan dolayı HDP daha evvel AK Partiye oy vermiş bir kısım
Kürtlerle CHP'yi sol parti olarak görmeyen sol seçmenden oy
alabildi.
Bu cümleler bir mânâda HDP'nin hikâyesidir.
Eğer; genç yaşta parti liderliğini yakalayan sn Demirtaş, ona
ilâveten yakaladığı bu meclis aritmetiği keyfiyetini
değerlendirebilseydi gerçekten Türkiye'nin sosyal demokrat partisi
olur, sonraki seçimlerde o sayı daha da artabilir, varılan sonuç
arızi, şartlara bağlı olmaktan çıkıp kalıcı hâle gelirdi.
Selahattin Demirtaş ve elbette HDP kazanılan başarıyı yönetemedi.
Marjinalliğin hamaseti daha zevkli geldi, oy versin veya vermesin
HDP'nin Türkiye partisi olmasını bekleyen kamuoyu hayal kırıklığına
düştü. Barış Süreci'nin devamı için lâzım gelen gayret sarf
edilemedi. Dağın vesayetine karşı dik durulamadı. 80 milyonu memnun
etmek yerine dağdaki 800 kişi tercih edildi. Hiç bir zaman 80
milletvekili çıkarmış ve üstelik de fiilen üçüncü parti konumuna
terfi etmiş bir partinin başında bu ağırlığı yaşayan bir lider gibi
davranamadı. Uzatılan mikrofona veya çevrilen kameralara üzerinde
emek verilmiş, ter dökülmüş, çözüme dönük fikirlerle değil,
popülist, nabza şerbet veren, ezber sözlerle konuşuldu.
Sonuçta Barış Süreci bozuldu, yeniden kan aktı.
Barış Süreci bozuldu da ne oldu?
Kürt kitlenin 8 Haziran'dan bu yana kazandığı bir tek menfaat var
mıdır?
Bu satırları, HDP genel başkanının CNN İNT'e konuşmasını duyunca
yazma zarureti hissettik. O konuşma iki bakımdan hatalıydı.
Birincisi, devleti, dünyaya şikâyet ediyordu. Bir memleketteki
üçüncü partinin lideri, kendi devletini dünyaya şikâyet mi eder,
yoksa şikâyet konusu olan istenmedik durumların ortadan kalkması
için gecesini gündüzüne mi katar?
Selahattin Demirtaş, mezkür tv'ye "devlet, yardım etmezse IŞİD
gelip bu cinayeti işleyemez" diyor.
IŞİD uzmanı olmadığına göre nereden bilmekte? O söz, aynı zamanda
bir yaman çelişkinin adıdır. Çünkü sn Demirtaş, Ankara'da katliam
olduğu ânda daha hiç bir şey bilinmezken, elde hiç bir vesika
yokken "bu cinayeti devlet işledi" dedi ve çok ağır cümleler sarf
etti. İlerleyen saatler içinde failin kimliği temayüz edince bu
defa da dediklerini güya yumuşatarak tevil etmekte.
Mevzu sözlerin tevilinin mümkün olmaması bir tarafa,
talihsizlik şurada ki bu defaki iddiası da en az önceki kadar
vahimdir. "Devlet yardım etmese, IŞİD bu cinayeti işleyemez!" Bir
kimse liderse, 6 milyon oy almışsa her konuştuğunun mesnedi, her
iddiasının delili olması şarttır.
Öz vatandaşlarını katleden siyasi bir iradeye devlet denebilir
mi?
Selahattin Demirtaş, iddiasını isbat etmelidir.
Eğer isbat edemezse o sözlerin altında kalır.