ANKARA’daki son acı ve müessif terör hadisesi ile ilgili binlerce
haber, yazı, yorum yayınlanıyor, yayınlanacak. Kafalar iyice
karışacak, karanlık iyice yoğunlaşacak. Sonunda ne olacak? Bu işin
sırrı çözülecek mi? Hiç sanmam.
Şu soruyu sormak gerekir: Bu işten kim yararlanacak? İktidar mı, şu
mâlum parti mi? O partinin içteki ve dıştaki destekçileri mi? O
partiyi kullananlar mı? Türkiye’yi parçalamak isteyenler mi?
Vesayetçiler mi?
Şu anda yüze yakın ölü var. Bunların kanı seçimlerde hangi partiye
oy getirecek?
Bazılarının yüreğimiz kan ağlıyor demelerine bakmayın; onlara
inanacak kadar aptal ve salak olmayın…
Bizim yerli beyinlerimiz böyle senaryolar yazabilir ve
uygulayabilir mi?
Gerçek suçlular, caniler, planlayıcılar yakalanabilirse, bilin ki,
senaryo yerlidir.
Yakalanamazsa iyi bilin ki, dış yüksek beyinler tarafından organize
edilmiş, sahneye konulmuştur.
Siz, Türkiye’nin dünya çapında satranç ustaları yetiştirdiğini
duydunuz ve gördünüz mü hiç?
Bu PKK terörü savaşının bitmeyeceğini, bitirmek isteyeni
birilerinin bitireceğini Abdullah Öcalan söylemişti yıllar
önce.
Bu olup bitenler Türk’ün aklıyla, Kürt’ün aklıya yapılabilecek
işler değildir. Başka akıllar, beyinler vardır yukarıda.
Türk’ün Kürt’ün aklının üstünde Kriptoların aklı vardır. Onun
üzerinde de uluslararası global süper akıllar bulunmaktadır. Alt
akıllar üst akılların sırlarını öyle kolay kolay çözemez.
Tonlarca mürekkep harcanır, milyonlarca kelime yazılır, bin çeşit
teori üretilir, her kafadan ayrı bir ses çıkar; söylenenlerin
yazılanların içinde doğru mozaik parçaları da bulunur ama gerçek
tablo bir türlü ortaya çıkmaz.
PKK terörü silahlı savaştan, vurmaktan, öldürmekten, yıkmaktan
ibaret değildir. İşin içinde yüz milyarlarca dolarlık para ve
menfaat vardır. PKK dolayısıyla örtülü ödenekten harcanan paralar
bile apayrı bir alemdir.
Bunca silah ve cephane, araç ve gereç hep parayla satın
alınıyor.
Terörün gölgesinde, tozu dumanı içinde yapılan uyuşturucu
kaçakçılığı kim bilir yekûn olarak ne korkunç meblağlara
ulaşmıştır.
Bu terörde Siyonizm’in tuzu biberi olduğuna inanmayan kimseyi
muhatap bile kabul etmem. Çünkü o geri zekâlının biridir, ona ne
desen anlamaz.
Terör bölgesinden Sünnî Müslümanları kaçırıyorlar. Niçin? Yerlerine
başka nüfuslar getirilecek de ondan. Boşalan mıntıkalar hep boş
kalmaz, tabiat boşluğu sevmez.
Şu adama bakın vır vır cır cır konuşuyor. Türkiye’de bir milyon
Kripto E…, bir milyon da Kripto Y… olduğundan haberi yok. Zavallı
cırcır böceği!
Adları Türk Kürt Müslüman adına benzeyen o adamların hepsinin Türk
Kürt ve Müslüman olduğunu sananlarda tavuk aklı kadar akıl
yoktur.
Böyle esrarlı hadiselerin içyüzü boş kafalarla, yetersiz
beyinlerle, dar açılı ufuklarla anlaşılmaz.
Bu işin satrancından anlamayanlar konuşup yazıp durmasınlar.
Bilen varsa çıksın ortaya anlatsın, karanlıkları aydınlatsın,
bilelim dönenlerin içyüzünü. Tabiî, anlayacak yeterli aklımız
varsa.
(İkinci Yazı)
Avrupa’nın En Yeşil Şehri Paris
İNTERNETTE Avrupa’nın en yeşil başkenti Paris’in parklarına,
bahçelerine, korularına, göllerine, havuzlarına baktım…
Yeşillikler, çiçekler, hayvanat bahçeleri, sularda yüzen kuğular
ördekler, minyatür trenler, saraylar, köşkler, fıskiyeler,
şelaleler, köprüler…
Paris Avrupa’nın en yeşil kenti, İstanbul ise onun tersine en
yeşilsiz kenti haline getirildi. Sur içinde tek bahçe Gülhane
Parkı, Padişahlık zamanından kalma. Sur dışında Sultan
Abdülhamid’in Yıldız Parkı, birkaç küçük park dışında İstanbul
dünyanın en büyük beton Sahra-yı Kebiri haline getirildi.
Son yıllarda bütün boş arazilere, park ve bahçeler yapılacağına
korkunç yüksek binalar dikildi.
Bilhassa tarihî İstanbul’un ciğerleri söküldü.
Hannover’de yaşadığım yıllarda büyük parklarda dev ağaçların
gölgelerinde oturur, sincaplara kuşlara yiyecek verirdim.
Bütün Avrupa yemyeşil… Türkiye şehirlerinde yeşile sanki savaş
açılmış.
İstanbul’un her tarafı denizle çevrili ama trafiği azaltmak için
denizden yararlanamıyoruz.
Toplum ototoplum olmuş. Her sabah ve akşam milyonlarca vatandaş tek
başına otomobilleriyle işlerine gitmek, evlerine dönmek savaşı
veriyor.
İngiltere’de İskandinav ülkelerinde, Hollanda’da bisiklete binen
bakanlar görebilirsiniz ama bizde büyükler binlerce koruma ve
trafik polisinin gölgesinde yollardan buhran gibi geçerler.
Yaz günlerinde iyi havalarda Marmara ve Haliç sahillerindeki cılız
yeşil alanlarda büyük sayıda vatandaş piknik yapar. Mangallar,
dumanlar, ızgara kokuları, bir hayuhuy olur ki sormayın. Orta yaşlı
biraz kilolu bir vatandaş mangala hem elindeki kartonla, hem de
üfleyerek hava veriyor… Sıcaktan ve üfürmekten morarmış…
Bir yazımda anlatmıştım. Yazın, bir pazar günü Yıldız Parkı’na
gitmiştim. İçeride otomobili park edecek yer yoktu, yemek yiyecek,
çay içecek bir yer bulamayınca üst kapıdan dışarıya çıkmış ve taaa
Kilyos’a gidip, yemeği orada Rizeli Hatice hanımın küçük
lokantasında yemiştim.
Bir toplum, kırsal kesime pikniğe gidip bir yerde yiyip içip
eğlendikten sonra akşam dönerken orayı çöplük gibi bırakırsa o
toplum ilkeldir, barbardır, geridir.
İstanbul’u yeşillendirmek için dikey bir tek çare kaldı: Bitişik
nizam binaların önlerine tırmanan bitkiler, sarmaşıklar, yaban
gülleri, boru çiçekleri dikmek. Bu iş kuru lafla olmaz. Hangi
bitkiler dikilecek? Bunlara nasıl bakılacak? Bunun için de ilim,
teknik, dikkat, itina, ihtimam, ciddiyet, vasıf gerekir. Bunlar
bizde yeterli miktarda var mı?
Bu yıl da budama mevsiminde nice ağacın canına okundu. Koskoca
ağaç… Gövdesinin tepesinden, dalları altından hoyratça kesmişler,
telgraf direğine çevirmişler… Olacak şey değil, böyle yamyamca
budama olur mu? Kim budamış bu zavallı ağaçları böyle? Budamanın da
bir ilmi yok mudur?