Tüm gelişmeler, tüm ilerlemeler her daim zihinlerin özgür bırakıldığı ortamlarda olur. Baskı altında sindirilmiş toplumlarda ilerleme olmaz.

Tüm gelişmeler, tüm ilerlemeler her daim zihinlerin özgür bırakıldığı ortamlarda olur.

Baskı altında sindirilmiş toplumlarda ilerleme olmaz.

Baskı altındaki toplumlarda insanlar nefes almayı ve hayatta kalmayı başarı sayarlar.

Evet, ilk çağlardan yaşadığımız bu çağa kadar, orta, yeni, yakın ve bilişim çağına kadar tüm gelişmelerin temelinde hürriyet ve serbestlik iklimi vardır.

Bir Ülkede hürriyet ve demokrasi varsa mutlaka orada ilerleme ve ekonomik gelişme birbirleriyle paralel ilerlemiştir.

Şimdi ben bazı ülkelerin gelişme trendlerine bakıyorum. Hepsinde ortak noktalar var. O noktalar, serbest piyasa, hür düşünce ve bunlarla birlikte demokratik bir yönetimdir.

Zaten ekonomik kalkınma dediğimiz şey esasında insanların serbest çalışmalarından, yeni düşüncelerinden, yeni kaynaklar keşfetmelerinden ibarettir.

Baskı altında olan, kafasına kaldırmaktan korkan insanlar neyi düşünecek, neyi geliştirecekler? Başları önünde koyun gibi düşünenler, at gözlüğü taktırılıp sağa-sola bakması engellenenler neyi geliştirebilir ki? Koyunlar gibi güdülenler neyi değiştirebilirler ki?

At gözlüklüler ve koyun gibi başları öne eğik tek bir yöne yönlendirilenler hiçbir gelişme ve ilerleme içerisinde olamazlar.

Her ilerleme ve gelişme daha çok atılgan, cesur ve adeta kabuğunu kıran bir cesaretle hareket eden hür düşünceli insanlardan kaynaklanmıştır.

Bu durum itibariyle demokrasi ve hür düşünce ekonomik gelişimi tetikler.

Tabi ekonomik ilerleme de demokrasiyi geliştirir.

Halk arasında bir söz vardır. 'Varlık barıştırır, yokluk dövüştürür.'

Gerçekten de bir ülke düşünün, o ülkede problemler var ise, kavgalar var ise, sorunlar var ise, bütün enerjiler böyle olumsuzluklara harcanır ise orada gelişme olabilir mi? Olmaz elbette.

Evet şimdi gelelim bizim kendi durumumuza.

Buraya kadar anlattıklarımız teorik gerçeklerdi.

Şimdi gelelim uygulamada bizzat gördüğümüz gerçeklere?

İşte size kitabın tam orasından bir soru:

Almanya, Güney Kore ve Japonya 1950 yılında yakılıp yıkılmış iken nasıl oldu da kısa sürede 15-20 yıl içinde kalkınma ve ekonomik gelişmede bizi fersah fersah geçtiler?

ABD ve İngiltere'den bahsetmiyorum.

Almanya, Güney Kore ve Japonya'dan bahsediyorum.

Biz yeni bir Devleti 1923 yılında kurduk ve 2. Dünya Savaşına girmedik. Ancak savaşa giren ve yerle bir olan Ülkelerden çok geri kaldık?

Neden, neden, neden?

Evet, Almanya, Güney Kore ve Japonya, uluslararası dış politika ve siyasi şartları ekonomik gelişme için en akılcı olarak kullanan Ülkelere örnektir. Siyasi konjonktürü ve uluslararası siyasi dinamikleri Ülke ekonomisinde avantaja çevirmek mümkündür.

Bu önemli gerçeğin yanında Almanya, Güney Kore ve Japonya demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri de ekonomik gelişmeye dönüştürmesini bilmişlerdir.

Bizimkiler 1950-1970 arasında abidik gubidik işler ile uğraşırken, askeri darbe yaparak bir Başbakanı asmakla meşgul iken aynı yıllarda Almanya, Güney Kore ve Japonya 'aslanlar gibi' özgürlük ve demokrasi ortamında Ülkelerini geliştirmekle meşgul idi.

Bu arada şu gerçeği de çok net ve çok açık belirtmek durumundayım.

'Bir Ülkeyi ekonomik ve demokratik bir şekilde kalkındırmak öyle uzun ve meşakkatli bir süreç değil. Ben bir Ülkenin ehil ellerde ve hür ve serbest bir ortamda 20 yıl içinde bir Almanya ya da Japonya ya da Güney Kore gibi kalkınabileceğine aklımla ve tüm yüreğimle inanıyorum.'

Bunun için şu üç şart yeterlidir.

1-Demokratik ve özgür bir ortam.

2-Tasarruf ve sermaye birikimlerinin akılcı ve üretken yatırımlara dönüştürülmesi.

3-Kendisini Ülkesine adamış lider ve yöneticiler.

Biz bu güne kadar 100 yılda niye Almanya, Güney Kore ve Japonya gibi olamadık? Yukarıdaki üç şarttan hangisi ya da hangileri bizde noksandı?

Zor sorular mı?

Zor mesele mi?

Şair Yazar İsmet Özel der ki, 'bana bu mesele zor demeyin. Zaten zor olmasa idi mesele olmazdı.'

Evet sizi bu zor mesele ile değil zor sorular ile başbaşa bırakıyorum.

Her şeyi de Yazardan beklemeyin. Bu soruların cevabını da siz söyleyin.

Benden bu kadar.

Yazımın en sonunda yine bir İsmet Özel sözüne yer verelim:

'İkna edilmişlerle yola çıkılmaz. Yola, inanmışlarla çıkılır.'

Biz ikna edilmişlerle (ruhsuz adamlarla, menfaatçi yaratıklarla) yola çıktığımız için gelişemedik.

Sözün özü: İnanmış ve bir davaya adanmış bir nesil gelmeden ekonomik ve demokratik açıdan gelişmemiz mümkün değil.

Durum bundan ibarettir. Dost doğru söyler, acı söyler.

Vesselam.