“CAN nedir, bilmek gerek…

Canını bilmeyen gayrıyı ne bilir, nasıl bilir imanım…”

Söze böyle yol verirdi. Onu rüzgârın dallarına mandallıyor gibi itina ise asar bizlerin seyretmesini isterdi. Konuşmalarında betimlemelerde bulunurdu. Muhayyilesini tümüyle bize açtığını ve gönlünün mahrem muhtevasını sunmakta tereddüt etmediğini gözlemlerdik.

Biz onun gönlünün şahidiydik.

O da bizim…

CAN kelimesinin aslının Sanskritçe olduğu söylenir. Bilginler buradan Farsça’ya geçtiğini ve farklı mânalar kazandığını ifade ettikten sonra Çince ile Arapça dahil belli başlı Şark dilleriyle Türkçe’de birbirine yakın şekilde telaffuz edildiğini dile getirmişlerdir.

Can kelimesi sözlükte “Rüzgâr, nefis, ruh, bedenin hayatiyetini sağlayan ana unsur” mânâlarına gelir. Türkçe’de ise daha çok son iki anlamda kullanılır. Ruhla beraber daha çok “Bedenin canlılığını sağlayan unsur” anlamında olduğu görülür. Elliye yakın atasözü ve 200’den fazla deyimde yer alır.

FUZÛLÎ’NİN, “Âşık oldur kim kılar cânın fedâ cânânına / Meyl-i cânân etmesin her kim ki kıymaz cânına” beytini burada zikretmeden geçmek eksiklik olur. Yine aynı şekilde Yûnus Emre’nin, “Sen cânından geçmeden cânân arzu kılarsın / Belden zünnar kesmeden îmân arzu kılarsın” dizesi de pek çoğumuzun zihnine kazınmıştır.

Burada anlatılmak istenen husus âşıklığın ilk merhalesidir zira bu sevgili uğruna canını vermekle elde edilir. Ayrıca can zaten sevgiliye ait değil midir? Burada yine büyük Fuzûlî devreye girer ve bize ötelerden şöyle seslenir. “Cânı cânân dilemiş vermemek olmaz ey dil / Ne nizâ eyleyelim ol ne senindir ne benim.”

CAN, edebiyatımızda sevgili yerine kullanılır. Şairlerimiz şiirlerinde “Ey can” veya “Cânâ” hitabına çokça yer verirler. Sevgilinin bir diğer adı olan “Cânân, Cânâne” de sıklıkla karşımıza çıkar.

Ahmed Paşa bu mânâyı bizlere “Âh kim ömrüm cihân mülkünde cânânsız geçer / Ben cihân mülkün n’iderem çünkü cân ansız geçer” şeklinde sunar. Yani can ile hem âşık hem sevgili kastedilir. Cânânsız can, cansız bir ten gibidir. Bitkin ve solgun…

SEVGİLİNİN âşıktan yüz çevirmesi meselesi vardır bir de…

Ölmeden önce ölmekten beter bir hâldir. Kimseye önerilmez. Dilenirse, beddua yerine alınır.

Bu, canın bedenden çıkmasına benzer bir durumdur seven için. Zira seven için sevgili ölü bir cismi dirilten taze bir ruhtur. Âşığa can bağışıdır. Onsuz hayat, hayat değil cesetle gezmektir.

KÜLTÜRÜMÜZDE can gönül ile kullanılır. Buradaki temel idrak şudur: Gönül mânevî hislerin, acı ve ıstırabın hissedilip yaşandığı ana merkezdir. Can ise maddî veya uzvî arzu, iştiyak ve ıstırapların hissedildiği bir merkez kabul edilir. Âşık ise sevgisi ve sevgilisinden dolayı daima bu iki türlü zahmetin, yanmış ve kavrulmuş olmanın ağır ıstırabını sürekli içinde yaşar. Onun için bu acı beslenme kaynağıdır. Onun en mühim gıdasıdır. İçinde bulunduğu bu haller âşık oluşunun alâmetleri olduğundan asla müşteki olmaz. Yanar ama dumanı tütmez.

BUNLARLA bitiyor mu, elbette hayır.

Can için aziz denilir. Birine azizim ve azizem dediğinizde bunu kastedersiniz. Hayran oluşu ifade eder. Onun delisi, hastası, garibi hatta miskini olduğu çekinmeden dile getirilir.

Edebiyatımızda can kavramına teşbih ve mecaz yoluyla da sıkça başvurulur. Bezm-i elest denir örneğin. Ötelerin ötesinde tanışıp aşinâ olmuşluğu ifade eder. İçten işe “Aşinâm” diye seslenirler. Âşık için mâşuk çok renkli bir âlemdir. Sessiz çığlıkları onun gönül âsumanında yankılanıp durur.

Ve daha neler neler…

Seven sevgilisini memleketim diye ünler mesela. Orada ne varsa kendisine aittir. Yağan yağmurları da yakan güneşi de kendisinindir. Kaynayan su gözeleri, gürül gürül akan pınarları, şırıldayan nehirleri, dalgalı denizleri ve bütün renkleriyle tüm mevsimleri…

Sultanım, hânım, hakanım, şahım, kurbanım, şem’im, pervânem, üflendiğim neyim, bezmim, gülzârım gibi nice benzetmeler sevgilinin tasviri için sıklıkla kullanılır.

SEVEN sevdiğini tarife güç yetiremez.

Tüm teşbihler biter ama âşık gönlünde mihman olanı, ruhuna konuk ettiğini tarif ederken bunlarla yetinmez. Kendine mahsus başka kavramlar bulmak için didinip durur.

Çünkü bir gönül işçisidir o.

“CANIMIN mânâsı Canmânam” ustanın bizlere diğer bir hitap şekliydi.

Hayatımın anlamı demekti bu. Yaşamım seninle kaim, ben seninle varım demekti. Diğer bir deyişle sen kendini bende ne kadar var kılarsan ben o kadar varım mânâsı taşıyordu.

Ecdadımız türlü şekillerde ve farklı benzetmelerle bunları harika bir tarzda ifade etmeye muktedir olmuş. Bizler kelime fukarasıyız.

Kendi adıma söyleyecek olursam “Canmânâm” ve “Aşinam” yeterli bana. Sizi bilmem.

Ya Selam!