Yüzyıllar önce, çok uzak diyarlarda, zalimliğiyle ün salmış bir kral yaşarmış. Adı halkın arasında fısıltılarla anılır, kimse onun adını yüksek sesle söylemeye cesaret edemezmiş. Onun hüküm sürdüğü topraklarda korku, güneşten önce doğar, geceden ise daha karanlıkmış. Toprakları o kadar genişlemiş ki, tüm dünya adını duyduğunda adeta titrermiş. Söylenene göre, bu kral sadece düşmanlarını değil, kendi halkını da acımasızca cezalandırırmış. En küçük isyan belirtisini bile, kanla bastırırmış. Savaşlarda yakaladıkları esirleri öldürmek ya da takas etmek yerine burunlarını kestirirmiş. Sonra bu insanları salıverdirirmiş. Krala, neden böyle yaptırıyorsun diye soranlara ise; “Benim ve ordumun ne kadar acımasız olduğunu cümle alem bilsin! Namım öyle yayılsın, yayılsın ki, diğer şehirleri de savaşmadan kolayca teslim alayım ha ha” dermiş. Bu cevabı duyanlar, Kralın hem zekasına hayran kalır, hem de dehşetten tir tir titrermiş.

Burnu kesik insanlar ise ilk başlarda çirkin gelen yüzlerini zamanla güzel görmeye başlamışlar. Alışmışlar işte. Hatta doğan çocuklarının bile burnunu kesmeye başlamışlar. ‘Bizim gibi olsunlar. Bunlar bizden’ deyivermişler.… Bir gün bu zalim kralın diyarına yabancı biri uğrayıvermiş. Bakmış ki halk burunsuz! Adam dehşete kapılmış ve oracıkta donakalmış! Halk burunlu adamı görünce başlamış dalga geçmeye; ‘Aaa burunlu, burunlu buu, burunluu, hahaha………..’

Evet, burunlu adam, halkın tepkisi karşısında şaşkına dönmüştü. Onlar için ise asıl tuhaf olan, kendi hallerinden farklı olandı. Baskının kalıcılığı, yalnızca zorbalığın şiddetinde değil, insanların bilinçaltına işlenip, adeta kabullenişindeydi. Onlara göre burunsuz olmak, bir eksiklik değil, bir üstünlüktü. Onları diğerlerinden farklı yapan şeydi bu. Zulmü içselleştiren bir toplum, özgürlüğü değil, esareti savunur hale gelmişti.

Burunlu adam ise bu halkın yalnızca bedenlerinin değil, ruhlarının da kesildiğini fark etmişti. Zulmün en büyük zaferi, halkın kendi kendini baskı altına almasıydı! Artık kralın emir vermesine bile gerek yoktu. Çünkü halk kendi çocuklarının burnunu keserek, baskının nesiller boyu devam etmesini sağlıyordu. Korku üzerine kurulan sistem, bir noktadan sonra kendini yeniden üretmeye devam ediyordu. İnsanlar, kendilerine dayatılan zulmü sorgulamak yerine, onun içinde bir düzen aramaya başlarlar. Bu birçok alanda karşımıza çıkar.

Bir söz vardır; ‘Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık’ diye. Sosyal hayattan ülke ve dünya siyasetine kadar bir çok alanda gördüğüm şey tam olarak bu. Ne biri diğerinden iyi, ne de öbürü diğerinden kötü. Terazi dengede sanki, tartıyor birbirini. Terazi, adalet için simgeleştirilen bir objedir fakat, gördüğüm karmaşıklık ve vehamet epey acı..