İnsanın doğasında var olan görülme ve övülme isteği… Sonsuz ruhumuzun içine sıkıştırıldığı ölümlü bedenlerimiz… Hepimizin bildiği meşhur "The Simpsons" dizisi ve birçok filmde işlenen, yıllar sonra gerçeğe dönüşen olaylar… Önceden planlanmış gibi karşımıza çıkan bu olaylar silsilesi, gerçekten de düşündürücü değil mi?
Mesela Donald Trump’ın başkanlığı... 2000 yılında yayınlanan "Bart to the Future" adlı bölümde, Lisa Simpson ABD Başkanı olur ve selefi olarak Donald Trump’tan bahseder. 2016 yılında Donald Trump, gerçekten de ABD Başkanı seçildi. Şimdi ise tekrar başkanlık koltuğuna oturdu.
Bir başka örnek, 11 Eylül saldırıları... 1997'de yayınlanan "The City of New York vs. Homer Simpson" bölümünde, bir dergi kapağında 9 dolar ve İkiz Kuleler yan yana gösterilir. 11 Eylül 2001'de Amerikan yolcu uçaklarını kaçıran saldırganlar, New York'taki bu iki gökdelene çarparak binlerce insanın hayatını kaybetmesine yol açtı. Bu olay, yalnızca Amerika için değil, tüm dünya için sarsıcı bir travma oldu.
Teknolojik gelişmelere dair kehanetler de oldukça çarpıcı… 1994'teki "Lisa on Ice" bölümünde, Dolph karakteri elinde bir dijital asistan tutar. Bu, modern akıllı telefonların erken bir tasviri gibidir. 1997'de Ericsson, Nokia'nın 9000 serisine GS88 modeliyle cevap vererek "akıllı telefon" (smartphone) terimini literatüre kazandırdı.
Görüntülü konuşmalar… 1995'teki "Lisa’s Wedding" bölümünde Lisa ve Marge, görüntülü bir telefon görüşmesi yapar. Bugün hepimizin kullandığı FaceTime ve Zoom gibi uygulamalar, bu öngörüyü gerçeğe dönüştürdü.
Akıllı ev sistemleri… 1994’te "Homer Goes to College" bölümünde Homer, evindeki ışıkları ve cihazları uzaktan kontrol ediyordu. Bugün hayatımızın bir parçası olan akıllı ev teknolojileri, o dönemde yalnızca bir hayal olarak görülüyordu.
Hatta pandemiler bile… 1993'te yayınlanan "Marge in Chains" bölümünde, Japonya’dan gelen bir virüs Springfield’a yayılır. Bu, 2020’de tüm dünyayı kasıp kavuran COVID-19 pandemisini akıllara getiriyor.
Peki, bizde durum nasıl? Türkiye’de genellikle geçmişte yaşanan olaylar üzerinden senaryolar yazılıyor. Geleceğe dair öngörüler sunan vizyoner bir bakış açısına nadiren rastlıyoruz. Eğer hükümetin ya da devlet kurumlarının atacağı adımlar senaryolaştırılsa, bu büyük ihtimalle "plan bozma" veya "bürokratik engeller" gibi kaygılarla karşılanır.
Bunun yanı sıra, büyük devlet olmanın sorumluluğunu bir kenara bırakıp, hâlâ "Özgür değiliz, ötekileştiriliyoruz" şeklindeki düşünce kalıplarından çıkamıyoruz. İngilizce öğretmenim, Amerika ve Avrupa’da da yaşadığını söylemişti. Bir gün bana "Siz Türkiye’de gayet özgürsünüz, ama birçok kişi bana özgür olmadıklarını söylüyor. Neden böyle düşünüyorsunuz?" diye sormuştu. Ben de "Maalesef anlatsam da bu düşünce kalıbını anlayamazsınız" demiştim. Belki de biz kendimizi bazı kalıplara hapsediyoruz. Bir de bu yönden bakmak gerek, öyle değil mi?
Peki siz ne düşünüyorsunuz? Gerçekten özgür müyüz?