Hasta yatağında tüm hayatını gözden geçiren bir kişinin samimi
düşünceleri...
Oldukça sade döşenmiş bir odada gözlerimi açıyorum. Üzerimde ince
bir pike var. Duvardaki saate takılıyor gözlerim. Saniyeler yavaş
yavaş ilerliyor. Ben ise yatakta yatan son derece aciz bedenimle
her saniye bir adım daha ölüme yaklaştığımı hissediyorum. O güçlü
bedenimden hiç eser kalmamış, zayıflamış, hastalıktan ve
yaşlılıktan iyice yorgun düşmüş. O capcanlı bakan gözlerimin feri
sönmüş. Nerede o her yere koşan, hızlıca konuşan, bir şirket dolusu
insan yöneten ben? Nerede o planlar yapan, raporlar hazırlayan, en
ince detaylara kadar hesaplar yapan ben? Nerede şimdiki ben? Şimdi
ise ağzımı açıp konuşmaya bile mecalim yok, kolumu kaldıracak gücüm
bile yok…
Yatakta yatarken odaya birkaç akraba girip çıkıyor, hüzünlü
gözlerle beni süzüyorlar. O bakışlar ölüm meleklerinin her an
kapıda olduklarını hatırlatıyor bana. “İşte bir ömür daha sona
eriyor, bir insan daha dünyaya veda ediyor” diye düşünüyorum
içimden… O nefes nefese koşturmaca bitti, yetmiş yıllık bir hayat
göz açıp kapayıncaya kadar geçip gitti. Günler hızla birbirini
kovalarken o hiç bitmeyecek zannettiğim hayatım adeta bir gün gibi
geçip sona erdi…
Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?"
Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara
sor."
Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir
bilseydiniz," (Mü'minun Suresi, 112-114)
Şu an yatakta ölüm meleklerinin her an gelip ruhumu teslim
almalarını beklerken tarifi mümkün olmayan bir korku içindeyim.
Çünkü bu yolculuğun artık geri dönüş olmadığını biliyorum. Artık
dünyadaki evimi, eşimi, çocuklarımı, işimi, tüm akrabalarımı,
arkadaşlarımı, malımı, mülkümü bırakıp bu dünyadan gideceğim. Sade,
beyaz bir kefene sarılıp yanıma tek bir eşya bile almadan ahirete
gideceğim. Şu yetmiş yıllık ömrümde ne kadar çok şey düşündüm, ne
kadar çok işin peşinden koştum diye düşünüyorum. Okul ve üniversite
yıllarında hep derslerden başarılı olmayı düşündüm, sınavlarda
kazanmayı düşündüm. Sonra çok iyi bir işe girip kariyer yapmayı
düşündüm. Bunu da başarınca işyerinde en üst seviyeye çıkıp birçok
insanı yönettim. Yıllarca yeni projelerin peşinde koşup şirketi en
prestijli şirket haline getirmeyi düşündüm. Ve bunların hepsini
başardım da. Daha sonra evlenip çoluk, çocuğa karıştım. Yıllar
çocuklarımın “nasıl okuyacağını, derslerinde nasıl başarılı
olacaklarını, hangi üniversiteye gideceklerini, nasıl kariyer
yapacaklarını” düşünmekle geçti. Bütün bu düşünceler sanki
birbirine kenetlenmiş gibiydi. Yıllarla birlikte bu düşünceler
beynimin içinde hızla akıp giderken bir kere bile yaşadığım bu
hayattan dışarı çıkamadım, bir kere bile gerçekten sormam gereken
soruyu kendime sormadım…
Evet, şu anda bu gerçeği itiraf ediyorum. Bir kere bile kendime
“ben niçin yaratıldım, bu dünyaya geliş amacım ne?” diye sormadım.
Onca boş düşüncenin arasından bir türlü sıyrılıp kendimi
kurtaramadım. Binlerce detay düşünürken, binlerce plan yaparken bir
kere olsun durup da neden bu dünyaya geldiğimi düşünmedim. Şimdi
son derece aciz bedenimle yatakta kıpırdayamaz bir haldeyken bu
gerçeği ne kadar da iyi anlıyorum. Düşünüyorum da ne kadar da
dünyaya dalmışım, ne kadar dünya malının, mülkünün, kariyer
hırsının peşinden sürüklenmişim. Bankalara paraları yığmışım, her
sene en güzel tatil köylerinde tatiller yapmışım, bir sürü insanı
yönettiğim toplantılara katılmışım, çocuklarımı en iyi okullarda
okutmuşum, en güzel semtlerde evler, çok pahalı arabalar, marka
kıyafetler almışım.
(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp,
kendinizden geçirdi.'
"Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze)
kadar sürdü." (Tekasür Suresi, 1-2)
Nerede şimdi bütün bu saydıklarım? İşyerimde peşimde koşan onca
insan nerede? Evlerim, arabalarım, beni sevdiğini söyleyen onca
insan nerede? O çok beğendiğim bedenim nerede? Bankadaki paralarım
nerede? Yaşlı bedenimle bu sade odada yatarken peşinden koştuğum
bunca şeyin ne kadar boş olduğunu şimdi çok iyi anlıyorum. Ben tüm
hayatım boyunca bunları düşünüp, bunların peşinde koşarken neden
bir tekini bile yanımda götüremiyorum? Ne kadar da boş amellere
kendimi kaptırmışım, şeytanın adımlarına uyup nasıl da ona
kanmışım? Nasıl da bu dünyayı hiç bitmeyecek sanmışım?
Yetmiş yıldır göremediğimi, kavrayamadığımı, hissedemediğimi ölüme
bir adım kala görebiliyorum ve tüm ruhumla hissedebiliyorum. Bir
kere bile kendime sormadığım sorunun cevabını artık çok iyi
biliyorum. “Ben bu dünyaya neden geldim?” sorusunun cevabının
“Allah’a kul olmak” olduğunu biliyorum ve bunu tüm hücrelerimle
hissediyorum. Allah’ın huzuruna sadece takvamızla, dünya hayatında
Allah için yaptıklarımızla, salih amellerle çıkacağımızı biliyorum.
Hiçbirimiz boş bir amaçla yaratılmadık. Bu gerçeği fark edip
hayatını Allah’a adayanlar, ibadetlerini yapanlar, sürekli O’na
dönüp yönelenler, Allah için yaşayıp Allah için ölenler… İşte
gerçek kurtuluşa erenlerin bunlar olacağını şimdi biliyorum. En
önemli soruyu hayatım boyunca kendime sormamışım, bir kere bile
beni yaratan Allah’ın benden ne istediğini düşünmemişim. O bana
durmaksızın nimet verirken hiç şükretmemişim. O beni her hücreme
kadar yaratıp bana can verirken ben bir kere bile yüzümü O’na
dönmemişim. Şimdi ise pişmanlığın hiçbir fayda getirmeyeceğini
biliyorum. Hayatımın bu son saniyelerini yaşarken “ah keşke, keşke
geri dönebilsem ve O’na kul olabilsem diyorum”…
De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle
karşılaşıp buluşacaktır. Sonra gaybı da müşahade edilebileni de
bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber
verecektir." (Cuma Suresi, 8)