Büyük siyasi değişimlerin yaşandığı, küresel ve bölgesel güçlerin birbiriyle uğraştığı bir dönemde Türkiye’ye karşı gereksiz bir iç baskı unsuru olunmamaya ve Türkiye’nin kaliteli üniversitelerinden olan Boğaziçi Üniversitesi’nin de marka değerinin bitirilmemesine dikkat edilmeli.
Yaklaşık 20 gündür ülke gündemini Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör atanmasının akabinde başlayan ve halen devam eden gösteriler meşgul ediyor. Kimileri bu gösterileri iktidar ve güç ilişkisi üzerinden okurken kimileri de bunu komplo teorileri üzerinden okumaya devam ediyor. Fakat sosyal medyadaki okumalar üzerinden gidersek konu LGBT ve başörtülü bir kızın gösterideki tavrı üzerinden devam ediyor. Gösterinin konusu ilk birkaç gün rektör atamasına tepki iken aylardır herhangi bir hareketliliğe iştirak için dört gözle tetikte bekleyen bir kısım oluşumların maksatlı desteklerinin de eklenmesi ile bağlamından koparak farklı bir mecraya kaymış durumda. Hele ki Kabe resmi üzerine nakşedilen alçak semboller bazı şahıs ve STK'ların iç dünyasındaki çirkinliği de gün yüzüne çıkardı. Zerdüşt düşüncesinin ürünü olan Şahmaran figürü, antik Yunan ve Roma'ya ait semboller bunun delillerinden bazısı. Ayrıca bu tür gösteriler sonrası karşılıklı ithamlar ve yalanlar havada uçuşur onun için birçok kişi için gerçeği görmek zorlaşır. Hatta bu ithamlar ve yalanların bedeli de toplum için daha sonraları çok acı olur.
Şimdi biraz Boğaziçi gösterilerinin dışına çıkıp dünyadaki gelişmelere şöyle bir göz gezdirelim. Herkesçe malum olan bir gerçek var ki o da dünyanın hemen her alanda büyük bir değişim yaşadığı gerçeğidir. Siyasi alandan ekonomik alana, içtimai alandan ilmi alanlara kadar her alanda bir değişim ve dönüşüm mücadelesi var. Teknolojik alanda yaşanan büyük gelişmelerle birlikte Trans-hümanizm ve Post-hümanizm mevzularının felsefi alanı işgal ettiği bir dönemde, sözde mükemmel bir hale getirilmek istenen insan hakikatte diğer canlılar ile eşitleniyor. Çünkü yeni epistomolojiye göre mühim olan şey yaşamdır. İnsan da bu yaşamın bir parçasıdır. O halde insanın diğer canlılardan bir farkı yoktur. Bu tanımlamaya göre yapay-zeka yani yapay-insan çalışmaları dünyanın dört bir yanında devam ediyor. Batı muhayyilesi bu yaşam içine dahil ettiği canlıları ise cinsiyetsiz bir varlık olarak tasavvur ediyor.
Dünya bir yandan bu teknolojik gelişmelere tanıklık ederken diğer yandan da dünyanın hemen her yerinde sosyal hareketlilikler yaşanıyor. Londra'dan Delhi'ye, Moskova'dan Paris'e dünyanın bütün metropollerinde sokak gösterileri düzenleniyor. Bu gösterilerin kimi Kovid-19, kimi sosyal eşitsizlikler, kimi de siyasi sebeplerle çıkıyor. Fakat gösterilere genel bir bakış ortaya koyduğunuzda aslında bütün dünyada tanımlanamayan bir huzursuzluk olduğunu görürsünüz. İnsanları sokaklara döken bu huzursuzluk, kısa bir süre içinde küresel ve bölgesel güçler tarafından istifade yoluna gidiliyor. Bundan dolayı gösterilerin olduğu hemen her ülke, başka bir ülkeyi gösterilere müdahale etmekle suçluyor ve ardından küresel ve bölgesel güçlerden fonlanan STK'lardan bahsediliyor.
Bütün bunlar bize şunu gösteriyor; Dünyanın her yerinde birçok alanda gelişmeler yaşanıyorken bunun ardından büyük krizler kendini gösteriyor. Mesela dünyanın her yerindeki teknolojik gelişmelerin yanı sıra eğitim-öğretim alanındaki araç ve gereçlerin kalitesi yükselmesine rağmen eğitim alanında böylesine büyük bir krizin yaşanması açıklanamaz hale geliyor. Dünyanın hemen her ülkesi eğitim kalitesinin düştüğünü ifade ediyor. ABD'de, Kanada'da, Avrupa'da ve Asya'da eğitim sorunu bütün herkesin gündeminde. Üniversiteler istenen reformu ve yeniliği sağlayamıyor. Onun içindir ki dünyadaki sosyal hareketlilikler içerisinde üniversite öğrencilerini daha çok görmekteyiz. Türkiye'de Boğaziçi Üniversitesi'nde yaşanan kriz de aslında bir eğitim krizinin yansımasıydı. Bu kriz, bütün üniversitelerimiz de yaşanıyor Boğaziçi bunun patlama noktası oldu her ne kadar olay daha sonra muhalefetin ve bazı STK'ların devreye girmesiyle hükümet karşıtlığına dönüşse de.
Kuantum filozoflarından Alman bilim adamı Max Planck, 'Çözülen sistemlerin çatlaklarından tuhaf tipler sızar…' der. Burada çözülen sadece Boğaziçi değil bütün üniversiteler yani bütün eğitim sistemimiz. Ayrıca bu sadece bize münhasır değil bilakis bütün dünyanın yaşadığı bir durum. Halbuki, eğitimden siyasi alana kadar her alanda yaşanan krizler bize ortada bir cenazenin olduğunu ve bunun kaldırılması gerektiğini öğütlüyor. Fakat kimse bunu kaldırmak için çaba sarfetmiyor. Herkes bu cenazenin etinden, sütünden istifade etmeye çalışıyor. Sadece iktidar veya muhalefet değil harici güçler dahi bu işe dahil olarak kendi siyasi veya ekonomik taleplerini karşı devlete dayatma mücadelesinde bulunuyor. ABD ve AB'nin gösteriler sonrası açıklamaları bunu çok bariz bir şekilde gösteriyor.
Onun içinder ki, Türkiye'nin ve dünyanın her yerinden herkes işine geldiği gibi gösterileri kullanıyor. Liberaller LGBT ve Feministler üzerinden sesini yükseltiyor, sol gruplar sola meyyal fraksiyonlar üzerinden çığlık atıyor, muhalif siyasi oluşumlar ve iktidarlar ise gençleri kendi cenahlarına çekmek veya kendi tabanlarını gösterilericilerin gösterdiği tepki üzerinden konsolide etmeye çalışıyor. Bütün dünya ülkeleri nötr gibi duran, asosyal ve apolitik gençliği siyasi alana çekip politize etmek için çaba sarfediyor. Politik bir nesil çıksın diye uğraşıyorlar. Devlet, muhalefet ve kadim çürümüş ideolojileri diriltmeye çalışan bütün STK temsilcilerinin hedefi kendi siyasi auralarına bu gençleri dahil etmek.
Bugünkü gösterileri 68 kuşağı isyanlarına benzetenler de oluyor. Ancak bana göre bu gösterilerin 68 kuşağı gençliğinin isyanlarından ayıran birçok özellik bulunuyor. Her ne kadar bazı benzerlikler olsa da. Çünkü 68 kuşağı isyanları çift kutuplu dünyanın büyük bir krizin eşiğinde olduğu dönemde ortaya çıkmıştı. Bu isyanlar iki gerçekten ortaya çıkmıştı: Birincisi Sovyetlerin de ABD ile aynı şekilde kapitalizmi korumaya çalıştığı gerçeği, ikincisi ise eski hareketlerin bir işe yaramadığının görülmesiydi. Bu dönemden sonra ideolojik kavganın dışında bugün bütün gençliği kuşatmış olan üç akım alttan alta gelişti. Bunlar; çevrecilik, feminizm ve farklı cinsel tercihleri birarada tutan oluşumlar. Bu dönem yapıçözümü ve yapısalcı felsefenin doğduğu, Michel Foucault ve Jacques Derrida'ların ortaya çıktığı, Edward Said'in Oryantalizm tartışmalarının başladığı bir dönemdi. Kısacası Modernleşmenin Post-modernleşmeye evrildiği bir dönem.
Bugün ise başka büyük krizlerle karşı karşıya dünya. Fakat bugünü geçmişten ayıran başka bir özellik de nesil farkı. Z nesli olarak adlandırılan bu kuşağın ideolojik bir altyapısı yok. Farklı düşüncedeki ailelerin içinden geliyorlar. Ateizm ve deizm yakıştırmaları da doğru değil çünkü ideolojik olmayan bu kuşak ateizm ve deizmi de gerçek manada bilmiyor. Z kuşağının kendisini aidiyet duyacağı bir siyasal kimlik de yok ortada. Zira bundandır ki farklı kimliklerden gelen insanlar birarada görülüyor. Z kuşağında öne çıkan şey, zevk ve hazlarına hitap etmeyen değerlerden kopmak ve kalıpların dışına çıkmak. Halihazırda bu kuşağı üniversite gençliği temsil ediyor. Türkiye'deki bütün üniversiteler içerisinde bu gençlik ruhunun en çok öne çıktığı yer Boğaziçi üniversitesidir. Apolitik bu kuşak sev-genç tanımlamasına çok uygundur.
Dünyanın birçok yerinde ilk başta haklı sebeplerle ortaya çıkan gösteriler kısa bir sürede farklı alanlara evriliyor. Bunun birçok sebebi var ve yukarıda bunun farklı alanlara evrilmesinin sebeplerini biraz anlatmaya çalıştık. Türkiye özeline dönersek, daha önceki rektör atmasına sesini çıkarmayan veya Türkiye'nin diğer şehirlerindeki üniversitelere yapılan atamalara sessiz kalan bu gençlik konu kendi istemediği alana dokununca farklı tepki verebiliyor. Örneğin Cumhurbaşkanı Sezer, CHP Parti Meclisi Üyesi Prof. Dr. Necla Pur'u sadece kendisinin oy verdiği 1 oyla Marmara Üniversitesi Rektörü yapınca ses çıkarmayıp alkışlayanlar, bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Prof. Dr. Melih Bulu'yu Boğaziçi Üniversitesi Rektörü olarak atamasına; 'AK Parti'den aday adayı olmuş biri bizim rektörümüz olamaz, üniversiteye siyaset giremez' diyerek ayağa kalkıyor. Halbuki Sayın Bulu; Türkiye'nin en önemli üniversitelerinden biri olan ODTÜ Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun olmuş, ardından hem yüksek lisansını hem de doktorasını Boğaziçi Üniversitesi İşletme bölümünde tamamlamış bir bilim insanı. Yani, Boğaziçililerin içinden biri.
Daha önce iktidar görmüş diğer muhalefet partileri ise kendi dönemlerindeki icraatları bu günlerin çok gerisinde olmasına rağmen, günümüzde bu gençliğin sanki yanındaymış gibi durarak kendi ikilemlerini göstermeye devam etmekte. Dünyada olduğu gibi Türkiye'de bir eğitim sorunu olduğunu gören Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, üniversitelerdeki krizi çözmek için yasal olan bir çerçevede bu konuya da bir çözüm bulmaya çalışmakta. Bu duruma elbette birçok yorum yapılabilir ve itiraz yükseltilebilir ancak itiraz edilmesi gereken konu atamalardan çok 'eğitim sisteminin neden bu halde olduğu' ve 'örümcek kafalı ideolojik dönemin kurbanı hocaların gereksiz tepkileridir'!. Eğer bir reform isteniyorsa bunu birincisi eğitim alanında ikincisi ise bütün üniversiteleri kapsayacak yasal bir alanda olmalıdır.
Bilmeliyiz ki dünya, sadece eğitim alanında değil, siyasi alanda da büyük krizler yaşıyor. Güçlü siyasi alt yapıları olmayan ülkelerin, büyük değişimlerin yaşandığı bu dönemde kaos ve ekonomik krizlerin içine gark olduklarını görüyoruz. Korona da bu süreci bütün dünyada hızlandırdı. Merkel, Putin ve Şi Cinping gibi güçlü liderlere sahip ülkeler bu kriz dönemlerinde hızlı dönüşümler yaşadı ve krizlerle mücadele etmesini bildi. Kabul edin veya etmeyin 'Erdoğan Türkiyesi' de bunun başarılı örneklerinden biridir. Hatta CHP'nin kendi içinde yaptığı bir ankette bile korona döneminde AK Parti iktidarının mücadelesinin başarılı olduğu ortaya konmuştu.
Şimdi dünya siyasi alanda yeni bir döneme evriliyor. Geçen yıllarda güvenlik politikalarının hakim olduğu dünya siyaseti, yeni dönemde yeni bir siyasi cevap üretmek durumda kalacak. Dünyanın güçlü ülkeleri siyasi bir cevap üretmediği için ya oyuncu değiştiriyor ya da takım değiştiriyor. Türkiye siyasetinin güçlü lideri Erdoğan karşısında yeni bir siyasi söylem geliştiremediği için lideri olduğu AK Parti kendi içinde hem iktidarı hem de muhalefeti temsil ediyor. Bundandır ki Cumhurbaşkanı Erdoğan halkın kahir ekseriyetinin talebi üzerine takım değişikliğine giderek krizlerle hızlı bir şekilde mücadele ediyor. Özetlemek gerekirse, dünya yeni bir siyasi söyleme ihtiyaç duyuyor. Soru şu: Bu yeni siyaseti kim ortaya koyacak? CHP, İyi Parti, HDP ve Saadet Partisi gibi partilerden oluşan muhalif siyasi oluşumlar her ne kadar işlerine geldiği için bu gençleri destekliyor gözükseler de aslında onlar da henüz dünyadaki değişimi okuyabilmiş değil. AK Parti de maalesef bu partiler gibi değişimi göremiyor. Gençliğe hitap edememesinin temel sebebi de bu. Fakat AK Parti'nin en büyük avantajı Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi güçlü bir siyasi figüre sahip olması.. Bu durumda çürümüş mahalefet karşısında, halkın Erdoğan'dan başka tutunacak dal, güvenecek liman bulamaması kaçınılmaz bir gerçek olarak ortaya çıkıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 'yeni anayasa' tartışmasını gündeme taşıyarak bütün hikayeyi doğru olan yöne doğru kanalize etmeye çalıştı. Çünkü siyasi angajmandan kurtulmak istiyor. Gençler ise birikmiş enerjisini bu tür gösteriler ve faaliyetlerle ortaya koyuyor. Hakikatte birbirinden farklı olan görüşlerin bu tür gösterilerde bir arada görünmesi ise arızî bir durumdur. Şehir Üniversitesi'nin kapatılması sürecinde sesini yükseltmeyen bazı muhafazakar grupların da bu gösterilere destek verdiği görülüyor. Bu durumun malesef açıklanabilir bir sosyolojisi yok.
Sonuç olarak şunu görmek gerek, büyük siyasi değişimlerin yaşandığı, küresel ve bölgesel güçlerin birbiriyle uğraştığı bir dönemde Türkiye'ye karşı gereksiz bir iç baskı unsuru olunmamaya ve Türkiye'nin kaliteli üniversitelerinden olan Boğaziçi Üniversitesi'nin de marka değerinin bitirilmemesine dikkat edilmeli. Öte yandan, Anglo-Sakson dünyanın merkezi olarak görülen Boğaziçi'nin protest akademisyenleri ve öğrencileri de kendi oluşturdukları hendeklerden çıkıp dünyaya ürettikleri bilimle ses vermeli!. Yaşanan süreçle ilgili kısa bir araştırma yapıldığında ise gösterilerin arka planındaki isimleri ortaya çıkarmak isteyen sosyal medya hesaplarının da engel üstüne engel yediği su götürmez bir gerçek olarak ortaya çıkıyor. Twitter tarafından Amerika'daki sokak olaylarına sebebiyet veren hesaplar askıya alınırken, Türkiye'de çıkan sokak olaylarının arkasındaki isimleri yazanların da es geçilmediği ve bu hesapların da nasıl askıya alındığını sosyal mecra protestocuları iyi görmeli. Sorgulamayı her alanda yapmak büyük resmi her zaman görebilmek gibi önemli bir avantaj sağlar.