BİREYSELLİK VE SİVİL TOPLUM

Her iki kavram gerek lügavi, gerek istilahi ve gerekse pratik olarak birbiri ile tenakuz arz ederken, bütün bu aymaz ve açmazına rağmen ustaca yan yana getirilmiştir. Tanrıya, insana, doğaya, canlı cansız ne varsa her şeye küllü savaş ilan eden kapitalizm, bu iki kavram üzerinden kendisine önemli bir alan ve aynı zaman da meşruiyet (!) kazandırmıştır.

Batı, kendi toplumunu bireyselleştirip yalnız, hatta yapayalnız anlayış içerisine alarak daha bir zapturapt altına almıştır. Batı, kendi barbar geçmişinden hareketle, bir bakıma kendisini güvence altına almıştır. Geçmişte yaşanmış kitlesel başkaldırılar çok ciddi yaptırım ve sonuçlar doğurması sebebiyle, sistemin aktörleri tarafından fikri ve zikri evrimleşme içerisine sokulmuştur. Bireyselleşme, bağımsızlık, özgürlük gibi her iki tarafı da keskin bıçak olan bu söylemler, önemli bir kitle tarafından alıcı bulmuştur. Satıcı ve alıcı arasında ki bu muhteşem kaynaşma, çok enteresandır ki, aynı kaynaktan beslenmiştir. Batı, tarihi itibarıyla düşüncenin en çok çektiği coğrafya olmuştur. Bu sebepledir ki özgürlük, bağımsızlık ve Tanrıtanımazlık güdü ve söylemlerinin ana kaynağı yine bu coğrafya olmuştur. Sistemin amir güçleri, sahip oldukları imkân ve olanakları elden kaçırmamak adına, toplumun talep ettiği bu kavramları da yine kendi çıkarları doğrultusunda evrilterek, bir bakıma çikolata ambalajı içerisine sakladığı zehrini, yine aynı kitleye seve seve yedirmiştir.

Bireyselleşen, özgür, özgün ve bağımsız kalan insan, kendisine sunulan geniş alanın her santimini kullanmak ve tüketmenin zevkini yaşarken, bile isteye ve seve seve aynı zihniyetin ağları arasında ki av olduğunun farkına dahi varamamıştır.

Kapitalizm Tanrıya ve gözüne kestirdiği her şeye bir meta gözüyle bakarken, Homo economicus tipi insan modelini türetip sahaya sürmüştür.

Zaman zaman, yalnızlığın çaresizliği altında ezilen insanın farklı bir alternatif geliştirmemesi ve sonrasın da bir başka karın ağrısı haline dönüşmemesi için, yine sistemin amir güçleri tarafından eline ‘’ sivil Toplum Kuruluşları ‘’ adı altında bir başka oyuncak daha tutuşturulmuştur. Bir uyuşturucunun etkisi geçmeden bir başka uyuşturucu ile hepten iptal ve aptal edilen Batı insanı, kendisini sarhoşluğun sanal mutluluğundan çıkarma ve çıkarmama arasında derin gitgeller yaşayan kümeler haline dönüştürüldü.

Sivil Toplum Kuruluşları !

Kulağa hoş gelen bu tip yapılanmalar, yapısal tanımlamalarından çok daha öte ve dışında bir işlev üstlenmişlerdir. Amaçsal olarak bireysel insanın kaybedilmiş, alınmış, çalınmış, gasp edilmiş haklarının alım ve teslimi amacıyla kuruluyor iddiası, fantastik bir iddiadan öteye geçmemiştir. Zira egemen güçler bu sistemi kurarken, sahip oldukları hegemonik saltanatlarını teslim etmek gibi ahmaksı (!) bir çaba içerisinde olmayacaklardı. Sistemi kuranlar, sistemin nasıl işleyeceğinden tutunda, sistemin başında kimlerin olacağına kadar yine kendileri belirleyecekti.

Sistemin sistematiği ( sistemsizliği ) ve yönetici ( kukla )lerin de mevcut oligark zümrenin birer kölesi niteliğinde olacağı su götürmez bir gerçekti. Sivil Toplum kuruluşlarının başında bulunan ( çoğunlukla )payanda figüranlar, kendi önlerine atılan saltanattan nasiplerini de alacaklardı. Yani, mevcut güçlerin hem davul ve hem de tokmağın ellerinde olduğu bir tiyatro sahnelenmiş, kendi kazançlarından aidatlar ödeyerek bu sistemsizliğin finansmanı olan insan, her zaman olduğu gibi ezilmeye, kullanılmaya ve istismar edilmeye devam edilmiştir.

Bütün zalimliğine, bütün hayasızlığına, bütün aymazlığına rağmen hız kesmeden devam eden bu sistem, uyuşturulmuş beyinlerin silkinip ayağa kalkıncaya kadar devam edecektir. Kuruluş amaç ve felsefesi ile uğraşı arasında ki makas farkı görülemeyecek gibi değilken, Tanrı ile arasına uzun mesafeler koymuş Batı insanı, bireysellik, özgürlük ve bağımsızlık söylemlerinin hedonist dürtüsünü geri çevrilir gibi görünmüyor. Hazzın sınırlarını zorlayan Avrupa insanı, bir başka sofranın mezesi olduğunun farkında değildir…!