Karagöz: Akşam ilginç bir fikir takıldı kafama Ey Hacivat. Hacivat: Söyle Ya Karagöz nedir takılan kafana o kir? Karagöz: Ya Hacivat kir değil, fikir takıldı kafama. Yani bir soru girdi düşünceme. Hacivat: Boru mu girdi bahçeye? Ooooo hayırlı olsun, hayırlı olsun. Demek bahçenizde sulama sistemini yeniliyorsunuz ha! Çok güzel çok Ey Hacivat?
Karagöz: Akşam ilginç bir fikir takıldı kafama Ey Hacivat.
Hacivat: Söyle Ya Karagöz nedir takılan kafana o kir?
Karagöz: Ya Hacivat kir değil, fikir takıldı kafama. Yani bir soru girdi düşünceme.
Hacivat: Boru mu girdi bahçeye? Ooooo hayırlı olsun, hayırlı olsun. Demek bahçenizde sulama sistemini yeniliyorsunuz ha! Çok güzel çok Ey Hacivat?
Karagöz: Dinle beni. Sözlerimi anla Ya Hacivat, ben bahçeden değil, düşünceden bahsediyorum. 'Boru değil soru' diyorum. Lütfen beni doğru anla. Dinle bak. Şimdi o sorumu soruyorum. Tüm İslami konuları bilen şu Google var ya. 'İşte o Google Müslüman mı acaba?'
Hacivat: Anladım anladım şimdi soruyu anladım Ya Karagöz. Bir İlahiyat Fakültesi Profesörü gibi, hatta şu meşhur Ankara İlahiyat Fakültesi Profesörleri gibi tüm İslami konuları bilen internet arama motoru Google Müslüman mı? Onu soruyorsun sen. Tamam tamam güzel soru.
Karagöz: Şaşırttın beni Ey Hacivat! Bu nasıl bir anlayış, bu nasıl kavrayış böyle!
Hacivat: Kim kayış attı söyle?
Karagöz: Kayış değil, kavrayış Ya Hacivat. 'Yani anlayış, yani bilmek değil anlamak.'
Hacivat: Anlamak mühim mühim. Evet anlamak mühim Ey Karagöz. 'Bir de banmak mühim.'
Karagöz: Banmak ne Ya Hacivat?
Hacivat: Tabi bilmezsin sen bunu Karagöz'üm. Sen şehirlisin. Sen sosyetesin. Sen zenginsin. Bilmezsin tabi 'banmak nedir?' bilmezsin. Sen sofrada çatal, kaşık ve bıçak bilirsin. Sen bir çorbayı, bir kuru fasulyeyi, içine ekmek bandıra, bandıra yedin mi hiç?
Karagöz: Ya Hacivat biz de severiz çorbayı, kuru fasulyeyi. Şimdi bunları bir tarafa bırakalım da asıl konumuza gelelim.
Hacivat: Asıl konu dediğin şu senin sorduğun, 'tüm İslami konuları bilen şu Google var ya. İşte Google Müslüman mı acaba?' Bu soruya mı gelelim tekrar.
Karagöz: Süpersin Ya Hacivat süpersin!
Hacivat: Hipersin Ey Karagöz hipersin!
Karagöz: Bırakalım bu yabancı kelimeleri konuşmayı Ey Hacivat!
Hacivat: Evet, bırakalım ve Türkçe konuşalım. Sen ne diyorsun bana?
Karagöz: Çok zeki, çok akıllısın diyorum Ya Hacivat!
Hacivat: Sen de çok kıllısın Ey Karagöz! Hah hah hah, şaka yaptım, latife yaptım.
Karagöz: Bırak şakayı ve latifeyi de gelelim şu bizim meselemize çözüm bulmaya. Tekrar soruyorum tekrar, 'tüm İslami konuları bir İlahiyat profesörü gibi bilen şu Google var ya. İşte Google Müslüman mı acaba?' Tekrar ettim bak, tekrar. Tekrarlar önemlidir.
Hacivat: Evet, Ya Karagöz, tekrarlar mühimdir. İşte bundan dolayı Atalarımız 'et-tekraru ahsen, velev kane yüz seksen', yani, 'tekrar güzeldir, yüz seksen kere de olsa" diyerek bir hatırlatmada bulunmuşlardır.
Karagöz: Aynen öyle Hacivat'ım. Haydi şimdi cevap bekliyorum.
Hacivat: Sevap mı bekliyorsun. Ne iyilik işledin, ne ibadet ettin, hangi adaletli iş yaptın ki, sevap bekliyorsun.
Karagöz: Ey Hacivat sevap demedim cevap dedim. 'Yok cevap demedim kebap' dedim. Kebap bekliyorum kebap. Bak beni de sana benzettin. Neler söyledim şimdi!
Hacivat: Kebap mı dedin. Ah olsa da yesek ah! Kebabı çek severim. Hele bir de salaş kebapçılarda olursa çok daha güzel olur. Ahmet Sandal var ya, bizim Arkadaşımız Ahmet Sandal, onun memleketi Kahramanmaraş ve Pazarcık'ta kebap çok lezzetli olur. Özellikle de salaş kebapçılarda, ocak başında hemen pişirilip de sunulan kebaplar güzel olur. Yanında biber ve domates de pişireceksin ve bir de kimyon ile Kahramanmaraş toz biberini üzerine serpiştireceksin çok güzel olur kebap.
Karagöz: Olur olur Ey Hacivat olur. Evet, bizim Arkadaşımız Ahmet Sandal'ın memleketi Kahramanmaraş ve Pazarcık'ta bir de kebapların üzerine sumak dökerler. Ben neler konuşuyorum böyle ya. Gerçekten de sana benzedim Ya Hacivat!
Hacivat: Sumak ekşisi dedin ya. Vallahi, bir yemek daha aklıma geldi. Kahramanmaraş ve Pazarcık'ta yapılan dolmaların içerisine pişmeden önce, yani pirinç, domates ve kıyma karıştırdıktan sonra onun içerisine sumak ekşisi dökerler ki, o kadar lezzetli bir yemek olur ki, ah, ah, ah, olsa da yesek Kahramanmaraş ve Pazarcık ev yemeklerinin başında gelen o dolmaları.
Karagöz: Patlıcan dolması mı, yaprak sarması mı Ey Hacivat?
Hacivat: İkisi de olur Ya Karagöz!
Karagöz: Tamam, bu kadar yeter. Artık sadede gelelim ve asıl sorumuzun cevabını arayalım.
Hacivat: Arayalım, arayalım. Sadede gelelim, asıl konuya dönelim. Neydi ya asıl konu?
Karagöz: Tabi aç karnına böyle konuları konuşursak ve aklımıza da yemekleri gelirse, asıl konu gündemden düşer. Asıl konu şu. İşte büyük soru bu: 'tüm İslami konuları bir İlahiyatçı gibi bilen şu Google var ya. İşte Google Müslüman mı acaba?'
Hacivat: Olur mu Efendim olur mu? İnsan bir şeyi bildiği için Müslüman olur mu? Olmaz elbette. Türkiye'deki İlahiyat Fakültelerinde bazen müsteşrikler, yani şarkiyatçılar görev yapar. O şarkiyatçılar Batılı bilim adamlarıdır. Onlar da İslam hakkında birçok şeyi bilirler, ancak onlar Müslüman değillerdir. Gerçi aralarında Müslüman olanlar var. Yani İslam'ı seçenler var. Onlar İslam'ı bildiklerinden dolayı Müslüman olmuyorlar, İslam'ı anladıklarından ve idrak ettiklerinden dolayı Müslüman oluyorlar.
Karagöz: Yani sen diyorsun ki Ya Hacivat, 'internet arama motoru Google bir cihaz olup asla Müslüman olamaz, çünkü biliyor ancak, idrak etme ve anlama kabiliyeti yok.' İdrak ve anlama kabiliyeti yalnızca insana verilmiştir. Eşyalar ve cihazlar, anlama ve idrak etme gibi hayattaki en yüksek ve en muazzam hakikati bünyelerinde taşıyamazlar. O kapasite onlarda olmaz. Anlama ve idrak kapasitesi yalnız insana verilmiştir.
Hacivat: Peki, anlama, iz'an ve idrak ile ilgili o kapasite kendisinde olduğu halde, idrak edemeyenler, anlamayanlar ve iz'an sahibi olmayanlar, kısacası ilim ve bilgi olup da irfan ve hikmetten yoksun insanlar ne olacak Ya Karagöz!
Karagöz: Aynı Google gibi olacaklar ya Hacivat! Aynı Google gibi olacaklar ya Hacivat! Yani Müslüman olamayacaklar. Müslümanlık öyle bir hal ki, bilmek yetmez, anlamak gerekir. Müslümanlık öyle bir hal ki, ilim yetmez, irfan gerekir.
Hacivat: Öyleyse her şeyi bilmek de mühim değil.
Karagöz: Tabi tabi konumuz İslam olduğu için oradan devam edelim. Bir Profesörün ya da herhangi birinin İslam ile ilgili her şeyi bilmesi onun Müslüman olduğuna asla delalet değildir.
Hacivat: Öyleyse diyoruz ki, selam olsun bildiğini irfan ile yoğurup da Müslüman olanlara.
Karagöz: Selam olsun, irfan ile kendini bilenlere ki, işte onlar gerçek Müslümanlardır. Onlar ki, 'men arefe nefsehu, fekad arefe Rabbehu' Hadis-i Şerif'indeki sırra ermişlerdir. O sır, 'kendisini bilen, Rabbini bilir' sırrıdır.
Hacivat: Yani diyorsun ki Ya Karagöz, İslam'a dair her şeyi bilmek değil, nefsini bilmek insanı Müslüman yapar.
Karagöz: Evet, o da şudur. Yani kendini bilmek şudur: 'Lailaheillallah Muhammedunresulullah' tevhid kelamını dilimizle ikrar ve kalbimizle tasdik ettikten sonra, irfan sahibi olmayı asli bir vazife edinmektir. Vesselam.
Hacivat: Vesselam Ey Karagöz vesselam.