Belki de hayat denilen mefhum ya da mefkurenin gerçek adı bir çağrı olsa gerek. Kimi zaman insanın insana, kimi zaman bir başka insana ve insanlığa ve en nihayetin de metafizik bir çağrı ama her halükarda bir çağrıdır hayatın kendisi.
Belki de hayat denilen mefhum ya da mefkurenin gerçek adı bir çağrı olsa gerek. Kimi zaman insanın insana, kimi zaman bir başka insana ve insanlığa ve en nihayetin de metafizik bir çağrı ama her halükarda bir çağrıdır hayatın kendisi.
Bakmayın siz kimilerinin nihilist, ateist ya da agnostik takılıyorum gibi zırvalamalarına. Onların hayatları baştan sona bir çağrı. Ama ucuzundan kabadayılık ya da argo tabirle çalıkuşuna mavzer pozu yapmaları, evvela kendilerinin kendilerine saygısızlıktan kaynaklı kendilerinden gizledikleri utanç vesikalarıdır.
Çağrı !
Bir nida, bir serzeniş ve bir sesleniş olmanın yanı sıra bir kulak kesilmektir aynı zamanda. Öyle ki mezardan yükselen sesi dinlemek ve ölüden gelen diri sesten kişinin kendi payına düşen hisseden alabilmek demektir.
Kahirekseriyetin bahsini yaptığımız çağrı, haykırış, sesleniş ve serzenişleri ustaca gizliyor olmaları, yine kişinin kendisine attığı en büyük kazıktır. Kulak tırmalayan, vicdanın en kuytu köşelerine dahi ulaşan bu haykırışı ustaca gizlemek en ahmaksı ustalık olsa gerek.
Kefareti ödenmemiş günahları temizlemek adına yapılan bu ustalık, ödenmesi na mümkün nice günahlara yapılmış en hayasız davetin de bizzatihi kendisidir. Kurtulmak adına verilen tüm çabaların gırtlağa kadar batışın resmidir diğer taraftan.
Oysa benim eksiklerimi biliyor oluşum ile kınayıcı ve kinayeli itiraflarım arasında ki sarsıcılık, kendime olan merhametsizliğimden diye düşünürken, yukarıda ki duyarsızlıkla kıyası mümkün olmayan bir erdemi haneme irad ediyorum.
Duymanın ve duyarsamanın yoruculuğuyla birlikte, çağrıdan yana yüksüntü duymamanın verdiği sevinç ve dinginlik önemli azık ve katıklarım arasındadır. Doğrusu, herkes için çekilebilir bir tarafı yok bu söylediklerimin. Ancak, bahsini yaptığım yolun çileli oluşu, sonucunda ki aydınlığa dair biriktirdiğim pahabiçilmez deyişlerim arasında ''sevgiye ve sevgiliye rakip olmaz.'' Düsturudur.
Belki sere serpe ıssızlığı seviyor oluşum ile alani ve avazım çıktığınca yaptığım haykırışlarım arasında ki çelişkiler, anlaşılamıyor oluşumun başlıca müsebbibleri olsalar da, sevgiye ve sevgiliye dair ortak bakanlar ile yolumun uzunluğu bir başka katık ve azığım oluyor bana.
Çoğu zaman hançerin işini bütün bu dürtülerim görüyor olsa da, kanayan taraflarımı hüzünden ziyade şevkle sarışlarım, beni ayakta tutan ürkek, masum ve en güçlü silahlarımdır. Oysa sevgi, sevgili ve aşk sessizlik ve dinginlik istiyorken, haykırmak ve bütün gizi gizlemek arasında ki verdiğim savaş, bambaşka yaraların açılmasına gerekçe oluyordu.
Sevgi ve sevgiliyi faziletin kokusuyla bezediğim, ayrı ve müstesna bir yere koymuşluğumun verdiği imani güven, her şey ve herkese gövdemi siper edecek tek motive kaynağım oluyorlar. Kaçar kaçar, nasıl ve neyle geldikleri artık umurumda bile değil.
Elemler, ıstıraplar, sancılar ve kıvranışlar ve bütün bunların sonucunda hakikatin giydirdiği elbise üzerime biçilmiş kaftan misali otururken, dost ve düşmana attığım mağrur bakışları gizlemek gibi malayani bir uğraş içerisene de girmeyeceğim.
Onlarla aramızda ki hükümran yasadan kaynaklı ontolojik kavganın tam orta yerinde, sevgiliye duyduğum özlem sızısı, aldığım yaralardan bile duyduğum huzurun gerekçesidir.
Hor görü ile hoş görü arasına koyup insan ile müsvette ikilemi dizlerimin bağını çözüyor olsa da, uhrevi korku, sevgi ve umut ; arsız, umarsız ve namussuzlarla verdiğim kavga ve bu kavgaya yaptığım çağrının damak tadı kıvamındadır.
Sevgi ve sevgiliye duyduğum teklik saygısı, kavgamın da ana motivasyon kaynağıdır.
Ey müstekbirler !
Boğulacaksınız...