Her insanda ene (benlik) doğuştan var. Öyle bir benlik ki ta bebeklikten itibaren mevcut ve büyüdükçe ene’miz de büyüyor.
Her insanda ene (benlik) doğuştan var.
Öyle bir benlik ki ta bebeklikten itibaren mevcut ve büyüdükçe ene'miz de büyüyor.
Dikkat edin bebeklere ve çocuklara, nasıl da bir sahiplenme ve sevdikleri şeyleri nasıl da kendilerine doğru bir çekme gayreti içindeler.
Bir bebeğin ve bir çocuğun oyuncağını elinden alabilir misiniz? Aldığında o bebek ve çocuk nasıl da kıyamet koparır.
Ene, insanla birlikte büyür ve gelişir.
Önce oyuncaklara karşı hassas olan çocuk, büyüdükçe mal, mülk, mevkii, makam ve benzeri Dünyalık şeylere karşı hassas olmaya ve hep kendisine istemeye başlar.
Sırf mal, mülk, mevki makam ve benzeri Dünyalıklar değil, Dünya'yı kendisi etrafında döndürmek ister. Her şeyin merkezinde yer almak ister.
Her şeyin merkezinde yer almak isteyen insanın merkezinde ene (benlik) vardır.
Bu ene nasıl bir şey ki, insan onsuz yapamıyor?
Allah insana ene'yi neden vermiştir?
Ene'nin insanda olması elbette çok çok önemli, bir nedene dayanır.
Evet, insanoğluna ene (benlik) verilmiştir. Bu ene, Rabbimizi tanımak, kainatı ve yaratılmış her şeyi anlamak için bize bir 'kıyas' imkanı vermektedir. İnsan 'ene' sayesinde, kendisine bakarak çevreyi değerlendirmektedir. İnsanda ene olmasaydı, benlik olmasaydı, bir kıyas yapma imkanı da olmazdı. Enenin faydası budur. Ancak, enenin böyle bir faydası olduğu gibi, bir de tehlikesi vardır. İnsan aklını kullanıp da kıyas yapmazsa, maazallah, nefsine ve hevasına uyarsa, ene onun için bir felaket olur.
Kıyas yapmayan insan, ene'yi sanki bir esas ve başlı başına bir değer olarak görürse, Dünya ve kainatı anlama yerine, nefsini ve hevasını tatmin yolunu seçerse, işte sorun burada başlar. Ve insan buradan yanlışa düşmektedir.
Örnek vermek gerekirse, bir kişi size bir boya, bir fırça ve bir de resim tuvali veriyor. Siz bunu alıp da resim yapmak yerine, fırçayı kemirmeye kalkarsanız, boyayı içmeye kalkarsanız ve tuval ile bir adamın kafasını vurup da onu yaralamaya kalkarsanız abes iş yaparsınız.
Her şeyin bir kullanma maksadı vardır.
Ene'nin de kullanılma maksadı kıyas'tır ve hayatı anlamak ve kendinizi savunmak içindir. Ene, saldırı maksadıyla kullanılırsa sorun vardır. Ene hayatı anlamak için kullanılmıyorsa sorun vardır. Ene kıyas için kullanılmazsa sorun vardır.
Üstad Bediüzzaman 'ene' bahsinde, 'Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir,' (Ahzab Suresi 72. ayetin tefsiri) babında, ene'yi uzun uzun açıklar. Bu hususta ayrıntılı bilgi almak isteyenler 'Ene ve Zerre Risalesini' okumalıdır. Her insan ene'yi kendi içerisinde, bir 'Tuba ağacı' bilmeli ve bu ağacın dalından Cennete bir yol bulmalıdır. Eğer bunu yapmazsa, maazallah ene, insan için bir 'Zakkum' olur ki, zakkum cehennem ağacıdır.
Ene üzerine düşünmeye devam edelim. Ene ile mücadelede insan, hem kendi ene'si için, hem de başkasının ene'si için bir törpü olmalıdır, körük olmamalıdır. Muradımı daha açıkça yazmam gerekirse, şunları ifade edebilirim:
Bu ene'yi, insan kendi içinde ya da başkasının içinde bir 'taş' ya da 'köz' olarak görmelidir. Bu taşa, 'kötülük taşı' ya da bu köze 'kötülük közü' de diyebilirsiniz.
İnsan, kendi içindeki bu taşı, devamlı surette törpülemelidir. İçindeki közü de devamlı sönmeye uygun vaziyette tutmalıdır. Öyle ki, törpüleye törpüleye kötülük taşı ortadan kaldırılmalıdır. Öyle ki, körüklenmediği ve hava almadığı içindeki kötülük közü de sönüp kül olup gitmelidir.
Bunun için insan devamlı bir nefsi muhasebe ve ibadet ile takva üzere olmalıdır. Bu kendi içimizde ene'yi yok etmeye yönelik bir metottur.
Bir de başkasının ene'sine törpü olmak ve körük olmamak gibi bir büyük vazifemiz vardır. Yani kendi ene'mizi bu şekilde engelledikten sonra, başkasının ene'sine de engel olmak gerekir.
Peki başkasının ene'sine nasıl engel olacağız? Şöyle: Bu da hal ile ya da kal ile olur. Hal, davranış, kal sözdür.
Daha açıkça anlatmak gerekirse, halim selim bir insansınız, sizi gören enaniyetten ve bencillikten uzaklaşıyor ve kusurlarını gideriyorsa, bir törpüsünüz. Aksine, kibirli, azgın, bencil ve çok bilmiş bir yapınız var. Sizi gören daha da kibirli ve daha da bencilleşiyorsa, bu durumda bir körüksünüz. Birincisinde enaniyetin törpülenmesi söz konusu iken, ikincisinde enaniyetin alevlenmesi söz konusudur.
Sözü niye uzatıyorum ki, atalarımız buna 'üzüm üzüme baka baka kararır' demişler. İnsanlar birbirlerine tesir ederler. İyilik edenlerin çok olduğu yerde, iyilik edenler çoğalır. Kötülük edenlerin çok olduğu yerde kötülük edenler çoğalır.
Netice itibariyle, hepimizin özünde, 'ene' var. Bunu engellemenin yolu ve yöntemi de var. Ene'yi törpülemek de mümkün, körüklemek de mümkün.
Şimdi düşünmek zamanıdır.
Benliğine törpü mü oluyorsun, körük mü oluyorsun?
Benliğine törpü olup da onu yok eden insan kazanır.
Onu daha da alevlendiren insan kaybeder.
Benliğine, ene'sine törpü olan insan huzura kavuşur.
Benliğine, ene'sine körük olan ve onu daha da alevlendiren, ilk önce kendisine yakar.
Zaten bu hayatta şunu gördüm, herkes ne yapıyorsa kendisine yapıyor. İyilik yapan da önce kendisine yapıyor, kötülük yapan da önce kendisine yapıyor.
Birisine iyilik yapmadan önce, kendine iyilik yapıyorsun önce.
Birisine kötülük yapmadan önce, kendine kötülük yapıyorsun önce.
Durum bu kadar açık ve net.
Allah bizleri hem kendi ene'sine, hem de başkasının ene'sine törpü olanlardan eylesin ve körük olanlardan eylemesin. Amin.