“Önce Devlet Tiyatrolarını, Şehir Tiyatrolarını ve ‘sanatçı memur’
barındıran tüm kurumlarını (opera, bale, orkestralar) kapatırdım!
Devletin heykeltraşı, sinemacısı, ressamı ya da şairi olamayacağı
gibi tiyatrocusu, balerini, operacısı ya da kemancısı da
o-la-maz.”
Mehmet Önder
Aktörlük, insanoğlunun yüzyıllardır devam ettirdiği bir sanat
dalıdır. Kimileri başarılı olup adını sanat tarihine yazdırdı
kimileri yaşam denilen sahnede rollerini tamamlayıp gitti... Bazen
hüzünlü bazen mutlu bazen de hayret uyandırıcı hikâyelere tanık
olduk bu sahnede. Bu röportajımızda yaşamı ve yaşamını sahneye
taşıyan, hayattaki rolünü aktör olarak ifa eden, bildiklerini
paylaşmak için üniversiteler ve sanat kurumlarında uzun saatler
harcayan, aktör, akademisyen, yönetmen ve yazdıklarıyla
yüreklerimize seslenen bir yazar Sayın Mehmet Önder ile
birlikteyiz, kendisiyle bir röportaj için bir araya geldik ve
keyifli bir gün geçirdik…
Zahrettin ÇELİK: Öncelikle değerli zamanınızı ayırdığınız için
Haber Kıta ve İstanbul Gelişim Sanat adına şükranlarımızı
sunarız.
Mehmet ÖNDER: Ben de teşekkür ederim Zahrettinciğim sağolasın.
Zahrettin ÇELİK: Size “Hocam” diyebilirim sanırım
(gülüşmeler) esasında sizin sanat aşkıyla neler yaptığınızı tanık
olanlar bilir ama bilmeyenler için Mehmet Önder sanat yolculuğuna
nasıl ve ne zaman başladı, ne gibi serüvenler yaşadı anlatabilir
misiniz?
Mehmet ÖNDER: Tabi ki hocam diyebilirsin. Hocalık üstümüze yapıştı
kaldı, herhalde yakıştı da (tebessüm) Sanatın pek çok dalında
hocalığa devam ediyorum. Şimdi nasıl başladığıma gelirsek, bunu
genel olarak değerlendirmek istiyorum. Sanata nasıl başladım?
Çocukluğumda önemli kişilerin hayat hikâyelerini okurdum ve beni
onların, fiziksel olarak ölmelerine karşın eserleriyle yaşamaları
çok etkilerdi. Çocukluğumdan beri ölüm gerçeğiyle ilgili uzun uzun
düşünürüm. İnsanların bu gerçek karşısında kayıtsızlığı beni hep
şaşırtmıştır, sadece gerçekten bir dini inancı olanların ve iyi
sanatçıların ölümü hiç unutmayarak yaşadıklarını fark ettim ve bu
beni çok etkiledi. Ve belki de bu nedenle sanatçı olmaya karar
verdim ama hangi sanat dalında eserler vereceğimi bilemiyordum, “ne
olacaksın” diye sorduklarında sadece “herkes gibi ölüp yok olmak
istemiyorum” diyebiliyordum ve bu nedenle “sanatçı olacağım”
diyordum. Sonra üniversite tercihi yapma zamanım geldi ben de
konservatuvara karar kıldım. Öyle yıllarca sınava girip kaybetme
korkusu ya da üzüntüsü yaşamadım, özel yetenek sınavına girdiğim
ilk yıl kazandım ve ailemin yanında Çukurova Üniversitesi’nde
başladım, bir yıl okuduktan sonra yeniden sınava girip Eskişehir
Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları Tiyatro
bölümüne başladım ve mezun oldum. Eğitim hayatım boyunca adı
kitaplara geçmiş son derece iyi ustalardan eğitim aldım. Ardından
akademik kariyere sıra geldi. Mezuniyet sonrası Eskişehir’de beş
yıl daha yaşadım bu arada bir sanat merkezi işlettim ve eş zamanlı
olarak dersler vermeye başladım. Ona yakın alanda dersler verir
hale geldim kâh üniversitelerde kâh sanat merkezlerinde zaman zaman
da şirketlere dersler vermeye başladım. Özelikle Türkiye’deki
sanatın genç nesil tarafından daha iyi algılanıp daha doğru icra
edilmesi üzerine kafa yordum. Bu konuda insanları aydınlatmaya
çalışıyorum elimden geldiğince. Edebiyat meraklıları yazdıklarıma
ve seslendirdiklerime internetten ulaşabilirler, özellikle yaşamı
en iyi biçimde aktarma sanatı diye tanımladığım şiire büyük önem
veriyorum, öğrencilerimin ve ülke gençliğinin bu sanata ilgi ve
alakasını arttırmak için önemli şairlerimizin önemli şiirlerini
seslendirip internette yayınlamayı bir görev edindim. Bunun dışında
katıldığım televizyon programlarındaki sanat toplum ilişkisi
üzerine sohbetlerimi seyredebilirler.
Zahrettin ÇELİK: Bu aralar sinema, dizi ve tiyatro çok
popüler, neredeyse herkes bu alanlarda eğitim alma telaşında bunu
neye bağlıyorsunuz?
Mehmet ÖNDER: Evet pek çok insan oyunculuk eğitimi almaya başladı.
Tabi popüler diziler ve bu dizilerde oynayan oyuncuların magazin
dünyasına yansıyan lüks hayatları, son model arabaları çok etkiledi
gençleri ama burada karıştırılamaması gereken bir şey var; sanat
başka bir şey o dizilerde oynamak, o hayatı yaşamak başka bir şey.
Ben bu durumu hep bir örnekle açıklıyorum; düşünün herkes hayatının
bir döneminde mutlaka koşuyor belki bir yere geç kaldığımız için
koşuyoruz belki spor olsun diye koşuyoruz. Bizler sadece koştuğumuz
için atlet sayılmıyoruz, atlet olmak başka bir şey, atlet olmak
için koşmak yetmiyor yani, ha birileri de hasbelkader kamera
karşısına geçiyor bu da onların aktör olduğu ya da sanatçı olduğu
anlamına gelmiyor. Yani özetle her kamera karşısına geçeni, her
eline mikrofon alanı sanatçı diye nitelendirmeyelim diyorum. Bu
işin eğitimi veriliyor pek çok yerde, çok yüksek ücretlerle hem de
talep eden de çok, satan memnun ama alan memnun mu bilemiyorum?
Pasta küçük ama pastadan pay talep edenler her geçen gün artıyor.
Bu oyunculuk eğitimi alma telaşının dizilerde oynayan insanların
magazin basını tarafından insanların gözüne sokulması, insanların
kolay yoldan para kazanıp yaşadığı monoton hayattan kurtulma isteği
olarak değerlendiriyorum durumu. Ben her fırsatta dizi ve diğer
televizyon işlerinin sanat olarak algılanmaması gerektiğini
söylüyorum. Televizyona ara eleman yetiştirmek için verilen
eğitimlerin de sanat eğitimi olarak algılanmaması gerektiğini
düşünüyorum. Piyasada en çok kazanan oyuncuların bu işin eğitimini
almamış insanlar olduğuna dikkat edersek söylediğimin gerçekliği
daha iyi anlaşılır. Bence herkes hayatının bir döneminde -kişisel
gelişimine katkı olması- için tiyatro eğitimi almalı ama herkes
oyuncu olmamalı.
Zahrettin ÇELİK: Sanat tarihi konusundaki sizin engin
bilginize istinaden soruyorum; tiyatro elbette ki çok uzun bir
süreçten geçmiş köklü bir sanat ama dizi sektörü ülkemizde
neredeyse yeni doğmuş bir bebek sayılır, hala oturmamış pek çok şey
var muhakkak, peki sizce bunlar nelerdir?
Mehmet ÖNDER: Senin de sorunda belirttiğin gibi dizi sektörü çok
yeni. Yaklaşık ülkemizde otuz yıldır dizi çekiliyor, özel
kanalların yayın hayatına başlamasıyla yaygınlaştı. Şöyle böyle
8-10 yıldır seyirci tarafından rağbet görüyor ve bu sayede bir
sektör haline geldi diziler, dolayısıyla insanlar çok para
kazanmaya başladı. Son dönemlerde yurtdışına ihraç etmeye bile
başladık. Bu da dizi sektörünü ve dizi ticaretini geliştirdi. Bu
noktada nitelikli eleman açığı oluştu, bu açık çok hızlı
kapatılmaya çalışıldığı için niteliksiz insanlar türedi, önüne
gelen herkes bu sektöre girdiği için çok sayıda dolandırıcı çıktı.
Ticari anlamda, ahlaki anlamda sektörü ve insanları sömüren çok
sayıda kötü niyetli insanlar var. Sektörde çok büyük boşluklar var.
Dizi sektörünün hukuki zemininin de hazır olmamasıyla birlikte, bu
sömürünün sistem tarafından öyle ya da böyle desteklediğini gördük
dolayısıyla pek çok insan maddi manevi zarar gördü ve görmeye de
devam ediyor, onun için herkes dikkatli olmalı.
Meselenin üç ayağı var. Bir, bu sektörün içinde oyuncu ya da set
çalışanı olarak yer alan insanlar yani emekçiler. İki, kanal
sahipleri ve dizi yapımcıları yani patronlar. Üç, denetleyici
olarak devlet. Şimdi burada üç ayaktan bahsediyorsak herkesin
üzerine düşenin en doğru ve iyisini yapması lazım. Bir boşluk varsa
ki boşluk değil boşluklar var, herkes bu sorunların giderilmesi
için elinden geleni yapmalı, set ortamında insanların haklarının
gasp edildiğini söylüyorum. Başlarına gelen olumsuzluklar
karşısında yalnız kaldıklarını biliyoruz ve örgütlenmemiş dizi
çalışanlarının da haklarını arayamadıklarını görüyoruz nihayetinde
yeni bir sektör. Bu durumdan istifade eden insanlar var. Çok
sevdiğim bir söz var "Bir işi en çok seven görevini en iyi
yapandır" bu konuda söyleyeceğim son söz budur.
Zahrettin ÇELİK: Tiyatronun televizyon uyarlamaları var.
Komedi Dükkânı gibi bu programları faydalı görüyor
musunuz?
Mehmet ÖNDER: Bu güzel bir soru çünkü bu çok merak edilen bir konu.
Şimdi bana değil de başka insanlara sorsan iki grup oluşacak, bir
grup diyecek ki “bunlar çok faydalı iyi programlar, gençlere
tiyatroyu sevdirdiler, daha çok insan tiyatro eğitimi almaya
başladı.” Bir grup da diyecek ki “iyi değil, çünkü tiyatro sanatı
yanlış tanıtılıyor, insanlar bu programlar nedeniyle tiyatronun
salt ’komedi’den ibaret olduğunu düşünüyor, sadece para kazanmak
için yapılan ve gülmek için gidilen bir eylem olarak algılanıyor”
diyebilirler her iki görüşün de haklı olduğu yerler var. Bana
kalırsa bu haklı düşüncelerin yanında, her sanat kendi mecrasında
icra edilmelidir. Tiyatro televizyonda yapılmamalıdır ya da bu
yapılanlara tiyatro denilmemelidir, çünkü tiyatronun en önemli
özelliği seyircinin huzurunda o anda gerçekleştirilen bir sanat
olmasıdır, bu özelliği göz ardı edilemez. Dvd de seyredilen de
tiyatro değil, konfora alışmış hatta konfor bağımlısı olmuş bir
insanlık var günümüzde ama insanların en azından tiyatro seyretmek
için hapsoldukları evlerinden çıkmaları gerektiğini düşünüyorum.
İnsanların tiyatronun sadece güldürmediğini görmeleri ve bilmeleri
gerektiğine inanıyorum. Tiyatro tıpkı simgesinde olduğu gibi
ağlatabilir de güldürebilir de.
Zahrettin ÇELİK: Bir kişinin ben oyunculuk yapabilirim
diyebilmesinin şartları nelerdir?
Mehmet ÖNDER: Ünlü bir düşünür bir mesleğin adayı olan insanlara
şunu söylüyor; "Bir işin efendisi olmak için önce o işin kölesi
olmak gerekir." Katılmamak mümkün değil, dolayısıyla ben oyuncu
adaylarına çok iyi eğitim almalarını ve çok çalışmalarını tavsiye
ediyorum, diziler ve oralarda sunulan ihtişamlı yaşamlara
kanmasınlar. Emin olun, dizi oyuncusu olmak için eğitim almaya bile
gerek yok, dizi görüşmelerine gidenler bilirler pek çok ajansta
eğitim sorulmuyor bile... Eğer sadece dizilerde oynamak
istiyorlarsa kendilerini çok fazla yormalarına gerek yok, eğer
güzel ya da yakışıklılarsa kolaylıkla iş alırlar. Yok değillerse
kilo vermeleri ve estetik ameliyat olmaları yeterli. (gülüşmeler)
Yok gerçekten sanat içinse iyi bir eğitim, çok okumak ve seyretmek
şart. Çünkü güzellik ve yakışıklılığın ömrü takriben on yıl sonra
sıradaki gençler geliyor, o kadar çok insan var ki, sürekli yeni
gelenler. Eğitim almadıysan ve başka meziyetlerin yoksa ömrün on
yıl, hepsi bu kadar.
Şimdi detaya gireyim, eğer çalışacaklarsa önce iyi bir usta
bulmalarını tavsiye ediyorum. Ustanın özelikleri hem entelektüel
anlamda büyük bir hazineye sahip olmalı hem de disiplinli örnek bir
insan olmalıdır. Çünkü yaptığımız iş insanı, insana, insanla,
insanca anlatma sanatıdır. İçinde insandan bu kadar bahsedilen
başka bir meslek tanımı yok. Benim sanat noktasında bütün tavsiyem
budur.
Zahrettin ÇELİK: Ben de sizden çok şey öğreniyorum (gülüşmeler)
öğrencilerinize slogan gibi sürekli söylediğiniz sözler var mı,
varsa bize de söyler misiniz?
Mehmet ÖNDER: Evet provalarımda ve derslerimde slogan gibi pek çok
söz söylerim. Hatta bunların bir kısmı Anadolu deyimleri ve
atasözleri olur. Yeri gelir sansürlerim yeri gelir sansürlemem
söylerim (gülüşmeler) sık sık söylediğim bir söz var "emek olmadan
yemek olmaz" Çehov’un da bir sözü vardır; "Bizi çok çalışmak
kurtaracak" bir de Sayın Cumhurbaşkanımızın bir sözü var "Durmak
yok yola devam."
Zahrettin ÇELİK: Siz konservatuvar okudunuz. Dönem dönem tartışılan
bir konu hakkında bir soru sormak istiyorum, aktör ya da aktrist
kesinlikle mektepli mi olmalıdır?
Mehmet ÖNDER: Sanatın bütün dallarında usta çırak ilişkisi şarttır.
Az önce söylediğim düşünceyi tekrarlıyorum, sanat icra edecek kişi
iyi bir ustadan eğitim almalı. İşin disiplinini ve ahlakını iyi
bilen ve uygulayan bir usta bulmak gerekiyor. Bu usta bir hamur
şekillendirir gibi şekillendirmelidir çırağını. Diploma piyasada
birçok yerde sorulmaz hatta akla bile gelmez. Kişinin özgüveni için
gerekli olabilir. Örneğin benim için büyük bir öneme sahip
değildir. Sanat eğitimi bir kâğıt parçasıyla değil kişinin kendini
geliştirmesiyle ilintilidir. Bu nokta çok önemlidir.
Sanatı, sosyoloji bağlamında değerlendirdiğimizde başarısını
toplumun gelişme oranıyla doğru bir şekilde sürdürdüğünü görürüz.
Ülkemizin ve toplumuzun son on yılda çok büyük değişimler ve
gelişmeler kat ettiği tartışılmaz bir gerçek. Bu gelişimin
tiyatromuza ve tüm sanat dallarına olumlu katkısı olmuştur.
Dolayısıyla sanat eğitim imkânları da arttı, bu nedenle ister alıcı
olarak bilinçlenmek için, isterse de icracı olarak eser vermek için
olsun her yaştan insanı sanatın herhangi bir dalında eğitim almaya
davet ediyorum.
Zahrettin ÇELİK: Dünya sanatına baktığımızda ülkemiz
sanatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mehmet ÖNDER: Ülkemizin son on yıldaki gelişiminden az önce
bahsetmiştim, bu gelişim ülkemizi dışa açık bir ülke haline de
getirdi. Bu açılım evrensel sanat değerlerini ülkemize taşıdığı
gibi ülkemiz sanatını da dünya ölçülerine yaklaştırdı. Bu
ilerlemeyi en net sinemamızda görebilirsiniz. Tabi dünya sanatında
var olan kısırlaşmanın ülke sanatına etkisini göz ardı edemeyiz.
Ben bu kısır döngüyü popüler kültürün, sanatsal işlerin üzerinde
çok etkili olmasına bağlıyorum. Bu kısırlaşmanın tedavisi her
toplumun geleneksel olan değerlerine sahip çıkmasıdır. Bizim
sanatın tüm dallarında dünyaya örnek olacak büyük bir birikimimiz
var. Batının köhnemiş ve bize uzak işlerini taklit edeceğimize
kesinlikle bize ait olan değerlerimizi parlatmalı ve tanıtmalıyız.
Geçmişiyle bağlarını koparmış bir toplumun doksan yıllık kültürüyle
evrensel değerlere ulaşan sanat yapması mümkün değil. Biz her
konuda dünyaya baş olabilecekken kuyruk olmayı marifet bilen bir
toplumuz ne yazık ki, Üstad bu durumu DESTAN şiirinde “Ah, küçük
hokkabazlık, sefil aynalı dolap; Bir şapka, bir eldiven, bir maymun
ve inkılap” diye özetliyor, sanırım zeki insanlar ne demek
istediğimizi anlamıştır. Günümüz eserlerin en büyük özelliği kısa
süreli etkiye sahip olmasıdır. İnsanlar günü kurtarma derdine
düşerlerse oluşturdukları eserlerin ömrü de bu kadar oluyor, bu
bakış açısından bir Yahya Kemal bir Tolstoy bir Dede Efendi
çıkmıyor, beş yüz yıllık Mimar Sinan eserleri yüz yıl ömür biçilen
gökdelenlerin gölgesinde kalıyor.
Zahrettin ÇELİK: Bu ülkenin sanatında söz sahibi olsanız, mesela
Kültür Bakanı olsanız önce ne yapardınız?
Mehmet ÖNDER: Önce Devlet Tiyatrolarını, Şehir Tiyatrolarını ve
‘sanatçı memur’ barındıran tüm kurumlarını (opera, bale,
orkestralar) kapatırdım! Devletin heykeltraşı, sinemacısı, ressamı
ya da şairi olamayacağı gibi tiyatrocusu, balerini, operacısı ya da
kemancısı da o-la-maz. Devlet, sanatçı istihdam eden değil, sanatı
teşvik eden olmalıdır. Devlet, bu nedenle talep eden ve belirli
şartları yerine getiren sanatçılara kendi alanlarının isterleri
ölçüsünde maddi destek verir ama memur yapamaz ve yapmamalıdır. Siz
bakmayın bazı ‘sanatçı memurların’ özgür değiliz demelerine, “hangi
memur özgür” diye sorarlar adama, hem devletten maaş alacaksın hem
de özgür olmayı isteyeceksin, gerçekten özgür olmayı isteyen
istifasını verir tiyatrosunu açar ve dilediği kadar özgür olur ama
bankamatikten maaşını çekip slogan atmak daha kolay geliyor
bazılarına, onlara “aldatmayın” topluma ise “aldanmayın”
diyorum.
Bugün Devlet Tiyatroları’nda ya da Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen
bir oyunun maliyetine emin olun bir özel tiyatro yüz oyun çıkarır.
Devletin malı deniz değil kardeşim hepimizin, bu nedenle teşvike
evet ama tecrite hayır diyorum. Ayrıca memuriyetin olduğu yerde
rekabet olmaz, rekabetin olmadığı yerde yarış olmaz, yarışın
olmadığı yerde çaba, çabanın olmadığı yerde de başarı olmaz.
Devletin tiyatrosu olmalıdır diyenlere soruyorum; “devletin hangi
sanat kurumu evrensel bir başarıya imza attı?”
Zahrettin ÇELİK: Çok şaşırtıcı ve ezber bozan bir röportaj
oluyor. Peki tarih boyunca çok sayıda sanat emekçileri oldu. Bugün
insanlığın en önemli mirası olarak gördüğümüz sanat birikimimizi
onlara borçluyuz. Peki günümüzde insanlığın bu sanatsal
emanetlerini bir dava olarak görüp savunan ve omuzlayarak yükselten
sanat emekçileri görebiliyor musunuz?
Mehmet ÖNDER: Güzel bir soru. Bu soruna bir soru ile cevap vermeye
başlayacağım; Tolstoy bugün yaşasaydı malum birkaç popüler yazar
dışında yazar tanımayan okuyucuların haberi olur muydu ya da
Bertolt Brecht oyun mu yazardı yoksa dizi mi? Günümüzde çok önemli
sanatçılar yok diyenlere soruyorum, acaba var da sizin haberiniz mi
yok? (gülüşmeler) Eyvallah sanat ve sanatçı kavramlarının içi
boşaltılırken sanatseverler ya da icracılar olarak bizim hiç mi
hatamız yok. Şimdi soruna direkt olarak cevap veriyorum. Evet
sanatçılar ve çok güzel sanat eserleri var çok şükür ama günümüzde
bir sanatçı olarak tanınabilmeniz için eskiden olduğu gibi başarılı
olmanız değil vasatın üstüne çıkmamanız gerekiyor. (gülüşmeler)
Yine sinemadan örnek vereceğim, dünya çapında ödüller alan
yönetmenlerimizin kendi ülkesinde tanınmıyor olması önemli bir
göstergedir.
Zahrettin ÇELİK: Röportajımızı okuyanlar sizi nereden takip
edebilirler?
Mehmet ÖNDER: Pek yakında sinemada ve sahnede takip edebilirler ama
detay vermeyeyim çünkü proje aşamasında olanlar ve sürpriz
kalmasını istediklerim var ama çok yakında inşallah çok güzel
işlerle karşılarına çıkacağım. İsteyenler seminerlerime ve
düzenlediğim etkinliklere gelsinler ayrıca herkesi internette
yazılarımın, seslendirmelerimin ve videolarımın olduğu mecralara
beklerim…
Zahrettin ÇELİK: Keyifli bir röportaj oldu son olarak
eklemek istedikleriniz?
Mehmet ÖNDER: Evet benim için de çok keyifli bir röportaj oldu
teşekkür ederim. Zahrettinciğim canım kardeşim, çalışmanın önemini
hatırlatmak istiyorum. Kolay ulaşılan yerden düşmesi de kolay olur.
“Kolaysa vardır hilesi, zorsa vardır hikmeti” diyorum. O nedenle
genç meslektaşlarıma kolay olanı değil, kaliteli olanı seçmelerini
tavsiye ediyorum. Ustalarına, meslektaşların ve tüm canlılara saygı
duysunlar çünkü saygının olmadığı yerde sevgi de olmuyor, sevginin
olmadığı yerde muhabbet ve muhabbetin olmadığı yerde başarı da
olmuyor. Çok okusunlar çünkü “mürekkebin akmadığı yerde kan
akıyor.” Karamsar olmasınlar, Üstadın buyurduğu gibi “güzel gören
güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” Zararlı
alışkanlıklar edinmesinler, spor yapsınlar çünkü spor hem zihni hem
de bedeni dinç tutar. En az bir yabancı dil ve mümkünse bir
enstürman öğrensinler. Dünyevi gelişimlerini mutlaka manevi gelişim
ile desteklesinler. Son olarak her yerde ve her zaman olduğu gibi
“Sanatın ışığıyla aydınlanmış, hak ve hakikatten nasibini almış,
emekle yoğrulmuş, onurlu bir hayat diliyor, hepinizi her zaman
olduğu gibi Allah'a emanet ediyorum.” sevgiyle…
Zahrettin ÇELİK: Bizlerde çok teşekkür ediyoruz. Bir başka değerli
emektar üstatlarımızla sohbet etmek dileğiyle...