İslam alimlerinin üzerinde uzun süre tartıştığı bir konu vardır. Tedbir mi takdiri bozar, yoksa takdir mi tedbiri bozar?

“Bir kısmı tedbir takdiri bozar”, bir kısmı da “takdir tedbiri bozar” demişler. Son derece hassas bir konu. Takdir alın yazısı, kader dediğimiz ve cüzi irade dışında olan, insan eliyle değiştirilmesi mümkün olmayan külli irade dahilindeki bir kavramdır. Örneğin bir insan ömrünün süresi takdir ile ilgili, insan hayatının süresinin nasıl sonlanacağı veya insanın ölümünün nasıl olacağı tedbir ile ilgilidir. İnsanın cüzi irade çerçevesinde alacağı kararlar ya da önlemler, hayat sürecini ve hayatın nasıl biteceğini etkileyen ve belirleyen en önemli faktörlerdendir. Yani bu hayatta insanoğlunun en önemli görevi, cüzi irade kapsamında doğru karar vermek ve tedbir almaktır. Bu olgu aynı zamanda Müslüman olmanın, Türk olmanın, gelişmiş olmanın ve müreffeh olmanın da en önemli gereğidir.

Geçtiğimiz hafta Bolu Kartalkaya bölgesinde meydana gelen elim bir otel yangını faciasında, 78 insanımız feci bir şekilde yanarak can verdi. Kahredici görüntüler vardı. İçimiz yandı, yüreğimiz dağlandı, ciğerimiz paramparça oldu. Yangında hayatını kaybedenlere Allah'tan gani gani rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara ise acil şifalar diliyorum.

Yangının sebebi; tedbirsizlik, hainlik, alçaklık, insan hayatını hiçe sayma, aşırı kazanç ve sınırsız kar elde etme hedefi, parayı kutsama, para putuna tapma, aşırı bireycilik ve benmerkezci yaşam tarzı, otelde yangın merdiveninin olmaması, yangın/duman sensörlerinin olmaması veya çalışmaması, yangın alarmının olmaması veya çalışmaması… dır. Ayrıca Bolu Belediye Başkanlığınca, Başkanın dayı oğlunun başında bulunduğu İtfaiye Müdürlüğünün yazdığı,  yangın yetersizlik belgesi ve raporunun ivedi bir şekilde ilgili kurumlara (İl Özel İdaresi,  Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına) gönderilmemesi ve sümen altı edilmesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından rutin (yıllık) etraflı denetim yapılmaması ve yangın yetersizliklerinin tespit edilmemesi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından rutin (yıllık) İSG denetimlerinin yapılmaması ve yangın bakımından rezalet durumda olan eksikliklerin tespit edilememesi ve en önemlisi de otel sahibinin aşağılıkça ve alçakça para ve kazancını önceleyerek; akıl, mantık, bilim, vicdan ve insan hakları bakımından gerekli tüm önlemleri almamasıdır. Bunun yanı sıra yine otel sahibinin, damadı olan otel müdürünü suçlamak yerine otelde idari yetkisi olmayan çalışanları suçlaması da hainliğin geldiği noktayı göstermesi bakımından son derece dramatiktir.

Gelinen aşamada yangının ve 78 kişinin hayatını kaybetmesinin sorumluları öncelikle otel sahibi, otel müdürü, imza yetkisi olan (varsa) mühendis ve İSG uzmanları,  otelin yangın yetersizlik belgesini ilgili kurumlara ivedi ulaştırmayan Bolu Belediyesi, rutin olarak ilgili ve yetkili kurumlar tarafından otelin, sıkı ve etraflı olarak denetlenmemesi ve teftişten geçirilmemesidir. Eğer her yıl ilgili kurumlar, bu oteli denetleselerdi ve mevzuatın gereği yerine getirilse idi ya eksikler tespit edilip gerekli önlemler alınacaktı, ya da gereği sağlanmamış ve önlem alınmamışsa otel kapatılacaktı. 78 can yanarak vefat etmeyecekti.

Şu realiteyi belirtmeliyim ki Millet olarak ve Devlet olarak denetim ve teftiş işini objektif, nesnel, tarafsız ve bağımsız olarak gerçekleştiremiyoruz. Denetim işini hakkıyla yerine getirmeyince her alanda, sadece bu alanda değil, eksikleri zamanında tespit edemiyoruz, önlemleri zamanında alamıyoruz ve sonuçta ağır yıkımları, can kayıpları ve yürek yangınlarını da önleyemiyoruz.

İhtilas, irtikap, adam kayırma, yolsuzluk, rüşvet, torpil vb. bu Milletin genlerine işlemiş. İyi, doğru, dürüst ve ahlaklı olanlara sözümüz yok. Onlar baş tacı. Ancak, onlar ya korkularından seslerini çıkartamıyorlar ya da namussuzlar, alçaklar ve aşağılıklar kadar cesur değiller!

Bu Ülkede neredeyse her 10 yılda bir büyük deprem oluyor, neredeyse her yıl  çeşitli illerde kendiliğinden binalar çöküyor, neredeyse her gün binalarda, AVM lerde, işyerlerinde, otellerde yangınlar çıkıyor, her gün kurallara uymamak nedeniyle can kayıplı büyük trafik kazaları meydana geliyor… Ama buna rağmen bir türlü ders almıyoruz, akıllanmıyoruz, aynı hataları yine yapıyoruz.  Tam da yeri gelmişken Mehmet Akif Ersoy'un su sözünü hatırlamak gerekir: “Tarih tekerrürden ibarettir dertler. Eğer ibret alınsaydı hiç tekerrür eder miydi tarih?” Halk arasında da bir deyiş vardır: “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” misali hatalarımızdan ders çıkarıp, işin doğrusunu hayata geçirmiyoruz ve vebalini ağır ödüyoruz.

Milletimizin sosyolojik, patolojik ve ağır olumsuz bir özelliğine, 200 yıldır tedavi edilememiş bir olgusuna değinmemiz lazım. Deprem olur, çürük bina yapmaya devam ederiz, sorumluları yeterince cezalandırmayız, olay olmadan denetimlerimizi yapmayız, sürekli trafik kazaları olur ve kurallara uymamaya devam ederiz, kurallara uymayız başkası uysun deriz, kamera varsa kırmızı ışıkta durur yoksa geçeriz,  vergi vermeyiz başkası versin deriz, depremde ev fiyatlarını ve kira fiyatlarını ikiye üçe katlarız, nakliye fiyatlarını üçe ve dörde katlarız; torpilden sürekli şikayet ederiz ancak Belediyelere eş, çocuk, kardeş, baldız, bacanak, yeğen, dayı oğlu, amcaoğlu… ne kadar akraba varsa doldururuz, otelde yangın sonrası arama ve kurtarma çalışması yapan ve dinlenmeye gelen AFAD ekiplerinden komşu otelde para isteriz, otelde yangın faciası sonrasında cenaze araçlarının yetersiz kalması sonucunda cenaze taşımak için  bir şirketten soğutuculu araç istendiğinde pespaye bir şekilde ve haysiyetsizce para isteriz, deprem olur deprem bölgesinde medya maymunu olur ve caka satar hemen ardından kirişi kırar kar tatilinde kayak yaparız…

Yine Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un şu sözünü hatırlatmak isterim: Üstat Avrupa’ya gider, döndüğünde yanındaki sorar, Üstat Avrupa'da ne gördün? Üstat der ki “Adamların işleri dinimiz gibi, dinleri işimiz gibi.” Bu söz her şeyi çok güzel özetliyor.

Kağıt üzerinde çok güzel mevzuatımız, kanunlarımız var, ağzımız çok güzel laf yapıyor ve her şeyi çok güzel biliyoruz.

Müslümanız, Türküz, doğruyuz, çalışkanız, ilkemiz küçükleri sevmek, büyükleri saymak ve Yurdumuzu özümüzden çok sevmektir yeminini 100 yıl ettik, ama hala aynı yerdeyiz. Uygulama yok, icraat 0 (sıfır). Lafta namusluyuz, ahlaklıyız, onurluyuz, Vatanseveriz, hacıyız, “ben değilim ama benim de dedem hacıydı, benim de anam başörtülüydü” diyoruz. Ancak, dürüst değiliz işimizi düzgün yapmıyoruz, ahlaklı değiliz fırsatını bulunca çalıyoruz/çırpıyoruz, sağlıklı ve makul iletişim kuramıyoruz ve trafikte yol vermedi diye satırla adamın kafasını kesiyoruz, çalışmayı sevmiyoruz ve üç kağıt (borsa, faiz, döviz) üzerinden para kazanmaya çalışıyoruz, kurallara uymuyor ve uyaranların başını eziyoruz, saygılı değiliz ve hiç bir şeye/hiç bir kimseye kendimiz dahil saygı duymuyoruz, güvenmiyoruz ve hiç kimseye/Devlete/sisteme/memura zerre kadar itimat etmiyoruz ve herkesi kendimiz gibi gördüğümüzden her yerde adam bulmaya ve torpil yaptırmaya çalışıyoruz.

Yukarıda saydığım örnekler, gelişmişliğin ve müreffeh toplum kriterlerinin zıtlıklarının Milletimizdeki tezahürü, utanç verici fiiliyatlar ve olgular; kan dondurucu, kan kurutucu icraatlar, Milletimize 200 yıldır giren ve bir türlü çıkaramadığımız alçakça ve aşağılıkça uygulamalar ile negatif ananelerimiz olmuştur maalesef.

Demokratik, adaletli, gelişmiş; medeni, zengin ve müreffeh bir Millet ve Ülke olmak istiyorsak, tarihte olduğu gibi yeniden dünyaya nizam vermek, yeniden medeniyetin beşiği olmak istiyorsak Milletimizin içindeki bu virütik hastalıklardan, vebadan kurtulmak, silkelenmek, akıllanmak, hatalarımızdan ders çıkarmak, her türlü muafiyet ve istisnalardan ari muhteşem bir sistem ve sistematik kurmak, kusursuz bir denetim sistemini her alanda oluşturmak, suçluların ve sorumluların ani, hemen, kesin ve vurucu bir şekilde en ağır ve en acımasız cezalandırıldığı muhteşem bir yargı sistemi meydana getirmek zorunluluğu, Milletimizin ve Devletimizin önündeki en hayati, keskin, ötelenemez gereklilik ve ev ödevidir. Milletimizin, Devletimizin ve sorumluluk makamındakilerin son bir ev ödevi de Kutsiyetimiz ve Türk Milli Kültürü gibi iki önemli kült kriterden yoksun olan, yaklaşık 200 yıldır tek yanlı, materyalist, maddiyatçı, aşırı bireyci, maddeci, insanı makine olarak gören, pozitif bilim sevdasıyla hareket eden ancak onu da beceremeyen ve ağzına yüzüne bulaştıran ezberci, niteliksiz, yönlendirmesiz ve uygulamasız, akıl/mantık/bilimden uzak, köle ve esir ruhlu (Amerikalıların kurduğu pespaye eğitim sisteminin) eğitim sisteminin terk edilerek (Son 20 yılda olumlu işler yapılmakla birlikte işin özüne inilemeyen ve yamalı bohçaya dönen) ayakları yere basan, üç sacayağından (pozitif bilimler, Kutsiyetimiz, Türk Milli Kültürü) oluşan rasyonel, realist, idealist bir gerçek anlamda Milli Eğitim Sisteminin kurulmasıdır.

Saygı ve selamlarımla…