24 NİSAN OLAYI VE ERMENİLERİN TARİHE BAKIŞ AÇILARI
Özellikle son 2000’li yıllardan sonra her yıl Nisan aylarında, yazılı ve görsel medyada Ermenilerin Avrupa ve özellikle de ABD’de başlattıkları sözde soykırım kampanyalarıyla ilgili haberler oldukça geniş yer işgal ederdi. Ancak bu sene öyle olmadı. Zira Ermeni propaganda faaliyetleri eski hız ve etkisini kaybetmeye başladı. Bunun birkaç temel sebebini saymak mümkündür. Birincisi Ermenilerin, Tehcir hadisesinin 100’üncü yılına denk gelen ve olağanüstü çalışma ve gayretlerle 2015 yılında icra ettikleri kampanyaların etkisiz kalması ve arzu edilen sonuçları üretememesidir. Hakikaten de Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’ın talimat ve onayıyla 1 Nisan 2011’de ‘Ermeni Soykırımının 100. Yıldönümüne İlişkin Etkinliklerin Koordinasyonu için Devlet Komisyonu’ kurulmuştu.
İkinci sebep ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 15 Ekim 2015’te İsviçre-Perinçek davasında sözde soykırım iddialarıyla ilgili bunların geçersiz olduğuna dair vermiş olduğu karadır. Adı geçen mahkeme kararında, Ermeni iddialarının soykırım yahut ‘Jenosit’ sayılamayacağı, Ermeni iddialarının hukuki bir kanıt ve mesnedinin olmadığı ve bunların sadece tarihi bir iddiadan ibaret olduğuna karar vermiştir. Zira Mahkeme, Ermeni iddialarına karşı Türkiye’nin de iddia ve tezleri olduğunu ve bunların hangisinin doğru olduğu meselesinin Hukukun işi olmadığını belirtmiştir. Bir diğer ifade ile tarihi meselelerin çözümünün tarihçilerin görev alanına girdiğini ima etmiştir.
Bu Ermeni propaganda ve kampanyalarının temelinde ise Türkiye’ye uluslararası dayatma yoluyla sözde soykırım olayını kabul ettirmek ve sonra da Türkiye’den tazminat ve toprak talep etme amaçları (3-T formülü) yatmaktadır. Bu hedeflerini gerçekleştirmek için Ermeniler, her yıl 24 Nisan’ı bütün dünyada ‘soykırım günü’ ilan ederek adeta sanal bir hafıza ve hayali bir tarih anlayışı inşa etmeye çalışmışlardır.
24 Nisan hadisesinin ne olduğunu ortaya koyarsak yukarıda ifade ettiğimiz düşüncelere açıklık getirmiş oluruz. Osmanlı Hükümeti I. Cihan Harbine katıldıktan sonra Ermeni komitecileri tarafından 1915 yılı bahar aylarında çıkarılan isyan, sabotaj ve terör olayları Devletin güvenliği için büyük bir tehdit oluşturmuştu. Osmanlı Devletinin Anadolu’yu birlikte savunma tekliflerini kabul etmeyen Ermeni Komitecileri, tarafsız kalmayı da reddetmişler, Rusya ve diğer itilaf devletlerinin safında Osmanlıya cephe almışlardı. Osmanlı Devleti ise aldığı istihbaratlar üzerine Ermeni komitelerinin faaliyetlerini kontrol altına almak ve olayları önlemek amacıyla tedbirler almayı planlamıştır. Filhakika Dâhiliye Nezareti 24 Nisan 1915 tarihinde bir genelge yayınlayarak; Hınçak, Taşnak ve diğer Ermeni komitelerinin kapatılmasını, bunların elebaşlarıyla birlikte zararlı faaliyetlerde bulunan Ermenilerin tutuklanmasını ilgili vilayetlerden talep etmiştir. Bu genelgede üzerinde durulan en önemli konu; Bitlis, Erzurum, Sivas, Adana ve Maraş gibi vilayetlerde Müslümanlar ile Ermeniler arasında muhtemel bir iç savaşın önlenmesi meselesiydi. Zira Osmanlı Devleti zamanın en kuvvetli güçleriyle birkaç cephede savaş haklinde idi ve bir iç savaşı kaldıracak durumda değildi. Ermenilerin her yıl dünyanın birçok ülkesinde “soykırım günü” olarak andığı 24 Nisan günü işte bu, Osmanlı İçişleri Bakanlığı’nın bahsi geçen genelgesinin yayınlandığı tarihtir.
Dâhiliye Nezareti’nin 24 Nisan 1915 tarihli talimatı üzerine İstanbul’da büyük bir isyan hazırlığı içinde olan 2.345 kişi tutuklanmıştır. İstanbul’da tutuklanan bu kişiler sıradan Ermeniler değil, isyan hazırlığı içinde olan komiteci Ermenilerdi. İstanbul’da 24 Nisan genelgesini takip eden günlerde yapılan aramalarda büyük miktarda silah, bomba ve mermi ele geçirilmişti.
İşte yukarıda tarihi belgeler çerçevesinde aslını izah ettiğimiz bu hadiseyi Ermenistan ve Diyaspora Ermenileri, sayıları 800 bin ile bir buçuk milyon arasında değişen Ermeni’nin öldürülmesi ve dolayısıyla da ‘soykırım’ olarak dünyaya yaymak istemişlerdir. Hâlbuki Ermenilerin büyük mübalağa yaparak ve iftira ederek kastettikleri sevk ve iskân olayı bundan birkaç ay sonra gerçekleşmiştir. Sevk ve iskân veya galatı meşhur olarak tabir edilen Tehcir hadisesi 1915 yılı Haziran ayından sonra gerçekleşmiş ve açlık, kıtlık hastalık (savaş esnasında kolera, tifo ve tifüs çok yaygındı) vs sebeplerden 300 bin civarında sivil Ermeni nakil esnasında hayatını kaybetmişti.
Tarihi gerçeklerden saptırılan Tehcir olayı Ermenistan ve bilhassa da diyaspora Ermenileri tarafından siyasileştirilmiş ve bir taraftan da onlar için bir milli kimliği inşa aracına dönüşmüştür. Ayrıca bu olay, bir soykırım sermayesi oluşturularak ticari ve ekonomik bir metaya da dönüştürülürken diğer taraftan Büyük Devletler için de kullandıkları jeopolitik ve stratejik bir araç olmuştur. Diyaspora Ermenileri, Avrupa ve özellikle de ABD’de miktarı milyar dolarları bulan bir soykırım ticareti oluşturmuş film, kitap dergi vs satışı, hatta tişört ve kupa satışına varıncaya kadar bunun ticaretini yapmışlardır. Ayrıca, Türk düşmanlığı onların milli kimliklerini tahkim etmekte ve yaban ellerde asimile olmalarını önleme aracı olarak kullanılmaktadır. Jeopolitik olarak ise, Ermenistan’ın stratejik ortağı olan Rusya bir taraftan Ermenistan’ı kullanarak Kafkasya, Karadeniz ve Orta Asya’da Batılı güçleri engelleme çabasına girerken diğer taraftan da Erivan üzerinden Ankara, Bakü ve Tahran’a baskı politikaları uygulamıştır. Aynı durum tersinden Batılı güçlerin politikaları için de geçerlidir.
Sonuç olarak, siyasi, ekonomik ve jeopolitik yönleriyle uluslararası bir araç haline dönüştürülen Ermeni Sorunu için kimse kısa vadede kolay bir çözüm beklememelidir. Çünkü uluslararası bir sorun haline dönüştürülen bu meselede Türkiye ve Azerbaycan’dan başka çözüm isteyen hiçbir ülke bulunmamaktadır. Ayrıca, yukarıda da belirtildiği üzere tarihi bir meselenin siyasi veya diplomatik ya da hukuki yollardan çözülmesi mümkün değildir. Bu konu ile uğraşan Türk akademisyenleri büyük özverilerle çok kıymetli ilmi çalışmalar ortaya koyarak meselenin tarihi ve diplomatik veçhelerini uluslararası kamuoyunun gözleri önüne sermişlerdir. Eğer Ermeni tezleri etkisini kaybetmeye başladıysa bunda bu çalışmaların büyük katkısı olmuştur. Dolayısıyla kısa ve orta vadelerde Ermeni Meselesinde takip edilecek en doğru yol bu sorun ile yaşamaya alışmaktan geçmektedir. Zira diplomasi ilminde bazı meseleler çözümsüzdür tıpkı Ermeni meselesinde olduğu gibi.