Bir ülkede yolsuzluk yapılıyor diye darbe yapmaya kalkışmak büyük
bir mantık ve hukuk hatâsı olur.
Önce ülkemizde yolsuzluk yapılıyor mu sorusunun cevabını arayalım.
Olduğundan, yapıldığından hiç şüphemiz olmasın. Çünkü Uluslararası
Saydamlık Örgütünün (Transparency Internatıonal-TI) 2013 raporunda,
Türkiye’nin notu 10 üzerinden sadece 5’tir. Demek ki, bizde
kirlilik, yolsuzluk, kokuşma vardır. Bunu kimse inkâr edemez.
Yolsuzluk yapılıyor diye darbe mi yapılsın? Hayır hayır hayır…
Yolsuzluğun ilacı, çaresi, çözümü darbe değildir.
Yolsuzluklar ancak işlerin, emanetlerin, makam ve mevkilerin
vasıflı, ahlaklı, faziletli, ehliyetli, liyakatli, ruh asaletine
sahip doğru ve dürüst uzman kimselere verilmesiyle önlenir.
Yolsuzluklara karşı hukukî tedbirler=önlemler alınması gerekir.
Mesela Çin’de, büyük ve yüklü yolsuzluk yapanlara idam cezası bile
verilebiliyor. Yine de yüzde yüz önlenemiyor.
Bir cemaatin yolsuzlukları bahane edip sivil darbe teşebbüsüne
girişmesi büyük bir mantık hatasıdır.
Nitekim attıkları bumerang dönüp dolaşmış ve kendi kafalarına
vurmuştur.
Yolsuzluk ve kokuşma darbe yapmak için geçerli sebep ve gerekçe
olsa, temizlik notları 5’in altında olan en az yüz ülkede senede
bir kez darbe yapılması gerekir.
Türkiye’de 1960 ile 28 Şubat arasında dört darbe yapıldı da
memleket ve devlet ileriye mi gitti, yoksa geriledi mi?
Yolsuzluklarla, kokuşma ile mücadelenin yolları vardır:
Siyasî bir parti kurar, seçimlere girerler, iktidar olurlarsa
ülkeyi, halkı, devleti temiz ve şeffaf bir şekilde idare
ederler.
Ellerinde büyük gazeteler vardır. Yolsuzluk dosyalarını titizlikle
hazırlayıp yayınlarlar ve halkı uyarırlar.
Baskı grupları oluştururlar ve temizlik için çalışırlar.
Askerî olsun sivil olsun darbeler hukuka ve ahlaka aykırıdır.
Halkın ezici çoğunluğu darbe istememektedir.
Halk yolsuzluk olduğunu bilmiyor mu? Biliyor ama bile bile
destekliyor. Niçin? Çünkü eski vesayet rejiminin hortlamasından,
hortlatılmasından çok korkuyor.
O eski zalim, hain, korkunç, acımasız vesayet rejiminin
boyunduruğundan kurtulalı kaç sene oldu? On sene bile olmadı.
Vesayetçiler eski faşist, zalim, gayr-i millî rejimi tekrar
getirmek için pusuda bekliyor. Darbe onlar için büyük bir fırsat
olacaktır.
Birkaç adaletsiz, insafsız, mantıksız kişi bendenizi yolsuzlukları,
hırsızlıkları desteklemekle suçluyor. Yalandır, iftiradır,
haksızlıktır…
2011 yılında yazdığım “Allah Belanızı Versin!” başlıklı yazı
yalancıların ve iftiracıların haksızlığını göstermeye yeter de
artar.
Cenab-ı Hak bu dünyada ve öteki dünyada yolsuzlukların,
haksızlıkların hesabını soracaktır.
Hiçbir haram, kirli, kara para bunları iktisab edenlerin yanına kâr
kalmayacaktır.
Bunların hesabı dünyada görülmezse, en azından tokatları
yenecektir.
Yolsuzlukları, eskiden olduğu gibi kötüler ve kınarken, bunları
bahane ederek darbe yapılmak istenmesine hayır diyorum.
Çünkü darbeler daha fazla yolsuzluk, daha fazla kir, daha fazla
kara para getirecektir. Gözyaşı, belki de kan getirecektir. Zulüm
ve işkence getirecektir.
Allah bu ülkeyi, bu devleti, bu halkı eski vesayet, resmî ideoloji,
faşist sistemin pençesine ve kucağına düşürmesin.
Fırtınalar içinde bata çıka yol alan gemide yolsuzluk yapılıyor
diye kaptan köşküne çıkıp darbe yapmak isteyenler geminin batmasına
sebep olabilir.
Kaldı ki, onların niyeti temizlik değil, her yolu deneyerek
iktidarı ele geçirmektir.
Bendeniz siyasî iktidarlar sandıkla gelsin, sandıkla gitsin tezini
savunanlardanım.
Yolsuzluklara hayır!
Sivil veya askerî darbelere hayır!
(İkinci yazı)
Gerçek Tasavvuf, Gerçek
Tarikatlar, Gerçek Şeyhler…
ULEMA ikiye ayrılmıyor mu?.. İhlaslı, rabbanî gerçek ulema var… Bir
de ulema-i su’ denilen, dini şahsî menfaatine alet eden, ilmiyle
‘âmil olmayan kötü ulema var.
Tasavvuf ve tarikatta da böyledir. İhlaslı, âbid, zâhid gerçek
şeyhler vardır… Bir de müteşeyyihler, yani sahte şeyhler.
Ulema-i su’ yüzünden Şeriatı ve fıkhı inkar etmediğimiz gibi, sahte
ve bozuk şeyhler yüzünden tarikatı ve tasavvuf inkar
etmemeliyiz.
Din alimlerinin, fakihlerin ihlaslı, ilmiyle âmil, ahlak-ı
Muhammedî ile ziynetli olanları ne kadar muhteremse; ihlaslı,
‘âbid, zahid şeyhler de o derecede muhteremdir.
Gördüğüm, tanıştığım, ellerini öpmekle şereflendiğim bütün gerçek
şeyhler Şeriata ve Sünnete sımsıkı bağlı idiler.
Onların itikadı sahih itikad idi.
Beş vakit namazı dosdoğru kılarlardı.
Ayrıca teheccüd namazı ve diğer nafileleri eda ederlerdi.
Şeyh efendilerin nicesinin, abdest tazeledikten sonra her defasında
abdest şükür namazı kıldıklarını bilirim.
Bir şeyh efendi, abdest bozduktan sonra, beş dakika sonra tekrar
abdest alırdı ama o beş dakika için teyemmüm yapardı.
Gördüğüm, tanıştığım gerçek şeyhlerin hiçbiri para sever, paragöz,
dünya perest değildi.
Hiçbirinin müridlerinden, muhiblerinden, Müslümanlardan para
topladığını görmemişimdir.
Onlar neye hizmet ederlerdi? Tarikata mı? Hayır hayır!.. Onlar şu
yedi değere hizmet ederdi: (1) İman… (2) Kur’an… (3) Sünnet… (4)
Şeriat… (5) Ümmet… (6) İmamet… (7) İslam ahlakı…
Hakikî şeyhlerin hiçbiri Deccalları, Kezzabları, Süfyanları
sevmezdi…
Onlar Kur’ana, Sünnete, Şeriata ve ahlaka aykırı fetva
vermezdi.
Hakikî şeyhlere intisab edenlerin veya muhibb olanların itikadı ve
ahlakı düzelir, onlar beş vakit namazı titizlik ve dikkat ile
kılarlar ve aşikare fısk ve fücur işlemezlerdi.
İslam Anadoluya tarikatlarla, tasavvufla gelmiştir. Gerçek
tasavvufa, gerçek tarikatlara, gerçek şeyhlere arka çevirirsek bu
emanet elimizden gidebilir.
1923’ten sonraki kara, kanlı küfür ve zulüm yıllarında Din-i
Mübin-i İslama ve Şeriat-i Garra-i Ahmediyyeye tarikatlar, tasavvuf
erbabı ve hakikî şeyhler büyük hizmet etmiştir. İdam edileni
olmuştur, zindanda çürüyeni, sürüleni, süründürüleni. Onların
hatırasını saygı ile anıyoruz.
Birkaç müteşeyyih yüzünden tasavvufu, tarikatları, gerçek şeyhleri
inkar etmek, bindiğimiz dalı kesmek olur.
Tasavvuf, tarikat ve şeyh düşmanı Necid mezhebinin Arabistanı ne
hale getirdiğini görüyoruz.