Söz Araplardan açılmışken, hele, 5-6 milyon Suriyeli’nin ülkemize “gerçekten” mi , yoksa “uluslararası bir senaryo veya algı operasyonu” sonucu mu “mülteci” yaftasıyla Türkiye’ye gönderildikleridir.

'Arap Mültecileri Sorunu' Vb. Ne olacak?

Söz Araplardan açılmışken, hele, 5-6 milyon Suriyeli'nin ülkemize 'gerçekten' mi , yoksa 'uluslararası bir senaryo veya algı operasyonu' sonucu mu 'mülteci' yaftasıyla Türkiye'ye gönderildikleridir. Bu da 'Demografik yapımızı iyice bozacağı' için üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken bir olaydır ve hatta 'MİLLİ BEKA SORUNLARIMIZ' dan birisidir.

Bazı görüşleri göre, 'Biz Suriye'yi işgal etmedik, bizi Suriyeliler işgal ettiler'. Biz Suriye'de, 'orada bizi de yönelik güvenliği sağlamak' için yalnızca 'askeri garnizonlarımız' la varız. 'Terör bittikten' ve Suriye'nin 'toprak bütünlüğü' sağlandıktan sonra ülkemize geri döneceklerdir. Asıl olan, milyonlarca Suriyelinin ve daha başka ülkelerden olanların hallerinin ne olacağıdır? Bazı görüşlere göre ise, 'Türkiye bunlar tarafından terkedilmemek, geriye dönmemek üzere bir çeşit işgal edilmiş' tir. Bu da yabancılara ev ve toprak kaptırmak kadar ve belki de ondan daha tehlikelidir. Hele, bunlara bulundukları yerlerde ev ve toprak almalarına ve bunların 'Türk Vatandaşlığı' na geçirilmelerini asla izin gerilmemelidir. Bunlar 'mülteci olmak' sıfatlarına uygun değildir. Statüleri gereği, nasıl olsa 'zamanı gelince' geldikleri yere gönderileceklerdir. Türkiye'nin hem 'Demografik bütünlüğü' ve hem de 'toprak bütünlüğü' nü korumak için hangi ülkelerden ve milliyetlerden olurlarsa olsunlar, tek bir mülteci kalmayıncaya kadar bütün mülteciler geldikleri yere geri gönderilmelidirler. Zira milletimiz, 'İmparatorluk Dönemi' nde demografik yapısının pek çok çeşitlilik göstermesinden çok çekmiştir. Devletimiz ve ülkemizi genelde, hep emperyalist büyük devletlerin bize karşı kışkırttığı 'azınlık isyanları' sonucu kaybetmişizdir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, tarihte olup bitenlerden dersler almaksızın 'yeniden bir azınlıklar sorunu yaratacak' ortamın oluşmasına asla izin verilmemelidir. Tarihte, azınlık nüfusu 300 – 500 kişi olan azınlıklara bile, 'devletçikler' kurdurtmak için devletimize karşı isyan ettirilmişlerdir. Bir Müslüman Türk, bir sokulduğu delikten bir daha sokulmaz. İkinci bir sokulmanın fırsatlarını vermez.

'Ruslar Sıçak Denizlere İndi'

Bu, 18 Ocak 2023 tarihli bir gazetenin haberinin manşeti idi. Haberinde, Antalya'dan dolar karşılığı en çok ev ve arsa - tarla alanların Ruslar olduğundan rakam ve sayıları da verilerek bahsediliyordu. Bu sebepten birinci olarak, Rusların burada yabancı çoğunluk olmalarından dolayı gazete bunu, Rus Çarı Deli Petro'nun (II. Petro) 1700'de yapılmış '12 maddelik vasiyeti' ne uygun olarak, bu maddelerden birisi 'Sıcak Denizlere ininiz' in bugün itibariyle Akdeniz'e hem de 'kendi elimizle gerçekleştiriliş' olunduğu üzerinde duruyordu.

Antalya ile ilgili bir gazetenin de haber başlığı 25 Ocak 2023'de manşetten 'Antalya'da Rus Şirket Patlaması' idi. Spot yazı olarak üstünde yazılanları ise; 'Kentin demografisini değiştiren yabancılar 5 695 Şirket Kurdu' idi. Haberinde, kurulan şirketlerin çoğunluğunu Rusların şirketlerinin teşkil ettiği, artış oranını 2022 'de % 527 olduğu üzerinde duruluyordu. Haberinde bir ara başlık olan 'Kentteki Rusça Tabela Sayısında Büyük Artış' ın altında, işyerleri isimleri olarak İngilizce işyeri isimleri yanında Rusça olanlarının da tabelalarda artmaya başladığından bahsediliyordu. Yıllardan beri hep şehirlerimizin, Türkçe karşılıkları ola ola İngilizce işyerleri sebebiyle, 'İngiliz şehirleri halini aldığı' ndan ' sızlanıyor ve şikayetçi olunuyorken, bir de buna 'Rusça tabelalarla Rus şehirleri halini almak' da buna eklenince, işlerin iyince zıvanadan çıktığı anlaşılıyor.

Hele, son bir yılda Antalya'ya en yoğun olarak gelenlerin, Rusya ile Ukrayna arasında bir yıldan beri savaş hali yaşandığı için 'harp kaçkını ve sığınmacısı' denilen Rusyalı Ruslar ve Ukraynalı Ukraynalılar olması da çok düşündürücüdür. Bir arada, özellikle de 2022 bahar aylarında yine 'harp kaçkını ve sığınmacısı' olarak, 'İran üzerinden' denilen binlerce Afganlı 'mülteci' ile karşı karşıya gelmiş ve bunları da ülkemize almıştık. İran, bunları niye kabul etmemişdi de hep Türkiye'ye göndermişti? Bunu hiç düşündük mü?

Bir kere, ülkemiz dünyanın her yerinden 'harp kaçkını mülteci' sığınma başak alanı olmaktan çıkarılmalı, ikinci olarak bunların kayıtları çok iyi tutularak harpler bitince bir tek kişileri kalmayıncaya kadar ülkelerine geri gönderilmelidirler. Ruslar gibi, Ukraynalılar gibi sermayeleriyle gelip şirketler kursalar bile. Ekonomide de kimseye muhtaç olmadan kendi kendimize yeterli hale gelmeliyiz.

'Onlar bizi ekonomik yönden kalkındıracaklar' saçma sapanlığıyla da vatanımızın şurasını burasını yabancılara peşkeş çekerek ülkemizi ziyana uğratmayalım. Türkiye her bakımdan 'yol gecen hanı' olmamalıdır.

' 'Vaat Edilmiş Topraklar' Vaat Edilenlerin Eline Geçiyor'

Bu başlıktan anlayacağınız, adına ister GAP bölgesi deyin, isterseniz Güneydoğu Anadolu Bölgesi deyin, neredeyse bütün bu bölgeyi 'Büyük İsrail'i Kurmak' emeliyle, adı geçen gazete haber başlığıyla, İsrail'in daha yabancılara toprak satmak kanunları çıkar çıkmaz hareket geçip satın amaya başladığı üzerinde duruluyordu.

Yanılmıyorsam, 2008 yılı Mayıs ayı idi. Konya'da belediyenin bir meydana çadır kurarak açtığı kitap fuarına da katılmıştım. Kendisi için 'Türkiye ve Türkçe sevdalısı' denilen Konya' lı Prof. Oktay Sinanoğlu, beni de ziyaret etmiş, tanışmıştık. Biraz uzun sohbete daldık. Bir ara, 'Süleyman hoca, İsrail Gaziantep'ten başlayarak Siirt'e kadar bütün GAP topraklarının büyük bir kısmını satın aldı' demesi, beni toprak satımı konusunda erkenden şoke etmeye başlamıştı.

GAP deyince, aklıma yeni geldi. Değerli yazar Ramazan Kurtoğlu 'Ortadoğu'da Babil'den Günümüze Siyasal Mesihcilik Tanrı İmparatorluğu ve Türkiye' isimli kitabında, GAP'ı boydan boya sulayacak olan, Türkiye'nin en büyük iki barajından birisi Atatürk Barajı yapımının İsrail'i, bu barajı ve GAP topraklarını biran evvel ve öncelikle kendisinin ele geçirme isteğini tahrik ettiğini yazdı (sayfa 34). Doğrusu budan da çok ürperdim, 'Acaba bu barajı yapanlar, İsrail yapmadan önce biz yapalım da ona hizmete hazır olsun' diye mi yaptılar' dan olarak da kara kara düşündüm.

Güney Doğu Anadolu' muzun elimizden gittikçe çıkmasına yönelik daha da büyük 'şoke' oluşumu, 2021 Aralığında Urfa'da yapılan bir kitap fuarına katılmam sırasında yaşardım. 'Urfa'nın en büyük toprak ağalarından ve hatta Urfa topraklarının yarısı onun' denilen bir 'Büyük Toprak Ağası' nın bütün topraklarını Yahudilere hangi yollardan ve kitabına uydurmalardan satmıştır bilmiyorum, yanlış okumadınız 'üç trilyon lira' ya satmış ve bunu 'miras' olarak oğulları ve kızlarına pay etmiş olduğunu yakın sayılabilecek güvenilir bir çevresinden öğrendim. Paylarını alanlar da herhalde, ellerine dünyayı satın alacak paralar geçtiğinden İstanbul'a koşup giderek 'daha rahat yaşamak' için buradan en pahalı yalılar, yatlar, katlar, dükkanlar ve dünyanın en pahı arabalarını vb. almışlardır diye düşünüyorum. Ama, Osmanlı döneminin zengin Filistinli Arapları gibi Yahudilere 'vatanlarını sattılar' bunun farkında ve bilincinde değiller sanki…

Topraklarımıza Yönelik 'Betonlaşma' ve 'Erezyon' Tehlikesi

Topraklarımıza yönelik, 'iç teknik sebepler ve tehlikeler' den birinci olarak 'Ovalarımıza bina yapmak düşman işgali benzeridir' gerçeğini Edirne'den Kars'a kadar herkes zaten yaşayarak görüyor ve 'rant' ve 'çıkanlar' a hizmet eden bu 'toprak kullanım hastalığı' ndan herkes dövünüyor, üzülüyor ve çözümü için bir çareler arıyor.

Dünyada denizle sınırı olan birçok ülke 'tarım arazisi darlığı' yüzünden milyarlar harcayarak 'denizi doldurmak' suretiyle yeni tarım arazileri kazanırlarken, zaten bizim de coğrafyamızın her yer dağlar ve taşlarla kaplı % 70' i tarıma deniz gibi elverişli alanlar olmadıkları halde, oldukça kıt sayılabilecek % 30'luk (bunun % 10'u verimli düz ova, geri kalanı yamaçlara yaslanmış, sulanamaz kısır topraklardır) tarım ovalarımız, tarlalarımız üzerine binalar yapmak ne demektir? ? 'Düşman işgali benzeri' değil midir? Bir sürü tarıma elverişsiz yamaçlar, kaya yüzeyleri ve uygun dağ yapılanmaları varken buna tahammül edilebilir mi ? Eski insanlar bizden çok daha akıllı olacaklar ki, binalarını verimle ovalara değil, dağlara ve dağ yamaçlarına yapmışlardır.

Toprak konusunda 'ikinci büyük tehlike erezyon' a gelince: 1970 – 1975 zaman dilimi Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde öğrenim yıllarımdı. Rahmetli 'Toprak' profesörümüz İlhan Akılın' dan 'Toprak ve Su Muhafaza Dersi' almıştık. İlk dersine, 'Arkadaşlar, bir memleketin iki düşmanı vardır; birisi dış, diğeri iç düşman. Tarih derslerinizden dış düşmanlarınızın, ülkemizi savunmak için savaştıklarımızın kimler olduklarını zaten biliyorsunuzdur. Üstelik de buna ilaveten, pek görünmez, oldukça sinsi iç düşmanımız' diyebileceğimiz bir de 'Erezyon İç Düşmanı' vardır. İşte ben size, bu dersimiz boyunca bu düşmanımızı tanıtacak ve vatanımızı ondan korumanın, savurmanın yollarını anlatacağım' sözlerini sarfla başlamıştı.

Yine adı geçen dersi gördüğümüz günlerde idi. Bu, 'İç Düşman Erezyon' un ne kadar büyük bir düşman olduğunu göstermek için bir gazetede şu başlıklı habere yer vermişti: 'Enezyonla Her Yıl Kıbrıs Kadar Bir Toprağımızı Kaybediyoruz.' Neden Kıbrıs kadardı? Üzerinde tarım yapmak ve özellikle de ana besin kaynağımız tahılları yetiştirmek için 20 cm. kalınlık veya derinliğinde bir toprak yeterlidir. Çıplak tarım alanı yüzeyleri ve ağaçsız çıplak dağlar ve dağ yamaçlarından sellerle ırmaklar veya dereler vasıtasıyla denizlere akıp gider toprağın varlığını 20 cm. kalınlıkta bir yüzeye sererseniz, bunun yüzölçümünün Kıbrıs'ın yüzölçümü kadar olduğunu, göremezsiniz ama idrak edebilirsiniz.

Fazla uzatmayalım. Bu verdiğimiz basit örneklerle de bu 'iç düşmanımız' ın ne kadar büyük tehlikeli bir düşmanımız, bir 'tabiat düşmanı' olduğunu ve hiç zaman kaybetmeden birkaç yıl içinde 782 bin kilometre karelik ülke sathımızın neredeyse bu yüzölçümün tamamına yakınının ağaçsız çıplak yüzeylerden ibaret olduğunu da göz önün alarak, buraları 'son fırsat' kurtarmak için ağaçlandırmanın ve yeşillendirmenin ne kadar elzem olduğu apaçık kendisini gösterir.