Aşırı sağın yükselişi arasında, partilerin bilhassa yerel seçimlerde, birtakım ülkelerde ise ulusal seçimlerde aldıkları oy oranlarındaki artış, aşırı sağ örgütler ile şiddet olaylarındaki artış, söylemin bilhassa merkez sağ partilerin söylemine, pekçok Avrupa ülkesinde göç, politikalarının sertleşmesine etkisi yer almaktadır.

Aşırı sağın yükselişi arasında, partilerin bilhassa yerel seçimlerde, birtakım ülkelerde ise ulusal seçimlerde aldıkları oy oranlarındaki artış, aşırı sağ örgütler ile şiddet olaylarındaki artış, söylemin bilhassa merkez sağ partilerin söylemine, pekçok Avrupa ülkesinde göç, politikalarının sertleşmesine etkisi yer almaktadır.

2012'deki Fransa seçimlerinin ilk turunda aşırı sağ Ulusal Cephe'nin %18 oy oranıyla üçüncü parti olması, Hollanda'da iktidardaki sağ azınlık koalisyon hükûmetini dışarıdan destekleyen aşırı sağ Özgürlük Partisi (PVV)'nin ekonomik önlemler üzerinde uzlaşmaya varamayınca desteğini çekmesi sonucu 23 Nisan 2012'de hükûmetin düşmesi, aşırı sağın Avrupa siyasetinde artan etkisinin yansımalarıdır.

Aşırı sağ hareketler 1930'larda genelde ekonomik bunalımdan etkilenen insanların desteğini kazanırken, günümüzde daha çok küreselleşme sürecinin unsurlarından faydalanamayan, tam tersine bu süreçten ekonomik ve sosyal açıdan olumsuz etkilenenlerin desteğini almaktadır. 1930'lardakinden farklı olarak günümüzdeki aşırı sağ hareketlerin demokrasiyi ortadan kaldırma gibi bir istekleri yoktur ama onu 'etnokrasi' olarak yeniden tanımlama istekleri vardır. Aşırı sağ partiler arasında farklı düzeylerde otoriter, radikal, popülist, milliyetçi, hatta bazılarında ırkçı eğilimler hakim olup, küreselleşmeye karşıdırlar.

Her aşırı sağ partide bu özelliklerin bazıları farklı oranlarda bulunabilmektedir. Hâkim etnik ve dini grubu 'biz', diğerlerini 'öteki' olarak görmektedirler. Bazılarında antisemitizm halen etkili olmaktadır. Yabancılara, göçmenlere karşı korku ve düşmanlık söz konusudur. Çoğulcu demokrasiye karşıdırlar, dinin ve kültürel değerlerin korunmasına çalışırlar, ülkelerindeki iş olanakları ve refah devletinin faydalarından öncelikli olarak hâkim etnik grubun yani 'biz'in faydalanması gerektiğini düşünmektedirler. Aşırı sağ partilerin çoğunun dışlayıcı bir 'ulus' anlayışı vardır. Ulusun homojenliğinden yanadırlar. Göçmen karşıtlığı aşırı sağ partilerin temel özelliklerindendir. Göçmenler 'ötekileştirilerek' tüm sorunların kaynağı olarak görülmekte ve 'günah keçisi' olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.

Aşırı sağ partiler sadece Batı Avrupa'da değil, Doğu Avrupa'da bilhassa Bulgaristan ve Romanya'da da etkilidirler. Bulgaristan'da aşırı sağ parti Türk azınlıkları, Romanya'da ise Roman azınlıkları 'öteki'leştirmektedir. Doğu Avrupa'da aşırı sağ partilerin çoğu 1990'larda hükümet ortağı olmuşlar, Batı Avrupa'da ise çoğunlukla 21.Yüzyıl'ın ilk 10 yılında hükümet ortağı olmuşlardır.

'Xenophobia' Yunanca yabancı anlamına gelen 'xenos' ve korku anlamına gelen 'phobos' kelimelerinden oluşmaktadır. Yabancı etkilerin, içinde yer aldığı hâkim kültürün homojenliğini bozacağından endişe edilmektedir. Eğer yabancı korkusu Müslüman gruplara yönelikse 'İslamofobi' olarak ifade edilmektedir. 11 Eylül'den sonra İslamofobinin Avrupa'da yaygınlaşmasıyla aşırı sağ için de yeni 'ötekiler' Müslüman göçmenler olmaya başladı. Avrupa'nın 2008'den beri yaşadığı ekonomik krizle birlikte artan işsizlik ve ekonomik sorunlar, göçmen karşıtlığını daha da arttırmaktadır. Aşırı sağ partiler Avrupa dışından olan göçmenlerin özellikle Müslüman göçmenlerin Batı Avrupa ülkelerindeki yoğunluğunu, buna karşılık kendi ülkelerindeki düşük nüfus artışını vurgulayarak hem ulusal kimliklerinin hem de Avrupa kimliğinin zayıfladığını ve bulanıklaştığını ileri sürmektedirler.

Bir yandan bazı aşırı sağ partiler tabanlarını genişletmek adına merkeze kayarken, aşırı sağ partilerin yükselişini gören merkez partiler, özellikle Hristiyan Demokrat partiler de oy kaygılarıyla aşırı sağ partilerin söyleminden etkilenmekte ve özellikle göçmen politikalarını sertleştirmektedirler.

Aşırı sağın yükselişinin göstergelerinden biri de aşırı sağ hareketler ve örgütlerin artışı ve özellikle göçmenlere yönelik şiddet olaylarındaki artıştır. Diğer yandan, Norveç'te 22 Temmuz 2011'de aşırı sağ görüşlü Anders Breivik'in, çoğu İşçi Parti üyesi gençlerden 77 kişinin ölümüne yol açan terörist saldırısı, aşırı sağ şiddet eylemlerindeki artışın sadece Avrupa'daki göçmenler için değil, tüm Avrupa halklarının geleceği için 21.Yüzyıl'ın en önemli tehditlerinden biri olduğunu göstermiştir.

Türkiye'nin AB'ye üyeliğine karşı söylem de aşırı sağ partiler arasında yaygındır. Özellikle Türk göçmenlerin yoğun olduğu Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde, Türkiye'nin AB'ye üyeliğine kamuoyunun olumsuz baktığı görülmektedir. Eurobarometre'nin yaptığı kamuoyu araştırmalarında en az istenen göçmenler Müslüman göçmenlerdir, Türkiye ise AB'ye üyeliği en az istenen ülkelerdendir. Aşırı sağ partiler Türkiye'nin AB'ye üyeliğinin Avrupa'nın İslamlaşmasının önemli bir aracı olduğunu iddia etmektedirler.

Bu yazımda; Batı Avrupa'da yükselen aşırı sağ, özellikle de Türk göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı ve Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkanların oranının en yüksek olduğu ülkelerden olan Almanya ve Avusturya'daki aşırı sağ partiler üzerinde durmaya çaba sarf edeceğim. Almanya ve Avusturya, Türkiye'den göçmenlerin başlangıçta 'misafir işçi' statüsünde gittiği, ardından çoğunun yerleştiği ve Türk göçmen nüfusun Avrupa'da en yoğun olduğu ülkeler arasındadır. Buradaki Türk göçmenlerin pek çoğunun yaşadığı entegrasyon problemleri Türkiye'nin AB üyeliğine de şüpheyle bakılmasına yol açmakta ve Türkiye'nin üyeliği durumunda Avrupa ülkelerinin yeni göçmen akınlarına uğramasından korkulmaktadır.

Yazımda ilk olarak aşırı sağ partilerin Batı Avrupa'da yükseliş nedenleri, aşırı sağ partilerin göçmenleri 'öteki'leştirmesi, ikinci olarak Avusturya'da aşırı sağ partilerin federal parlamento seçimlerine yansıyan gücü, bilhassa Özgürlük Partisi (FPÖ)'nin parti programı ve söylemi üzerinde durarak, buna karşılık Almanya'da aşırı sağ partilerin özellikle Alman Ulusal Demokrat Partisi (NPD)'nin daha çok yerel düzeyde artan gücü ve parti programı inceleyeceğim. Avusturya'da aşırı sağın federal parlamento seçimlerine yansıyan gücü ile Almanya'da daha çok aşırı sağ hareketlerin ve göçmenlere karşı şiddet olaylarının artışı şeklinde görülen aşırı sağın yükselişinin göstergeleri karşılaştıracağım. Son olarak da Avrupa'da aşırı sağın yükselişinin Avrupa'nın geleceğine ve Türkiye'nin AB üyeliği sürecine yansımalarına bir sonraki köşe yazımda okuyor olacaksınız.