Tarihte adı konulmamış Hristiyanlaşmamızın başlangıcı ve kırılma noktası 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanı’nı ilanı oldu. 5 Şubat 1856’da Islahat Fermanı’nın ilanı bunu iyice takviye etti.
Tarihte adı konulmamış Hristiyanlaşmamızın başlangıcı ve kırılma noktası 3 Kasım 1839'da Tanzimat Fermanı'nı ilanı oldu. 5 Şubat 1856'da Islahat Fermanı'nın ilanı bunu iyice takviye etti. Çünkü bunu, Avrupa'nın Büyük Devletleri 1853 – 1856 Kırım Harbi ve Zaferinin 'diyeti' olarak bize ödettiler. 'Sizi daha iyi koruyabilmemiz ve bizden sayarak bağrımıza basmamız için Avrupa hukukunu kabul ediniz' dediler. Viyana'da İngiliz, Fransız ve Avusturya nın Osmanlı Büyükelçileri tarafından yazılan Islahat Fermanı, (Biz Viyana'yı 1683'de dıştan fethedemedik ama, onlar bizi 1856'da içten fethettiler) Ahmet Cevdet Paşa'nın anlattıklarına göre Osmanlı Vükelası tarafından 'Noktası ve virgülüne bile dokunulmadan' aynen imzalanıp yürürlüğe konuldu.
Uygulamaya yönelik olarak, 1860'lı yıllarda bütün Fransız kanunları Türkçeye çevrilerek, Şeriat kanunları yanında, bunlara alternatif 'İKİ BAŞLI HUKUK SİSİTEMİ' olarak yürürlüğe girdi. Fransız Büyükelçisi, en son olarak 'Fransız Medeni Kanunu' nun da alınmasında diretti. Adliye Nazırı Ahmet Cevdet Paşa buna, 'Bir milletin medeni kanununu almak demek, alan milletin kedi kendisini yok etmesi demektir' in yanında, 'Sizin bu kanununuz da alırsak Halifemiz Sultan Abdülaziz'in Halifelik sıfatını bırakması gerekir' dedi ve direndi. Osmanlının yeni medeni kanunu olarak Mecele'yi, yerli, milli ve ilmi kanun olarak hazırladı ve 1876'da yürürlüğe koydu.
Aziz dostalar, anlayacağınız, Türkiye'de 'Adı konulmamış Hristiyanlaştırma süreci resmen ve sonra da sindire sindire halka da sirayet ettirilerek' Osmanlı döneminde başladı.
Bu süreç, günümüzün Türkiye'sinde tam bir atak yaptı. Osmanlı Devleti ve bürokrasisi, 'Avrupa Devleti Sayılmak' için 'Avrupa Hristiyan Hukuku' na teslim olmuştu. Günümüz Türkiyesi ise buna teslim yanında, 'Topyekun Batı Medeniyetine girmek, teslim olmak' la sürecin zirvesini yaşamaya başladı.
Yeni kurulan, Genç Türkiye Cumhuriyetinin yeni yeni kanunlara ihtiyacı vardı. Bunu yapacak ilmi birikim ve yetişmiş bürokrasimiz yoktu. Herkes, harplerde kırılmıştı. Zaten 'Tam Avrupalı' olacaktık. Bu anlamda, Avrupa'da olan her şey, bizim için de olduğu için onlara kayıtsız şartsız ve sorgulamadan teslim olduk. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un 1925'de ,milli ve yerli medeni kanunumuz Mecelle Kaldırılıp İsviçre Medeni Kanunu alınırken Meclis'te sarf ettiği şu gerekçeli mealen ifadeleri çok ilginçti: 'Avrupa'nın kanunları bizim de kanunlarımızdır, noktasına ve virgülüne dokunmadan aynen alıp uygulayacağız.' Aziz dostalar, anlayacağınız tam bir 'sömürgecilik zihniyeti' veya 'kendi kendini sömürgeleştirmek' zihniyetidir. Sömürgelerde olacak bir iştir. Nerede kaldı milli ve yerli hukuk? Ardından iş bitmedi: İtalya'nın Ceza Kanunu, Almanya'nın Borçlar Hukuku Kanunu ve daha neler neler aynen çevirdik ve uyguladık.
Bütün bu olup bitenlerden sonra, Türkiye'nin haklı bir kısım davalarını savunmaya başladığı için bir suikastla öldürülen gazeteci yazar Uğur Mumcu şunları boşuna söylememiştir: 'Türkiye vatandaşları, İsviçre Medeni Kanunu ile evlendirilirler, İtalyan Ceza Kanunu ile yargılanırlar, Alman Borçlar Hukukuna göre borçlandırılırlar ve Şeriat hukukuna göre gömülürler.'
Bütün hayat pratiğimiz, Eski Yunan, Eski Roma, Yahudi –Hristiyan kültür ve hukukları bileşkelerinde kurgulandığı halde, böyle yapılandırmalarla dinimiz İslam'ı 'Ölüler dini', kitabımız Kur'an ı ise 'Ölüler kitabı' haline getirdik. Bitmemiş, ardından 'Medeni Bilgiler' kitapları yazmışız ve bununla Avrupa'nın bütün örf ve adetlerini, protokol kaidelerini bünyemize gümrüksüz taşımışız, kılıf ve kıyafetlerimizi de zaten onlara benzettik.
Biz bunlara adapte edildik ama, Avrupa'da neler olup bitiyor bir da bunlara bakalım: Hani bir 'İslamafobi' var ya son 30-40 yıldır hep bu uygulanıyor burada. Bu zaman diliminde Avrupa'ya sömürgelerinden gelen Müslüman göçmenler ve Türkiye gibi ülkelerden giden işçilerle bu kıtada Müslümanların sayısı iyice arttı. Günümüzde 30 milyonu bulduğundan bahsediliyor. 5 milyonu Fransa'da, bir o kadarı Almanya'da , 3 milyonu İngiltere'de diğer Avrupa ülkelerine de 300- 500 biner dağılmışlar. Bunların, Müslüman olmaktan başka hiçbir suçları yok. Bulundukları hiçbir Hristiyan ülkede hiçbir Hristiyanı Müslüman yapmak için çalışmıyorlar. Yalnızca kendi Müslüman kimliklerini serbestçe yaşamak istiyorlar. 'Hürriyetler ve Demokrasinin beşiği-anavatanı ' denilen Avrupa'nın bunlara bile tahammül yok.
Avrupa'nın ne kadar medeni olduğunu öğrenmeye yönelik 9 ve 11 Mayıs 2021 tarihli gazetelerden okudum. 11 tarihli olanı şöyle idi: 'Fransa'da Askerlerden İslam'a Karşı Mektup'. Haberinde, muvazzaf ve emekli iki asker-subay-general grubu Cumhurbaşkanı Macron'a mektup yazarak 'iç savaş uyarısı' nda bulunmuşlar. İkinci grubun görüşleri oldukça ilginç: 'Aramızdan bazıları topraklarımızda taviz verdiğimiz İslamcılığı yok etmek için canlarını ortaya koyamaya hazırlar' deniliyormuş. 9 tarihli olanı ise şöyle: 'Norveç'te İslam Karşıtı Gösteriler'. Haberinde yer alanlar, 'Oslo parlamento binası önünde bir grup 'Norveç'in İslamlaşmasını durdurun' gösterisi yaptılar'.
Fransa'da ve Norveç'te de 'İslamlaşma' dedikleri, buralarda Müslüman nüfusun artması ve dinleri istedikleri gibi yaşamaktan başka bir şey değildir. Hristiyanların şuur altlarında yatan emelleri, 'Siz bize benzemedikçe sizi içimize kabul etmeyiz' dir. 'İnsan Hakları' ndan olarak, 'Farklılıklara saygılı olmak' nerede kaldı? Din ve inanç hürriyetlerini kurtlar mı yedi? Biz onlara benzedik de adı konulmamış Hristiyanlığı yaşamaya başladık da ne oldu? Kadir ve kıymetimizi mi bildiler? Avrupa Birliğine alabildiler mi? Niye hala 58 yıldır kapısında bekletiliyoruz? Anayasamıza da 'Türk milletinin dini Hristiyanlıktır' yazıldıktan sonra mı alacaklar?
Sonuç olarak, anlayacağınız, biz Tanzimat'tan beri kademe kademe Hristiyanlaşmayı kabul ettik ve bu da günümüzde bütün caddelerimizde işyerlerimizin isimlerinin de artık İngilizce olduğu halde, bu Hristiyanlaşmayı tamamladığımız ve bütün bunlara tahammül edebildiğimiz üzere de, Avrupalılar kendi bünyelerindeki Müslümanların Müslümanca yaşamalarını kendilerine karşı bir 'iç tehdit' olarak görebiliyorlarsa, yuh olsun hem Türkiye'de hem de Avrupa'da bütün bu olup bitenler demek geliyor insanın içinden!...