Dildeki fakirleşmenin boyutları, modern bir Türkçeden Türkçeye sözlüğü, özellikle de Arap kökenli sözcüklerin çoğunu içeren ‘m’ ve daha az sayıda olmakla birlikte ‘t’ ve ‘i’ ile başlayan sayfalara göz atarak anlaşılabilir.
YABANCI TÜRKOLOGLAR VE İLİM ADAMLARININ 'DİL DEVRİMİ' Nİ ELEŞTİRMELERİ VE ÇÖZÜM YOLLARINI GÖSTERMELERİ
'Dil Devrimi' ile gelen süreçte, ülkemizin sağduyulu ilim adamları, yazarları tarafından dilimizin tahrip edilmesine yönelik eleştirilerin ve tepkilerin yanında, Batılı ülkelerin akıl, sağduyu ve mantık sahibi ilim adamları tarafından da dil işinde hiçbir kaide ve prensibe dayanmayan, dilin normal gelişim seyrine ve tabii yapısının korunmasına darbe vuran, 'celladına aşık olmak' kabilinden kötü bir 'Batı medeniyeti taklitçiliği' yanında, kuru -sıkı ve hamasi milliyetçilik duygularının da etkisi altında, bunlar adına mazimizde dil açısından da neyimiz varsa hepsini silip süpürmeyi amaç edinmiş dil hastalıklarımıza yönelik eleştiriler, tepkiler gelmiştir.
'Dışarıdan eleştiriler, tepkiler, uyarılar ve çözüm yolları' da diyebileceğimiz bunlardan alıntılarla, 'Yabancılar ağlar dilimizin perişan haline' (Neiat Muallimoğlu, Türkçe Bilen Aranıyor, Muallimoğlu Yayınları, İstanbul, 2003, s.16) de denilen bu görüşlerden bir demet sunacağız.
PROF. GEOFFREY L. LEWİS
İngiliz Türkolog G. L. Lewis'in, 1999'da yayınladığı ve Türkçeye 2004 yılında çevrilen ' The Turkısh Language Reform: A Catastrophiç Succes' (Trajik Başarı - Türk Dil Reformu' isimli kitabında, Dil Devriminin öncüsü Atatürk'ün önce 'tecrübe, deneme' kabilinden başvurduğu Türkçeden bütün yabancı kelimelerin atılarak yerlerine Türkçe olanlarının konulmasını ve bu mümkün olmazsa yerlerine uyduma kelimeler getirmeye yönelik 'uydurmaca dil' den, daha sonra bunun zararlarını, görerek bundan vaz geçtiğinden ve o öldükten sonra ise öz Türkçeciliğe yani uydurukça dile dönüsün nasıl bir büyük bir hata olduğunu dile getirmekten olarak kitabında şunlardan bahseder:
'Atatürk'ün vazgeçtiği uydurukça dile geri dönüldü. Dil Devrimi Osmanlı mirasını harcama halini aldı.'
'Atatürk bütün bu çalışmaların (uydurmaca dil akımının) aşırıya kaçtığına karar verdiğinde ve kendi doğal ifade biçimine döndüğünde, onun sahneden çekilmesi için makul bir aralık tanıdılar ve sonra işlerine kaldıkları yerden devam ettiler (Atatürk öldükten sonra arı dilcilerin uydurukça dile yeniden dönüşleri). Sözcük (kelime) uydurmakta bir beğeni geliştirmişler ve bu iş onların birçoğu için bir meslek haline gelmişti. Dolayısıyla uydurmaya devam ettirmeler ki, bunun için bu insanlar çok sert bir şekilde suçlanmamalıdırlar. Nihayetinde Atatürk'ün öz Türkçenin ıssız kıyılarından geri çekilişi, onun hiç kimseye dayatmadan teşebbüs etmediği kişisel bir karar üzerine temellenmiştir. Fakat uydurmaya devam ederken Atatürk'ün izini takip ettiklerini iddia etmekte ısrar ettiler ki, bu onlarını affedilmez bir suçudur…
Dildeki fakirleşmenin boyutları, modern bir Türkçeden Türkçeye sözlüğü, özellikle de Arap kökenli sözcüklerin çoğunu içeren 'm' ve daha az sayıda olmakla birlikte 't' ve 'i' ile başlayan sayfalara göz atarak anlaşılabilir. Tek kelimelik karşılıkları olmaları değil de bir tanımla açıklanmış sözcüklere baktığımızda bulacağımız her kelime reformcular açısında bir başarısızlığı ifade etmektedir…Müddet, mühlet, mehil ve vade sözcüklerinin hepsi 'süre' sözcüğünün karşısında yenilmiştir…
İngilizceden Türkçeye geçen kelimelerin çoğunun Osmanlıcada yani erken dönem Cumhuriyet Türkiyesinde birer karşılığı vardı…Modern Türk insanının seçim imkanı ise neredeyse sadece 'değişme' ve 'başkalaşmak' arasında sınırlıdır…
Osmanlı Türkçesinin engin kaynakları reformcuların tasarrufundaydı. Bu bereketli kelime hazinesinin tümünde kalıcı kalmak zorunda değillerdi; istediklerini ayıklayıp seçmekte özgürdüler, fakat onlar; bile bile miraslarını harcamayı seçtiler…'( Geoffrey L. Lewis, 'Trajik Başarı - Türk Dil Reformu', Çev. M. F. Uslu, Gelenek Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 94, 185, 186, 197)
Geoffrey, kitabının yayınlanmasının ardından konferans vermesi için Türkiye'ye davet edildi. 11 Şubat 2002 tarihinde verdiği konferansında öz Türkçecilerin verdikleri zararlardan olarak şunlardan bahsetti:
'700 yıllık dilde 'etnik temizlik' büyük bir 'felaket' oldu.'
'Bu akşam Türk Dil Reformu hakkında konuşacağım… Bu konudaki kitabıma 'A Catastrophiç Succes' (Yıkıcı Bir Başarı) adını verdim. Her ne kadar bu reform konuşma dili üzerinde o kadar büyük bir tesir yaratmadıysa da 1930' dan önce yazılmış her şeyi ve o z amandan beri yazılanları yeni nesiller için gün geçtikçe daha anlaşılmaz hale getirdi. Bu reform inkar edilemez bir şekilde muvaffak olmuştur, etnik temizlik yapma konusunda muvaffak (başarılı olmak, zafer kazanmak) olmuştur. Türkçe olmayan unsurları temizlemek bakımından muvaffak olmuştur. Öyle ki daha evvel yedi yüz sene yapılanları son asır içinde tamamen değiştirmiştir. Bu muvaffakiyetin niçin bir felaket olarak isimlendirdiğimi size izah edeceğimi ümit ediyorum.'
Geoffrey, konferansının devamında, 1932' de Dil Devriminin başlatıldığından le, öz Türkçecilik adıyla Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelerin atılıp yerlerine Türkçe karşılıklarının bulunması için halk dilinde yaşayan kelimelerden tarama çalışmasının başladığını ve bunun 'Tarama Dergisi' nde yayınladığından le, yazarların yazılarını yazarken onlara bundan kullanacakları kelimelerin Türkçe karşılıklarının bulunarak kullanılması zorunluğu getirildiği üzerinde durarak şunları söyledi: 'Gazeteciler fıkralarını Osmanlıca yazıp kelimelerin yenileriyle değiştirmesi için 'ikameci'ye veriyorlardı. İkameci Tarama Dergisini açıp münasip gördüğü kelimeyi eskisinin yerini koyuyordu. Aynı zamanda diğer bir gazetedeki ikameci, aynı Osmanlıca kelimenin yerine koymak üzere, başka bir yeni kelimeyi seçebiliyordu.
Atatürk bu noktada reformun bir çıkmaza girdiğini ve Türkçede muadili olmayan, karşılıklarının Türk etimolojisinde de yapılma imkanı olmayan umumi kullanımdaki ecnebi menşeli kelimelerin lisanda bırakılmasına karar verdi. Bundan cesaret bulun herkesi bir gayrettir aldı.
Lanetlenmiş Arapça ve Farsça kelimeleri atmak için kökler icat etmek yerine, dürüstçe saf Türkçe karşılıklar bulmaya çalışanlar, çok ciddi bir hata yaptılar. Mesela Arapça 'maarif' in Türkçe muadili yoktu.
Reformcular kadim Türkçedeki 'eğitimek' fiilinden isim olarak 'eğitim' kelimesini imal ettiler. Esasen 'eğitimek' diye bir kelime yoktu: Manası (insanları veya hayvanlar beslemek anlamında) olduğu için 'eğitimek' fiili yanlış okunmuştu, ama bu bile 'eğitim' kelimesinin 'maarif' in yerini almasına mani olamadı.
'Millet' için araştırmacılar aralarında 'uluş' ve 'ulus' olan sekiz muhtemel karşılık buldular ve yanlış olanı seçtiler. 'Ulus', hakiki bir Türkçe kelimeydi, fakat millet değil, memleket demekti. Moğollar bu kelimeyi aldı. Moğol söyleyişine uydurarak 'ulus' haline getirdi ve 'imparatorluk' veya 'halk' diye bir mana verdi. On dördüncü asırda Türkler kelimeyi Moğol söyleyişiyle geri aldı ve on yedinci asra kadar kulandılar, bugün tekrar aldılar. .. Birçok yeni kelime Türkçe kök ve eklerden doğru bir şekilde teşkili edilmiştir. Bununla beraber büyük ekseriyeti böyle değildir…
'Reformcular (Dil Devrimcileri) miraslarını bilerek çöpe attılar.'
Bunlar (uydurmaca kelime imalı) reformcuların yaptığı tipik bir hatadır. Diğeri ise, Türkçede karşılığı olmayan, Türkçe ek ve köklerden yenilerini de yaratma zahmetine katlanılmayan, Arapça ve Farsçadan gelmiş olan pek çok kelimeyi atarak lisanı fakirleştirmeleridir. Osmanlı Türkçesinin inanılmaz büyüklükteki kaynakları hizmetlerinde idi. Bu bereketli kelime hazinesinin tamamını kabul etmeleri gerekmiyordu; istediklerini seçmekte serbesttiler, ama onlar bilerek miraslarını çöpe attılar.' (Ahmet Kemal Yahyaoğlu, Öz Türkçeciliğin İçyüzü Türkçenin Katli, Yakın Plan Yayınları, İstanbul, 2013, s. . 159 – 160)
Geoffrey, konferansının sonunda Türk dilinde yaşananları 'felaket' olarak adlandırarak bunları dört madde halinde şöyle sıralar:
'Reformu niçin felaket olarak vasıflandırdığımı dört maddede izah etmeye çalışayım:
1-'Bir aydınlar dili oluşturarak, toplumlarını iki dilli haline getirdiler.' Reformcular (Dil Devrimi ile gelen Dil devrimi savunucuları, uydurmaca dilciler), entelektüellerle (aydınlar) entelektüel olmayanlar (halk) arasındaki lisan farkını göremediler, yeni bir lisan yarattılar.
2- 'Dillerini aciz bıraktılar, fakirleştirdiler.' Reformcular, unutulmaya mahkum ettikleri bütün Arapça ve Farsça kelimelere karşılık bulmada aciz kaldılar ve lisanı fakirleştirdiler. Bu kayıp, konuşunken ve yazarken, hislerini ifade edecek bir kelime arayıp da, o kelime bir Etrüsklü kadar ölü olduğu ve yerine yeni bir kelime konulmadığı için, bulmayan her Türk'ü çaresiz bırakmaktadır.
3- 'Uydurmaca dil bile Öztürkçe değildi.' Yeni imal edilmiş kelimelerin çoğu öz Türkçe olmaktan çok uzaktır.
4- 'Maziden - geçmişten koparma projesi.' 50 yaş üstündeki Türklerin ekseriyeti modern Türk edebiyatının en büyük dönemlerinden biri olan 1920 – 1930 arası kaynaklarından koparılmıştır. Kitabevlerinde gördüğüm 'Modern Türkçeye (uydurukça dile) yapılmış tercümelerin asıllarının yerini tutması mümkün değildir.
' Çok büyük felaket I : 1930' larda yayınlanan Yakup Kadri'nin (Karaosmanoğlu) kitabını bile bugünkü dile tercüme edecek eleman bulunamıyor.'
1995 senesinde bir gazeteye yazılmış bir okuyucu mektubundan kısaca bahsedeceğim: 'Yakup Kadri'nin bir kitabını arıyordum. Hiçbir yerde bulamadım. Onun kitaplarının yeni baskısını yapan neşriyatcıya (yayınevine), niçin bu kitabın yeni baskısı olmadığını sordum. 'Türkçeye tercüme edecek kimse bulamadıklarını' söyledi. Bu kitap 1930' larda yayınlandı, daha talebe iken onu okumuştum, şimdi Türkçeye tercüme edilmesi gerekiyor. Yakup Kadri onu Çince mi yazmıştı acaba? Daha da garibi, o Türkçeyi anlayıp yeni süprüntüye (uydurmaca dili kastediyor) tercüme edecek kimse bulunamıyor.'
'Çok büyük felaket II: 1960' larda yayınlanan 1000 Temel Eserin bile 2000' li yılların başında tercümeleri yapıldı.'
O dönemde (1930' lu yıllar) yazılmış eserlerin orijinallerini bulabilmek hepimizin problemidir. Daha 1960' larda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından neşredilen '1000 Temel Eser' serisinde bile, 1960' ların başlarında yani daha 40 – 50 sene evvel konuşma Türkçesi ile yazılmış eserlerin birçoğu maalesef yeni Türkçeye tercüme edilmiş olarak halka sunuldu. Bu şekli ile bu eserlerin ne kadar 'temel eser' oldukları münakaşa edilebilir. Sadece şiir kitapları bu katliamdan kurtulabildi. 27 Mayıs darbesinden sonra yeniden resmi politika haline getirilmiş tasfiyeciliğe boyun eğen muhafazakar bir iktidar (Adalet Partisi iktidarı) tarafından neşredilen bu kitaplar da esasında tasfiyeciliğe hizmet etmiş oldu. Bu eserlerin orijinallerinin neşredilmesi Türkçe için çok büyük bir hizmet olacaktır. Gençler için bazı kelimelerin manaları bir lügatçe halinde kitabın sonuna ilave edilebilir…'
'Öz Türkçe kelime bulmakta çaresiz ve yetersiz kalanlar dilin gümrük kapılarını İngilizce veya Fransızcaya sonuna kadar açtılar. 50 yıllık enkaz kolay temizlenemez.'
Eski lisanı seven, her ne kadar, bazı kelimelerin geri dönüşünü görerek sevinseler de, Dil Reformunun bittiğini düşünerek kendilerini aldatmamalıdırlar. Bugün çok az kelime yaratılmaktadır. İngilizce veya Fransızca biliyorsanız ne diye yeni kelime yaratmak için kendinizi yorarsınız? Fakat 50 senedir beyin yıkamanın neticelerini ortadan kaldırmak o kadar kolay değildir.'(Yahyaoğlu, s. 163 – 166)
JEAN DENY
Fransız Türkolog Jean Deny, 1921'de 'Gramaire de la Langue Turque' ( Türk Dilinin Grameri) adıyla Türkçenin gramerini (Türkçe Dil Bilgisi) yazmıştı. Bu kitap Türkçeye çevrilip 1940' lara kadar liseler ve öğretmen okullarında ders kitabı olarak okutuldu. Atatürk onu 1936'da toplanan Türk Dili Kurultayına davet etti.
'Türkler dillerini kendi elleriyle öldürdüler.'
Deny, Atatürk'ün ölümünden sonra 'La Reforma Actuel de la Langue Turque' (Türk Dilinin Gerçek Reformu) isimli kitabını yazdı.
Deny bu kitabında, İngiliz Türkolog Lewis'in yazdıkları benzeri, dilimize uydurmacılık akımı ile gelen dil buhranını anlatır. Kitabında Lewis'in görüşleri benzeri görüşleri sıralayan Deny, adı geçen buhranının ana yapılanmasından olarak ' diller tarihinde bunun emsali ve benzeri yoktur' görüşlerine yer verdikten sonra, 'Türklerin dillerini kendi elleriyle öldürdükleri' görüşüne yer verir. (İsmail Habip Sevük, Dil Davası, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1949, s. 110)
Deny'in Fransızca baskılı kitabından aktarmalar yapmaya devam eden Sevük, onun anlattıklarından öz Türkçecilerin yeni kelime yapımında 'büyük hatalar ve yanlışlıkların içine düştükleri' dile getirmek için, buna misallerden bazılarından olarak , 'Ölü kökler gibi, ölü eklerle de kelimeler yapılamaz' ifadesini kullanarak, 'ölmüş ekler' dediği 'al' ve 'sal' ekleriyle sun'i kelimeler yapımına yönelik olarak 'ulusal', 'yoksul', 'kumsal', 'çatal' kelimelerini gösterir.(Sevük, s. 94 – 95)
. H.C HONY
İngiliz Türkolog H.C. Hony, İngilizce - Türkçe lügatın yazarıdır. Türkçenin içinde yüzdüğü büyük buhranı 1947' de yayınlanan 'Iras' adlı eserinde dile getirmiştir. Bu buhranı onun yazdıklarından anlatmaya yönelik olarak, Prof. Dr. Osman Turan adı geçen kitabından bu alıntıları 'Türk Dil Buhranına Toplu Bir Bakış' başlıklı yazısında yapmıştır. Bunlar şunlardır:
'Dil, tabii ve yaşayan bir varlıktır. Politikacılar ve Türk Dil Kurumu onu abesiyata dönüştürdü.'
'Resmi makamlar okul, ana babalar ve umumiyetle millet mektep der. Onun okuduğu kitaplarda öyle kelimeler vardır ki, bunları konuşma dilinde kimse kullanmaz; ana ve baba da anlamaz (Osmanlı dönemi gibi iki dilli olmak). Halbuki bu zamana kadar Avrupalılaşmak yolunda başlayan dil ıslahı, kültür ve edebiyat mensupları tarafından normal bir yolda yapılmıştı (Osmanlının son döneminde 1840 – 1920 zaman dilinde yaşanan dilde sadeleştirme hareketi. Atatürk de Nutuk'unu bu 1927'de bu dille yazmıştı). Dil, tabii ve yaşayan bir varlıktır. Onun üzerinde yapılacak ameliyatların küçük çapta olmaları bile, dilin sıhhatini tehlikeye koyar. Bu dahi, şarlatanlar tarafından değil, ehli tarafından yapılır.
Türkiye'de dil hareketi, hemen hemen tamamıyla politikacılardan müteşekkil ve neşriyatı abesiyattan (boş şeyler) ibaret olan Dil Kurumu tarafından yapılmıştır. Teşekkül tarzı İngilizceye benzeyen Türkçe'nin maruz kaldığı vaziyeti anlamak isteyen bir İngiliz'in, yalnız eski Anglo –Sakson kelimelerini bırakarak diğer bütün yabancı kelimelerini atmayı ve yerlerine Anglo – Sakson esasına dayanan yeni uydurmaları koymak garabetine düşmeleri kafidir.'
'Arapça kelimeleri atmak pahasına Türkçe fakirleşti. Benzeri İngiltere de olsa idi, garip karşılanır, olmazdı.'
'Teşekkül tarzı İngilizceye benzeyen Türkçenin maruz kaldığı vaziyeti anlamak isteyen bir İngiliz'in yalnız eski Anglo – Sakson kelimelerini bırakarak diğer bütün yabancı kelimeleri atmaya çalışıp, yerlerine Anglo – Sakson esasına dayanan yeni uydurmaları koyma garabetine düşmesi kafidir. Arapça kelimeleri atmak pahasına Türkçe fakirleşmiştir.'
'Bunlar yabancıdır diye atılan Arapça kelimelerin yerine ya gülünç kelimeler uydurulmuş ya da Fransızca kelimeler Türkçeye sokulmuştur.'
'Mesela, harp, muharebe ve mücadele gibi üç ayrış mefhuma sadece bir 'savaş' kelimesiyle ifade edilmek istenerek bu üç kelime atılmış, diğer taraftan, birçok gülünç kelimeler konulmuş, bir kısım kelimelere zoraki ve yanlış manalar verilmiş; buna mukabil, ecnebi, Fransızca kelimeler Türkçeye sokulmuştur.
Türkçeye mal olmuş Arap ve Acem kelimelerini atarak onların yerine 'rötar', 'rekolte' gibi garplı kelimelerin alınması, bunlar, ocaktaki tavanın içinden kurutulmak isterken ateşin içine düşmekten başka bir şey değildir.'
'Türk dili hakikaten büyük bir tehlike içindedir.'
'Ben bu zengin ve güzel sesli dil için, hakiki bir tehlikenin mevcut olduğuna kafi derecede işaret ettiğimi sanıyorum. Zira şüphesiz ki, Türkçenin güzelliklerinden biri de, aslında kötü telaffuz edilen Arapça kelimelerin Türklerin maharetiyle gelişmiş olmasıdır. Bu değiştirme, birbirine az çok tenakuzlu (çelişkili) olan esas amil (etken) gözükmektedir.'
'Türklerin dillerini yüzde yüz değiştirmede üç amaç vardır: Maziden gelen her şeyi söküp atmak, Avrupa'ya yaranmak, derin düşünceden mahrum kaynaklanan faydasız milliyetçilik.'
'1-Mazi ile alakayı (ilişkiyi) tamamen kesmek, Osmanlı İmparatorluğundan kalan her şeyi söküp atmak arzusu.
2-Avrupa milletleri camiası arasında telakki edilme arzusu.
3-Muhakemeden (derin düşünceden) mahrum ve abes (faydasız) milliyetçilik.
'Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisi ve bir kısım yazarları toplumu iki dilli haline getirdiler.'
'Bugün kötürüm ve uydurma dil konuşmada değil, sadece resmi çevrelerde ve ikinci derecede gazeteciler tarafından kullanılmaktadır.'
'Türkiye'de asıl tehlike uydurukça dilin okullarda okutulmasıdır. Bu İngiltere'de olsa idi yapanlar ölümle cezalandırılırdı.'
'Fakat bu dil mekteplerde okutulmakta ki, asıl tehlike buradadır. Böyle bir teşebbüs İngiltere'de vuku bulsa idi, mutlaka gülünç bir hale sokularak ölüme mahkum edilirdi. Türkler ise, diğer herhangi bir yabancı milletten ziyade İngilizlerin anlayışına yakın bir homoraya (benzeri yapılanma ) sahiptir. O halde İngiltere'de vuku bulsa maruz kalması gereken bir takibata niye maruz kalmadı?'
'Türkiye'de profesörler ve öğretmenler, ülkenin menfaatlerini kendi menfaatlerine feda ettiler. Korku cumhuriyeti onları hakikati seçmekten alıkoydu.'
'Cevabı şudur ki, (yukarıdaki soru… niye 'maruz kalmadı' nın cevabı) Türkiye'de profesör ve öğretmenler, hep devlet memuru olduklarından ve orada henüz bizim anladığımız manada bir hürriyet bulunmadığından, 'Tek Parti dönemi 1923 – 1945 zaman dilimini kastediyor) birisi bu harekete (uydurmaca dile) muhalefet eder ve gülünç bir duruma sokarsa, mevkiini kaybeder veya hiç olmazsa mürteci (gerici) olarak anılır. O halde biz, Türklerin dili ile 'hayırlı olsun!' diyelim.
'Türkiye'de dilin tahrip ve kötürüm edilmesini dünyada yalnızca Rusya destekliyor. Tehlikenin büyüklüğünü anlayan Türk aydınları, büyük bir ıstırap içinde yaşıyorlar.'
'Rusya'dan başka hiçbir yabancı memlekette beğenilmeyen, tutmayan ve desteklenmeyen, (Komünist Rusya'nın, dünya Türkleri arasındaki birliği sağlayan dili de bölgelere göre farklılaştırmak suretiyle bu birliği bozmak politikası) dil hareketi karşısında sırf ilmi ve insani endişelerle duyulan bu tepkiye milli menfaat ve hisleri ilave ettiğimiz zaman, meselenin büyük tehlike arz ettiğini anlayan Türk fikir ve düşünce adamlarının ne kadar mustarip (sıkıntılı ve üzgün) olmaları ve ne yapmaları gerektiği daha iyi anlaşılır.'
'Aşağılık duygusu yanında her şeylerini Frenklere beğendirmek maksadıyla hareket eden Türkler, hala gaflet uykusundan uyanamadılar.'
Aşağılık duygusuyla, her şeyi Frenk'e (kıta kara Avrupası) beğendirmek ve bu maksatla Türkçeyi de Fransızcaya benzetmek isteyen bu insanların, Avrupalı ilim çevreleri karşısında hissiz kalmaları, gafletten uyanmamaları da anlaşılır bir şey değildir.'
'Uydurmacıların bir dil hastalığı da (Irkçılık, Türkçülük adına) Orta Asya kabile diline dönmek hastalığıdır.'
'Biz de, beşinci asırdaki Hengist ve Horsa'nın kullandığı dile dönersek, bugünkü İngilizcenin hali nice olur? Böyle boş hevese kapılarak, bir millet, kendi mazisini inkara kalkarsa, hepimiz, toptan kabile hayatına döneriz.'
PHİLİP HOWARD ANDERSON
Anderson, Oxford Üniversitesinin Türkologlarından olup Deny ve Hony gibi İngilizce - Türkçe sözlük kitabı yazarlarındandır.
'Özleştirme Türkçeyi fakirleştirdi. Bu boşluğu Batı kaynaklı kelimelerin doldurması önlenemiyor.'
Anderson, Londra'da yayınlanan Times gazetesinin 'Edebiyat İlavesi' nde çıkan bir yazısında dilimizin büyük hastalığı uydurmaca dilin dilimize verdiği zararlarla ilgili olarak şunları yazmıştı: ' Türkçe, yapmacık ve ani bir değişikliğe uğradı. Bazı Türk aydınları buna 'özleştirme', 'arıtma' adını veriyor ve Türkçeyi 'yabancı' kelimelerden temizlemekle övünüyorlar. Halbuki, İngilizce örneğinin de gösterdiği gibi, bir lisanın gücünü zenginliğini onun, yabancı kelimelerden arındırılmışlığı değil, bilakis, onları içine alarak kendisine mal ettiği yabancı köklü kelimeler sağlar.
Şüphesiz, her konuşma dili, yavaş yavaş tekamül ederek, gelişerek değişir. Ancak, Türkçeye son elli yılda uygulanan asla bir 'tekamül' değil, ani ve sun'i bir değişiklik, bir 'devrim' dir. İngilizce - Türkçe Lügat, Türkiye'deki ani değişme ve yoksullaşmayı anlatmak için pek çok gayret sarf ediyor…
'Özleştirme' adı altında sun' i ve uydurma olarak Türkçeyi yoksullaştırma furyası hala devam ediyor. Bu yüzden, Türkçede boşluklar kaldığı gibi, İngilizce ve Fransızca kelimelerin Türkçeye sızması da hızlandı. 'Öztürkçeciler', dışarıdan alınmış ve yüzlerce yıldan beri Türkçeleşmiş nice kelimeleri atıp yerlerine, tutmayan uydurma ve Batı kaynaklı kelimelerin geçmesini önleyemiyorlar.' (Muallimoğlu, 311 – 312)