Hiçbir akıllı insanın yapmayacağı işler yapılıyor.
Akıl, mantık, sağduyu, hikmet göç etmiş sanki bu topraklardan…
Delice, çılgınca bir oyun oynanıyor.
Güya bir zat rüyada Peygamberimizi (Salat ve selam olsun ona)
görmüş, Türkiye ona verilmiş.
Rüyalar her zaman zahirî manasına yorulmaz, mecazî manaları da
vardır.
Birileri önemli bir zatın oğlunu tutuklatmak istemişler. Bu konuda
polisler arasında ihtilaf çıkmış.
Önemli zat, koruma polislerine, oğlumu almaya gelirlerse vermeyin,
gerekirse silah kullanın, vurun demiş.
Bu adamlar hem savcı, hem hakim, hem polis, hem cellat… Tımarhane
hukuku.
27 Mayıs 1960… Henüz gün ışımamış. Ankarada rahmetli annem babamla
birlikte yaşıyoruz. Gecenin karanlığında birden canhıraş radyo
sesleri ile uyandık. Marşlar çalıyor, kalın bir ses NATO’ya
CENTO’ya bağlıyız diye haykırıyordu. Eyvah darbe olmuştu.
Aradan elli üç yıl geçti, askerî darbelerin önü kesildi, bu sefer
de başımıza sivil darbe belası geldi.
Darbe, askerî olsun sivil olsun acı demektir, zulüm, işkence,
devlet terörü, gerilik, keyfilik, zorbalık demektir.
Eskiden darbeleri Kemalistler,
Sabataistler, laikler yapıyordu. Köprülerin altından çok sular
aktı, şimdi bazı Müslümanlar yapmak istiyor.
Gerekçesi: Bir zat rüya görmüş, Türkiye sana verildi denmiş.
Önemli adamın oğlu tutuklanınca yer yerinden oynayacak, toz duman
içinde babası da alaşağı edilecek. Çılgın senaryo.
Oğlu tutuklanmak istenen önemli kişinin bu işlerde hiç kabahati yok
mudur?
Kendisine hazırlanan komplo hakkında istihbarat almamış mı?
Devlet içinde devlet olanların kadrolaşmasına niçin izin vermiş,
göz yummuş?
Bir gemi kaptanı, bir uçak baş pilotu güvenlik tedbiri almak
zorunda değil midir?
Gemide, uçakta isyan çıkarsa…
Birileri gemiyi uçağı ele geçirelim derken batmasına düşmesine yol
açarsa…
Sahnede korkunç, dehşet verici bir trajedi oynanıyor… Kulislerde
daha korkunç oyunlar… Seyirciler parterde, balkonlarda, localarda
haykırıyor.
Çılgın dedikodular, rivayetler, senaryolar…
Tımarhane-i Kübra…
Ya Rabbi, nereye kaçsam?
Kral süitine sığınsam bile gemi batarsa ben de batarım.
Koşuşturmalar… Haykırışlar… Beddualar… Deliler sloganlar
atıyor…
Hıyanetler ihanetler…
Türkiyeden bir Shakespeare çıkmış mı?.. Öyleyse bu korkunç haileyi
kim yazmış?
Biz Türklerin edebiyatı böylesine korkunç ve çılgın bir oyun
yazmaya müsait midir?
Düne kadar Başbakanın önünde reverans yapan şu çok saygılı eski
bakan şimdi ateş püskürüyor.
Çanlar korkunç korkunç çalıyor.
Bir kısım halk dedikoduları, yalanları, hakaret ve iftiraları,
kavgaları sevinçle takip ediyor.
Meraktan çatlıyorlar, şu gazetecinin bavulundaki dosyaların
mahiyeti nedir diye?
Herkes bu korkunç ve çılgın oyunu konuşuyor.
Onlar bunlar… Şunlar munlar… Bizimkiler ötekiler…
Boğa güreşleri, deve güreşleri, horoz güreşleri…
Halkın bir kısmı dedikoduya doymuyor. Aman daha fazla dedikodu…
Danimarka krallığında kokuşma var.
Biri yolda bendenizi çevirdi, yakama yapıştı, ağabey Allah aşkına
bu nedir, biraz bana anlat dedi. Elinden zor kurtuldum.
Senaryo korkunç, sahnedeki oyun korkunç, kulisler korkunç, tiyatro
salonu korkunç…
Orkestra Tanrıların günbatımına benzer dehşet verici bir eser icra
ediyor.
Görülmüyorlar ama şeytanlar cinler uçuşuyor havada.
Hayır hayır hayır!.. Biz Türkler böyle çılgın bir trajedi
yazamayız.
Kim yazdı bu çılgın oyunun senaryosunu?
(İkinci yazı)
Yalancılara Taqiyyecilere İnanmam ve Güvenmem
KENDİLERİNDEN olmayan öteki/başka Müslümanlara yalan söyleyen,
taqiyye yapan kimselerin söylediklerine inanabilir miyim?
Öteki Müslümanları dışlayanlara güvenebilir miyim?
İslam dininin dört kaynağı vardır, bunlara edille-i şer’iyye denir.
Kur’an, Sünnet, icmâ, kıyas…
Sâdık rüyalar din delili değildir.
Hangi cemaat, hizip, fırka olursa olsun; zekatları Kur’ana,
Sünnete, fıkha, Şeriata aykırı olarak toplayan ve sarf edenlere
elbette itimad etmem.
Allah katında tek hak, makbul, geçerli din İslamdır ayetine aykırı
sözler edenlerin peşinden gitmem.
Gelelim siyasî meselelere:
Bendeniz bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak askerî veya sivil darbe
istemem.
Bütün darbelere karşıyımdır.
Bir gemide yolculuk edenlerden bir grubun, geminin dibini delmek
istemeleriyle ilgili sahih bir hadîs vardır. Delerlerse gemi batar,
hepsi boğulur… Bendeniz, üzerinde yolculuk ettiğim geminin
batırılmasına yol açacak darbelere, kavgalara, savaşlara
karşıyımdır.
Bir Müslüman olarak bütün yolsuzluklara, hırsızlıklara, rüşvete,
adaletsizliğe, haram para ile zengin olunmasına karşıyımdır.
Bunları meşru görmek, zulme razı olmak küfürdür.
Bu fakir yirmi küsur yıldan beri bu sütunlarda yolsuzlukların,
rüşvetin, haram komisyonların, kirli spekülasyonların aleyhinde
devamlı yazıyorum. Beni bunlara göz yummakla suçlayanlar
kötülüklere bendeniz kadar muhalefet etmiş midir?
Müslümanların birleşip tek bir Ümmet olmalarını çok isterim ama
ABD’nin, AB’nin, İsrailin, emperyalistlerin, sömürgecilerin
başımıza itikadında bozukluklar olan, ehliyetli ve râşid olmayan
fantoş bir Halife getirmelerini asla istemem ve böyle bir İmama
biat ve itaat etmem.
Hiçbir parçanın, bütünü inkar etme veya nazar-ı itibara almama
hakkı yoktur.
Sosyolojik olarak Ehl-i Sünnet dairesi içinde bulunan hiçbir
parçanın, zaruriyat-ı diniyeye aykırı laf etmeye hakkı yoktur.
Hiçbir parçanın sivil saray darbesi yapmaya hakkı yoktur.
Din kardeşlerine karşı taqiyye ve kitman yapanlar bizden
değildir.
Devamlı yalan söyleyen ve aldatanlar bizden değildir.
Mü’minleri kardeş kabul etmeyen ve sevmeyenler bizden değildir.
Büyüklerimize hürmet etmeyen, küçüklerimize şefkat ve merhametle
muamele etmeyenler bizden değildir.
Başka meşreplerdeki salih Müslümanları dışlayıp, İslam düşmanı
kafirleri dost ve velî edinenler bizden değildir.
Sahte rumuzlarla, takma adlarla hüviyetlerini gizleyip saklayıp
yalanlar, iftiralar, bühtanlar, hakaretler savuranlar
ahlaksızdır.
Emel ve ihtirasları uğrunda Şeriat karşıtlarıyla işbirliği
yapanlar, onları destekleyenler bizden değildir.
Bendeniz bu sütunlarda imzamla yazıyorum. Takma isimlerle küfür ve
hakaret edenlere hakkım haram olsun.
Yalanları, iftiraları, hakaretleri, desiseleri, mekirleri,
hileleri, dolapları, darbeleri ayaklarına dolaşsın.