Türk ordusuna karşı kurulan tarihin en büyük tuzağının ve kumpasının adını duyduğumda “eyvah!”, demiştim. Neydi bu kirli kumpasa verilen isim: Ergenekon…
Ergenekon bir büyük Türk destanının adıydı.
Destan… Gerçek üstü ile gerçeğin, efsane ile tarihin birbirine karıştığı, bir kahraman ya da önemli bir tarihi olayı övüp yücelten manzum yazı. Milletlerin kültür kodlarını taşıyan destanlar, yetişecek gençlere önerilerde bulunur. Manas Destanı ile birlikte biz, kendi kültüründen uzaklaşarak başka kültürlere girmek, başkalarını efendi bilip ona hizmet etmenin, “Mankurtlaşmanın” ne büyük felaket olduğunu öğrenir ve biliriz. Ergenekon Destanında ise genetik kodlarını kaybetmeyenlerin küllerinden yeniden doğması anlatılır.
İşte ben, Türk milletinin bir ferdi olarak üçüncü vurgunu bu büyük kumpasa yakıştırılan isimle yedim. “Eyvah ki ne vah!”, dedim ve ilk anda kararımı verdim: Ergenekon’u, Türk milletinin bu büyük destanının adını, böylesi kirli bir kumpasa ad olarak seçse seçse ancak Türk düşmanları seçerdi.
Ergenekon Kumpası… Temmuz 2007’de İstanbul Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan silahlar üzerinden başlatılmıştı. Amaç; o tarihlerde dünyanın 4. Avrupa’nın 1. Ordusu Türk ordusunun itibarsızlaştırma, yıpratma, aşağılama ve yok etme operasyonuydu. Bir yerlerde düğmeye basılmış sonrasında halkalar halinde genişletilerek sürdürülmüştü bu hain ve zelil kumpas… Balyoz, Sarıkız, Ayışığı Yakamoz, Eldiven… TV dizilerini aratmayan Tuncay Güneyli saatler… Gölcük Donanma Komutanlığı'nda yapılan aramalar, ele geçirilen dijital materyaller, darbe planları, fişlemeler ve şoke eden çuvallar dolusu belge… Casusluk ve fuhuş çetesi arşivleri… Islak imza… Ardından günlükler… Olmadı Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast girişimi vaveylası… Girilen kozmik oda, deşifre edilen muhtemel bir harp ve işgal halinde ülke genelinde alınacak önlemleri gösteren planlar… Gömülü mermiler, mühimmatlar, bomba ve lav silahları…
Ortaokulu, liseyi birlikte okuduğum yüksek yargı mensubu bir arkadaşıma “Yahu nedir bu saçmalık! Ordu ihtilal yapacak olsa mermiyi niye gömsün? Hadi, gömdü diyelim; o mermiyi atacak silah olmaz mı yanında? Biri işaret ediyor; “aha buraya gömdüler!” yer kazıcıları; televizyon kameraları… İşte, poşet dolusu mermi, yanı başında önceki kazıda da çıkan kullanılmış bir lav silahı. Açıkça iftira; milletimizin gözbebeği ordumuzu aşağılayan bu harekât!”, dediğimde arkadaşım: “Hadi, biz delile bakarız. Ona göre karar veririz. Elbette yargıçlarımız bunu en iyi bir biçimde değerlendirecekler.”, demişti.
Belge mi? Belge ha! Aha işte, torbalar dolusu. Delil mi? Kazın şurayı… Tanık mı? Aha size ortaokul mezunu, lise birden terk okul kaçkını, askerlik özürlüsü Tuncay Güney! PKK terör örgütünün bilmem kaç numaralı adamı Mehmetçiklerimizin katili Şemdin Sakık! Ardından sabahın erken saatinde yapılan baskınlar… Ordu kurmaylarını tutuklamalar… Ve davalar… Davaların savcıları… Gizli tanıklar, kapalı oturumlar, karanlık tutumlar…
Hazırlık safhasını hesaba katmazsak 2007’den 2014 yılına kadar tam yedi yıl… Bir yerlerde hazırlanan veya hazırlatılan iddianameler… Suç? Hükümeti devirmeye teşebbüs düşüncesi… Ve bir bölümü yedi yıl süren teşebbüs düşüncesini yargılama davaları… Ardından verilen kararlar: Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis. Bir ömür boyu yetmez efendim. 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis… Az gelir ayrıca 99 yıl 1 ay hapis… Düşünün bir Genelkurmay Başkanı, silahlı örgüt kurmaktan yargılandı ve müebbet hapse mahkûm oldu. Yahu adam Türk Silahlı Kuvvetlerinin başı… Örgüt kurmuş! Örgütü ne ola ki? Sözün bittiği yer.
Takvim yaprakları 17 Aralık 2014’ü gösteriyor. Yolsuzluk Soruşturmalarının ayyuka çıktığı üç bakanın art arda istifa ettiği bir başka dönemi yaşıyor Türkiye… O da ne? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan, Star Gazetesi’nde "Ellerinde Mur Mu Var, Topuz Mu" başlıklı bir yazı kaleme alıyor ve isim vermeden Gülen Cemaatine yüklenerek orduya kumpas kurulduğunu iddia ediyor. Akdoğan, yazısında "Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir. Amaca ulaşmak için her yolu mubah görenlerin nasıl hastalıklı anlayışlar ürettiğini iyi bilir" diyor. “Vay be!”, demek orduya kumpas kurulmuş!
Demek 2007 ila 2014 yılları arası tam yedi yıl süren bütün o belgelerin, koca koca mahkemelerin, yakası kalkık cübbelilerinin, “bu davanın savcısı benim” diye efelenenlerin tek amacı Türk ordusunu yıpratmak; itibarsızlaştırmak, saygınlığını, caydırıcılığını yok etmekmiş ha! Demek onca itham koskoca bir yalanmış, iftiraymış, karalamaymış! Bütün olanlar bir tezgâhmış, bir kumpasmış ha!
Peki, neydi bütün yaşananlar: Komedi miydi, dram mı, trajedi mi? Emir miydi, korku mu, akıl tutulması mı? Aymazlık mı diyelim adına… Gaflet mi, ihanet mi? Yoksa malı götürmeye zaman ve zemin hazırlığı mıydı bütün bu olanlar? Peki, bu yedi koca yılda bütün bunlar yaşanırken ülkeyi kim veya kimler yönetmişti?
Devam edecek…