Türkiye’de istikrarsızlık olur… Maliye ve iktisat çöker… Uluslararası itibarımız düşer… Allah saklasın iç savaş çıkabilir… Zaten bu günkü savaş veya savaşımsı kavga bunun bir başlangıcı değil midir?

Müslümanlar bugünkü parçalanmışlık, bölünme, kopukluk içinde kalmakta ısrar ederlerse gelecekleri çok karanlıktır.

Suriye’ye benzeyebiliriz… Mısıra…

Müslüman bir toplumun, İslam ahlakının ilkelerine sırt çevirmesi onun felaketine yol açar.

Bir ülkede haram yemek yaygın hale gelmişse, orada gelecek aydınlık değil, karanlıktır.

Bir küfür ülkesi adaletle ayakta durur ama bir İslam ülkesi zulümle âbad olmaz, yıkılır.

Haram rant yenmesi devleti, ülkeyi, toplumu çürütür çökertir.

Münker (kötü haram yasak) işler yapanların yanında, bunları engellemeyen sözde iyiler de yanar.

Riba riba riba… Yakar yakar yakar…

Zina zina zina… Yakar yakar yakar…

Lüks ve israf yakar.

Her gün altı milyon ekmeğin çöpe atılması öyle bir yakar ki.

Bir kısım Müslümanların çılgınca devamlı olarak gıybet yapmaları, birbirlerinin aleyhinde bulunmaları yangın çıkartır.

Yangında kurunun yanında yaş da yanar.

Öyle bir musibet, afet ve beladan korkunuz ki, içinizden sadece kötü olanlara gelmez, toptan gelir, yakar.

Müslümanlar, tek bir Ümmet olduklarını, kardeş olduklarını, bir vücudun organları gibi olduklarını unuturlarsa rezil, rüsvay, zelil, esir olurlar.

Hem Müslümanız diyorlar, hem de Cuma ezanı okunduğu zaman dükkanlarını, iş yerlerini kapatıp ticarete ara verip Allah’ı zikr etmek için camilere gitmiyorlar. Eyvah yangın!

Müslümanlar birbirlerini sevmiyor, birbirlerine acımıyorlarsa orada yangın var demektir.

Cemaat, grup, parça asabiyeti, holiganlığı, militanlığı yangındır.

Bizim hiç günahımız, noksanımız, hatamız yoktur; bütün günah ve hatalar ötekilerdedir diyenler beyinsizdir.

Müslüman bir toplum namazı yitirip şehvetlerine uyarsa yangın çıkar.

Dünya şehveti, para ve zenginlik şehveti, lüks ve konfor şehveti, benlik şehveti, riyaset, makam mevki, ün, alkış şehveti…

Kur’anın emir ve yasaklarına uymayan, öğütlerini dinlemeyen Müslüman bir toplum çöker.

Sünnete sırt çeviren bir toplumun akıbeti iyi olmaz.

Hikmetsiz bir toplum pusulasız bir gemi gibidir, nereye çarpacağı bilinmez.

Baronlarını putlaştıranların başlarına baron kadar taş düşsün!

Sadece ben Müslümanım demekle iş bitmez, İslamı yaşamak gerek.

Tek bir Ümmet olmayan ve râşid bir İmama biat ve itaat etmeyenler cahiliyet fırtınaları ile boğuşur.

Meselelerini meşveretle çözemeyenler bocalar durur.

İslam Şûrası… Ümmet Fetva Heyeti… Nasihat Heyetleri Merkezi… Emr-i mâruf nehy-i münker başkanlığı… Bana bu kurumların adresini verebilir misiniz?

Sabah ezanlarında Müslümanların büyük kısmı uyuyor. Seher vakitlerinde camiler boş.

Cemaat iktidar savaşı dedikodularını milyonlarca Müslüman çılgınlar gibi takip edip dinliyor.

Dev uçağın pilot dairesinde, dev geminin kaptan köşkünde savaş var. Uçak türbülanslar içinde, gemi dalgalar arasında bata çıka ilerliyor. Sakın uçak düşmesin, gemi batmasın…

Milyonlarca Müslüman savaşı seyr ediyor.

Horoz ve deve güreşi şehvetleri… Cemaat ne olacak, hükümet ne olacak? O ne dedi, bu ne dedi?

Afganistan, İrak, Suriye, Mısır, Libya…

Sırada hangi ülke var?

•(İkinci yazı)

Allah’ın Kaderi ve Ülke İdaresi

İSLAM dini bize, kainat içre küçük sineğin bile Allah’ın takdiri ve yaratması olmadan kanadını çırpamayacağını bildiriyor. Allahü Teâlâ’nın ilmi, iradesi, kudreti, kaderi bütün alemleri, yaratıkları, havadisi kuşatmıştır.

Hal böyle olunca, bir ülkenin veya devletin başındakilerin de takdir-i ilahî ile o makamlara geçmiş olduğu anlaşılır.

Onların o makamlara Allah’ın iradesine rağmen, sadece kendi istekleri ile geçmiş olduklarını iddia etmek, buna inanmak küfür olur.

Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) “Siz ne halde iseniz, o şekilde idare olursunuz” buyurmuşlardır.

Hükümetin, idarenin iyi ve âdil olmasını elbette isteriz. Lakin bu isteğin yanında, cüz’î iradelerimizle yapabileceğimiz hayırlı işleri, sâlih amelleri yapmamız gerekir. Sadece kuru istekle düzelme olmaz.

Hazret-i Ömer el-Faruk efendimiz (radiyallahu anh) bir kavme mensup kimselere sormuş: Ne var ne yok, durumunuz nasıl?.. Elhamdülillah her şey yolunda da, sadece bir aksaklık var, o da develerimiz uyuz oldu cevabını vermişler. Yine sormuş: Bunun için ne yapıyorsunuz? Bizim içimizde çok sâliha ihtiyar bir kadıncağız var, develerin iyileşmesi için dua ediyor demişler. Mescid-i Nebevî’nin minberinde hutbe okurken çok uzaklardaki ordu kumandanı Sariyeye, “Ya Sariye, cebel cebel!..” diye bağırarak uyaran o büyük zat, develeri hastalanan kavmin temsilcilerine “O ihtiyar kadının dualarına biraz ardıç katranı katsanız iyi olur” buyurmuş.

Bir toplum iyi, âdil, sâlih bir idareye kavuşmak istiyorsa, dualarına sahih itikad, beş vakit namazı dosdoğru kılmak, farz namazları cemaat halinde eda etmek, zekatı vermek, nefsiyle büyük cihad etmek, küffarla küçük cihad, emr-i maruf ve nehy-i münker, herkesin ilmihalini öğrenip hayata uygulaması, adalet, insaf, itaat ve biat, yardımseverlik ve paylaşma gibi ardıç katranları katmak mecburiyetindedir.

Kendimizi ve toplumu düzeltmeden iyi bir idareye kavuşacağımız sanmak eblehlik ve beyinsizliktir.

Sivil darbe yapılsın, bugünkü iktidar devrilsin, yerine çok iyi bir iktidar gelsin… Bu istek ve niyet, Resulullahın “Siz ne halde iseniz öyle idare olunursunuz” haberine aykırı düşer.

Biz belki ülkeyi, devleti, toplumu bütünüyle düzeltip ıslah edemeyiz ama cüz’î iradelerimizle yapabileceğimiz çok iyi şeyler vardır. Birkaçını sayayım: İtikadımızı tashih edebiliriz… Beş vakit namazı kılabiliriz… İcazetli salih imamlar bulup farz namazları onların ardında cemaatle eda edebiliriz… Zekatlarımızı Kur’ana, Sünnete, şeriata, fıkha uygun şekilde verebiliriz… Elimizden geldiği kadar ve derecemize uygun şekilde emr-i maruf ve nehy-i münker yapabiliriz… İlmihalimizi güzelce ve doğru olarak öğrenebilir ve öğrendiklerimizi hayata uygulayabiliriz… Cüz’î iradelerimizle bunları yaparsak, sabır ve salat ile Allahtan yardım istersek, O da bize yardım eder, bizi kurtarır.

Kendimizi, toplumu ıslah etmeden, darbe ile iktidarı devirmek cinnettir.

Allahü Teâlâ ribadan, zinadan, içkiden, gurur ve kibirden, lüks ve israftan, gıybetten, nemimeden, tecessüsten, tefrikadan, çekişmeden, beyinsizlikten, nifaktan, şikaktan razı olmaz.

Kötü bir toplum, kendini ıslah etmedikçe iyi bir idareye kavuşmaz.

Yalanın, dolanın, iftiranın, Müslümanları aldatmanın, taqiyye ve kitmanın, hilekarlığın, şeytanlığın sonu salah değil, şekavettir.

Kışın şiddetli günlerinde, genç anne ve babanın, evlerinde soba yakacak biraz odunları ve kömürleri olmadığı için kırk günlük bebekleri soğuktan öldü. Bu toplum bu ölümün vebalini omuzlarında taşımaktadır.

Beş vakit namazı yitirenler ve şehvetlerine uyanlar iflah olmaz, necat bulmaz.

Mevlid gecesi, bir caminin şadırvanından şerbet akıtmakla bozuk toplum düzelmez.

Birbirimizi sevmedikçe, aramızda yardımlaşmadıkça, tek bir Ümmet haline gelip başımıza âdil ve râşid bir reis seçip ona biat ve itaat etmedikçe kurtuluş, necat, felah olmaz.

Günahkar bir toplum askerî ve sivil darbelerle kurtuluşa ve izzete ermeyeceği gibi eskisinden beter olur.

İtikadında bozukluklar olan Müslüman bir toplum zelil olmaya mahkumdur.

Namazı terk eden Müslüman bir toplum hür olamaz, esir olur.

Seher vakitlerinde leşler gibi yatanlar nasıl aziz olacak?

Din kardeşi aç iken, din kardeşinin bebeği soğuktan ölürken kendileri Nemrud ve Firavun gibi lüks ve israf içinde yaşayanlar nasıl düzelecek?

Allah ve Resulü bize tek bir Ümmet olun, ulü’l-emre itaat edin, Allah’ın ipine sarılın, sakın parçalanıp ayrılmayın buyururken, biz bugünkü parçalanmışlık, bölünmüşlük, tefrika içinde nasıl kurtulabiliriz?

Yahu bırakalım şu aptalca ve cahilce darbe heveslerini de adam gibi Müslüman olalım, ahlaklı ve faziletli olalım, bilen olalım, bilmeyen olmayalım, camide olalım, boynumuzda biat bağı bulunsun, komşumuz aç iken biz tok olmayalım, kuyruğumuza dünya kabaklarını bağlamayalım…