Siyasi dehâ, büyük bir devlet ve aksiyon adamı, yüce şahsiyet,
dindâr, tasavvuf ehli ve yüce bir velî Sultan II. Abdülhamid Hân
Cennet-mekân rahmetullahi aleyh… Bu saydığımız vasıfları içinde
onun, en fazla öne çıkan hususiyetlerinin başında
dindarlığı-takvası, muhafazakârlığı, maneviyat erbabı olması gelir.
Hayatı boyunca ibadetlerini hiç aksatmamış, abdestsiz evrak
imzalamamış, Saray etrafında nöbet tutan askerleri dahi daima
taharet üzere bulunmuş bir şahsiyet…
Abdülhamid Han’ın kadere inancı, maneviyat sultanı üstâzı,
Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibendiyye'nin 32'nci halkası Salâhuddin İbnü
Mevlâna Sirâcüddin (k.s.) hazretlerine olan itaat-bağlılık ve
teslimiyeti fevkaladeydi. Ona her Cuma bir fayton tahsis ederek,
Mihmendâr-ı Rasûl Hz. Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûbi’l-Ensârî’yi (r.a.)
ziyaret etmesini temin ederdi. Bu esnada gelip giderken, Unkapanı
köprüsünün ayakları dibindeki türbesinde medfûn Abdülehad (k.s.)
hazretleriyle alakalı ortaya çıkmış kerametleri meşhurdur.
Hatta elinin altındaki güçlü Birinci Ordunun, ihtilâl için
Selanik’ten gelen Hareket Ordusu’nu tepelemesine izin vermemesi de
yine Üstâzına olan itaat-bağlılık ve onun sahih keşfine olan güveni
ve teslimiyeti neticesindedir. Tarihler kaydeder ki, Hareket
Ordusu’na karşı konulması hususunda yapılan teklifleri kabul
etmeyerek; “Müslümanların Halifesi olduğunu ve Müslüman’ı
Müslüman’a kırdıramayacağını” ifade etmiştir. Eğer ülkenin en
mükemmel ordusu olan Birinci Ordu’ya karşı koyma emri verilseydi,
derme çatma olan Hareket Ordusu bir anda dağıtılabilirdi.
Padişah’ın emrine boyun eğen askerler silahlarını teslim edince, 25
Nisan günü Hareket Ordusu İstanbul’a hâkim oldu. Hareket Ordusu
kumandanı Mahmud Şevket Paşa, (Üstâz-ı mübarekemizin tavsifleriyle;
Mahmut Şeytan Paşa) sıkıyönetim ilan ederek suçlu suçsuz birçok
insanı idam ettirdi. Yüzlerce Balkan çetesiyle Yıldız Sarayı’na
girerek kıymetli eşyaların yağmalanmasına göz yumdu. İttihad ve
Terakki, hâkimiyetini devam ettirmek için İstanbul’da terör havası
estirmeye başladı. Tabii işin bu yönü ayrı …
Sadede dönelim; hacca gidemese bile ki bazı kayıtlara göre gizlice
gittiği de belirtilmiştir-, başkaları tarafından pek çok defa orada
görülmüş ve Osmanlı’nın büyük “Velî” padişahlarından biri olarak
tavsif olunmuş bir sultandı o. [Bkz. Enver Ziya Karal, Osmanlı
Tarihi, Ankara, 1988, 8, 249-250]
Bir hac rehberinin anlattıklarından, 2. Abdülhamid Han’ın hac
yaptığını öğrenmekteyiz. Malum, Osmanlılar zamanında 1900'lü
yıllarda, mukaddes topraklarda bugünkü gibi Otel sistemi yoktu...
Bu sebeple buralarda yaşayan halk, günlerce önceden şehir dışına
çıkar, hiç tanımadığı bir yerden hac yapmak maksadı ile gelen
kişileri karşılar, evinde misafir eder, her türlü ihtiyacını
karşılar ve bundan da büyük şeref duyarlardı... İşte böyle bir hac
mevsiminde (Takriben 1903-1904 yılları) Mekke halkı yine hacıları
karşılamak üzere şehir dışına çıkmış... Bu şahıslardan biri, gözüne
kestirdiği uzun boylu, endamlı, sakallı, normal giyimli birisinin
yanına yaklaşarak, kendisini evinde misafir etmek istediğini
bildirip, eğer gelirse büyük şeref duyacağını söyleyerek rica
minnet evine davet etmiş… Gelen zat hac müddeti boyunca o kişinin
evinde kalmış... Hac zamanı bitiminde bu iki kişi helâlleşerek
ayrılmışlar. Ayrılırken, hacı olan zat, hane sahibine bir kese
altın hediye etmek istemiş... Hane sahibi bu altınları kabul etmek
istememişse de, hacı olan zat fevkalâde ısrar edince, ev sahibi
kabul etmek zorunda kalmış... Bir de mektup bırakıp ev sahibine
demiş ki:
“Bu mektubu ben gittikten en az bir gün sonra Mekke
Emiri’ne teslim et!”
Hacı gittikten bir müddet sonra hane sahibi kendi kendine; “Allah,
Allah! Ben kiiim, koskoca Mekke Emîri kim, bu mektubu yazan o hacı
kiiim(!)” diye düşünmüş. Derken hanımı mektubu Mekke Emîri’ne
muhakkak vermesi gerektiğini, aksi hâlde vebâl altında kalacağını
söyleyerek beyini ikna etmiş... Neticede çeşitli mercilerden
geçerek mektubu Mekke Emîri'ne vermiş... Emîr, mektubu açınca hemen
ayağa kalkmış, selâm durmuş ve hane sahibine sormuş:
- Şimdi nerede bu misafir ettiğin zat-ı muhterem?
- Efendim, haccını tamamlayıp memleketine döndü.
- Bak mektup nasıl başlıyor: “Ben Harem-i Şerîfin Hâdimi Halîfe-i
Müslimîn Sultan Abdülhamid Hân-ı Sâni ki...”
Bunu duyan adam bayılmış... Hayretler içinde kalmış! Meğer hac
süresince rehberlik edip gezdirdiği zât Osmanlı padişahı, Sultan
II. Abdülhamid Han hazretleriymiş… Sultan hazretleri yazdığı
mektupta, emîre, bu zâta büyük bir bina verilmesini ve çoluk
çocuğuna maaş bağlanmasını da emretmiş...
Görüldüğü gibi hac rehberinin bu hatıratından II. Abdülhamid Hân’ın
da devlet geleneğine ve hassasiyetine uygun davranarak düşmanı
uyandırmamak ve halkı tedirgin etmemek için tebdil-i kıyafetle
gizlice (tren yoluyla kısa zamanda kimseye fark ettirmeden) hacca
gittiği anlaşılmaktadır. [Hac ve Osmanlı padişahlarının haccıyla
alakalı bilgiler için bkz. Ahmed Akgündüz-Said Öztürk, Bilinmeyen
Osmanlı, İstanbul, 1999, s. 182-183; Peçevî İbrahim Efendi, Peçevî
Tarihi, Ankara, 1992, 2, 356-357; İbn-i Âbidin, (Terc.), İstanbul,
1982, 4, 419-422]
Evrakları Abdestsiz İmzalamazdı!
Sultan Abdülhamid (r.aleyh), rivayete göre, yatağının başında daima
temiz bir tuğla bulundururmuş. Bu tuğlayı, yataktan kalktığında
çeşmeye kadar abdestsiz yere basmadan, teyemmüm almak için
kullanırmış.
Bir gün hanımının, niçin böyle çok titiz hareket ettiğini sorması
üzerine şu ibret dolu, fevkalâde düşündürücü olan enfes cevabı
vermiş: “Bunca Müslümanın Halifesi olarak, biz sünnet ölçülerine
dikkat etmezsek, Ümmet-i Muhammed bundan zarar görür!”
Bu yüzden padişah, âcil bir iş zuhur ettiğinde, gecenin hangi vakti
olursa olsun uyandırılmasını ister, o işin ertesi güne
bırakılmasına kesinlikle rıza göstermezmiş... Mâbeyn Başkâtibi Esad
Bey, bu hususta şu fevkalade ibret ve derslerle dolu hatıratını
nakletmektedir:
“Bir gece yarısı, çok mühim bir haberin imzası için Sultan’ın
kapısını çaldım. Fakat açılmadı. Bir müddet bekledikten sonra
tekrar çaldım, yine açılmadı. ‘Acaba Sultan’a emr-i Hak (ölüm) mı
vâkî (gerçekleşti) oldu?’ diye endişelendim. Biraz sonra tekrar
çaldım; bu sefer kapı açıldı ve Sultan elinde bir havlu ile kapıda
göründü… Yüzünü kuruluyordu. Tebessüm etti: “Evladım, bu vakitte
çok mühim bir iş için geldiğinizi anladım. Kapıyı daha ilk
vuruşunuzda uyandım, ancak abdest aldığım için geciktim kusura
bakma!. Ben bu kadar zamandır milletimin hiçbir evrakına abdestsiz
imza atmadım. Getir imzalayayım!” Ve besmele çekerek evrakı
imzaladı.”