Hatta bazıları o kadar ileriye gidebiliyor ki, kendi avantajlarını
açıkça sorabiliyor oldu.
Bunun başlıca nedeni insanların sevdikleri şeylerden karşılık
beklemeden veremiyor olmalarıdır, yani fedakar olmadıklarından
dolayı oluyor.
Fedakarlık, cahiliye insanları arasında bir nevi “akılsızlık”
olarak algılanır. Bazı insanlara göre de, bir insan kendi
menfaatlerini ne kadar iyi kollayabiliyorsa, o kadar “akıllı”
sayılır. Çevresindeki insanları ne kadar iyi kullanabiliyor,
onların imkanlarından ne kadar çok istifade edebiliyor; diğer
yandan da kendisini bu kimselere ne kadar az kullandırtıyorsa,
onlara ne kadar az menfaat sağlıyorsa, bu kişi “aklını olabilecek
en iyi şekilde kullanabiliyor“ oluyor.
Ebetteki bu kimseler yaptıkları bu teşhislerinde baştan sona kadar
yanılmaktadırlar.
Ahirete inanmayan kimseler için, bir başka insana çıkar sağlamak,
onun rahatını, konforunu, artırmak; üstelik tüm bunları kendinden
ödün vererek yapmak, “akılsızlık” olarak algılanabilir.
Ancak öleceğini bilen ve ahirete inanan bir insan için, ki Allah
insana ortalama 60-70 senelik bir ömür vermiştir, eğer bu zamanı
olabilecek en iyi şekilde kullanırsa ve tüm hayatını “yalnızca
Allah'ın rızasını kazanmak için” yaparsa yani menfaatlerinden
feragat ederse, bu kişi “dünyanın en akıllı insanıdır”.
Allah bir ayette "Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla
iyiliğe eremezsiniz" (Al-i İmran Suresi, 92) hükmüyle önemli bir
gerçeği bildirilmiştir. İnsanları gerçek anlamda iyiliğe
ulaştıracak olan en temel ahlak özelliklerinden biri
"fedakârlıktır".
Fedakarlık; insanın sahip olduğu, sevdiği, değer verdiği şeylerden
hiç düşünmeden ve seve seve feragat edebilmesidir. İnandığı
değerler ya da sevdiği insanlar uğruna gerektiğinde her türlü
zorluk ve sıkıntıyı göze alabilmesi, bu konuda elinden gelenin en
fazlasını yapabilecek şevk, azim ve iradeyi kendisinde
bulabilmesidir.
Ancak insanın nefsi bencillik, egoistlik gibi kendisini düşünen
çeşitli kötü ahlak özelliklerine yatkın bir yapıda yaratılmıştır.
İnsan Allah’ın Kuranda bildirdiği gibi nefsini eğitmediği takdirde,
bu bencilce duygular kişinin tüm ahlakına hakim olur. Böyle bir
kişi ise genellikle herkesten çok hatta çoğu zaman yalnızca
kendisini düşünür. Kendisi için daima her şeyin en iyisini, en
güzelini, en mükemmelini ister.
İçinde yasadığımız toplumlarda da, çevresindeki insanlar için
kendilerini gözden çıkaran, var güçleriyle başkalarını mutlu etmek,
onlara daha iyi imkanlar sağlamak, daha rahat ettirmek için
çabalayan kimseler de vardır. Ancak bu kimselerin, hedefleri
Allah'ın rızası değildir. İyilik yaptıkları her insanı adeta birer
yatırım odağı gibi görürler. Yaptıkları her fedakarlık ile, er ya
da geç o insandan bunun karşılığının geleceğini umarlar. Onları
fedakarlık yapma gücünü veren işte yalnızca bu “karşılık alma
ümididir”.
Kuran’ı okuduğumuzda fedakârlığın Müslümanların yaşamlarının her
anına hakim olması gereken en önemli ahlak özelliklerinden biri
olduğunu, Allah'ın rızasını kazanabilmek için bildirilen bu ahlak
anlayışının tam olarak yaşanması gerektiğini anlarız.
Asil fedakarlık, insanın karşılaştığı toplumsal sorunlardan,
dünyanın dört bir yanında zulüm ve eziyet gören, açlık çeken,
ihtiyaç içerisindeki insanlara kadar olabilecek her konuda
kendisini sorumlu hissetmesi ve tüm bunlara çözüm getirmeyi
hedeflemesidir. "Nasıl olsa bu konulara çözüm getirebilecek imkan
ve güç sahibi pek çok insan var; onlar düşünsünler, onlar
ilgilensinler" demeden, aklını ve vicdanını olabilecek en yüksek
seviyede kullanmasıdır.
Fedakârlıktan, inancın gücünden kaynaklanan Müslümanın hayatına
hakim olan bir hayat şeklidir. Bu hayat şekli, kişinin çevresindeki
her konuya karşı vicdani bir duyarlılık içerisinde olmasını
gerektirir. İman eden bir insan, içindeki derin Allah sevgisi ve
güçlü Allah korkusu ile Dünya hayatındaki tüm menfaatlerin gelip
geçici olduğunu ve bir gün mutlaka yüce Allah’ın huzuruna varıp
hesap vereceğini unutmaz ve Fedakârlık yapmaktan çekinmez.
Sizin de fark ettiğiniz gibi, fedakârlığın eksikliği toplumumuzda
ciddi sorunları beraberinde getiriyor, kendilerini düşünen,
karşılıksız yârdim edemeyen, başkalarının durumuna ilgisiz kalan,
insanları kendi işlerine alet eden ve en önemlisi Allah’ın
tavsiyesini göz ardı edip iyiliğe erişemeyen topluluk oluşuyor.
"Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların
yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin
halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır." (Yunus Suresi, 26)